Cahide’nin kızlarıyla “Gerilla Marketing”

Uzun süreli yokluğumun sebebi ufak ve geçici bir göçtü arkadaşlar… 2012 senesi sağolsun, benim üzerimden bir panzer gibi geçti. Başımdan geçen...

Uzun süreli yokluğumun sebebi ufak ve geçici bir göçtü arkadaşlar… 2012 senesi sağolsun, benim üzerimden bir panzer gibi geçti. Başımdan geçen tatsız kanser deneyimi, hastaneler, koşuşturmalar falan derken hayattan kısa bir süreliğine izin almak ihtiyacı duydum.Ayrıca çok uzun süredir bir roman yazma planı vardı kafamda fakat bir türlü başlayamıyordum. Bütün bu “çıldırtan kalabalıktan uzakta” bir yerde olsam çok daha rahat çalışabilirim diye düşünüyordum. Sonunda her aklı başında insanın yapacağı gibi, bu kitabı Reykjavik’te yazmaya karar verdim. Zaten romanın büyük bir bölümü de İzlanda’da geçiyor.

İzlanda kısmına geçmeden önce şu “roman” olayını iyice bir anlayıp, içimize sindirelim istiyorum . KİTAP YAZIYORUM!!!! Sizin göreviniz, kitap yayınlandığı anda koşarak bütün kitapçılara gidip izdiham yaratmak. Reklam stratejisi olarak aklımda Cahide’nin bütün kızlarını kitabımla birlikte şehrin en şık mekanlarına gönderip “gerilla marketing ” yaptırmak, afişlerimi tekel bayiilerine astırmak ve Dr. Hakan Erkuş’u elinde kitap kapağıyla beraber Taksim Meydanı’nda yakmak var. Hayırlısı olsun, her roman kendi kısmetiyle gelirmiş…

“Ayol dellendin mi? Koskoca dünyada memleket mi tükendi de kendini elin Viking’inin buzullarına attın?” dediğinizi duyar gibiyim. İnanın bu buzul tutkuma ben de anlam veremiyorum ve bu durumu ancak en güvendiğim bilim dalı olan spritüalizmin “reenkarnasyon” teorisi ile açıklayabiliyorum. Zannediyorum ben eskiden bir “pafindim”. (Pafin:İzlanda kuşu). Günlerimin çoğu – inanmıyacaksınız ama- düzenli olarak yazmakla geçiyor, fakat tabii ki bir adet “Ayşe Deniz” olarak kendimi izole edip tamamen “sanatıma” adayacak değildim. Reykjavik’te de kendime en kısa süre içerisinde en “tuhafından” bir aile edindim. (Bu kısmını Hakan Erkuş’a okutmayın, saçlarını kopartmaya başlıyor)

Zaten ilk etapta, yazabilmek için buraya gelmeye cesaret edişimin en büyük sebeplerinden bir tanesi, taa Amerika yıllarımdan arkadaşım olan Roland Hartwell’in uzun süredir Reykjavik’te yaşıyor oluşuydu. İlk önce onu ziyarete geldim sonra İzlanda’ya vuruldum ve “Haydi bakalım hazır eş dost da varken daha fazla uzatmadan Reykjavik’te başla bu kitaba ” dedim kendi kendime ve kendim olarak bu fikre bayıldım…Aslında anlatacak çok fazla şey var en iyisi en başa döneyim ilk geldiğim günlere…

BUZUL SULARINDA DONUP ÖLECEĞİZ Mİ

Gözünü sevdiğimin memleketine ilk geldiğimde yaz sonuydu. Bir adet Japon-Amerikan kırması olan arkadaşım Roland sağolsun gelip beni havaalanından aldı ve otelime götürdü sonra da şöyle dedi “Bir saat içinde hazır ol balina gözlemeye gidiyoruz”. Ben daha “Ayol dur ne balinası onbir saatlik yoldan geldim iki soyunup döküneydim…” diyemeden de ışık hızıyla gitti. Ben tabii, daha ilk defa ya bir heyecan yaptım “balina görücez, maceraya bak” filan diye, üzerime bir mont giydim bir saat sonra indim aşağıya Roland geldi beni aldı, limana gittik. Limanda Roland’ın Belçikalı “Marinbiyolog” arkadaşı Richard ve Hollandalı arkadaşı Marjan bizi bekliyorlardı, hep beraber bindik gemiye. Gemi de nasıl dolu yedi düvelden turist doluşmuş içine…

Bu Richard da gemide “guide” elinde mikrofon “balina, yunus, pafin” bir şeyler anlatıyor. Oğlanın İngilizce zaten Allahlık, bir de ağır Belçika aksanı var tek kelime anlamıyorum artık ne anlatıyorsa… Japon’un da zaten bir kulağı duymuyor -yeni değil çocukken ağır ateşten olmuş- ben de o tarafa oturmuşum, “ne diyor bu” diyorum, hiç cevap mevap yok, havalara bakıyor. Hava da buz, donuyorum bir yandan neyse ki Roland yedek mont getirmiş, onu giydik… Neyse ilk “Whale Watching” maceramız aşağı yukarı beş saat sürdü, gidiş-dönüş. Beş yüz metre uzaktan iki yunus gördük zannediyorum, emin değilim çünkü çok uzaktaydılar. Dönüşte Allahtan Roland gitar çalıp şarkı söyledi, o kısmı çok keyifliydi. O sıralarda İzlanda’da gece de olmuyor, sürekli gündüz. Gemiden indik bittim ben dedim koşarak otele dönüp yattım.

Ertesi gün uyandım Roland mesaj atmış “Nasılsın beğendin mi turu?” diye, ayıp ayol ne diyeceğim tabii ki “Çok beğendim nefisti” dedim. Aman demez olaydım,” Akşam yine gidiyoruz o zaman, sen doğru dürüst bir şey göremedin demez mi?” Valla bunlarda artık adet midir? Yoksa benimkiler mi takık bilemiyorum ama tam üç gün o geminin güvertesinde buzlu suların içinde balina peşinde koştuk. Zannedersin beni Türkiye’den İzlanda okyanus hayatını incelemek üzere göndermişler.Adamın biri de demez mi “Bu gemi alabora olsa bu soğukta onbeş dakikada donarız, yardımın çabuk ulaşması lazım” diye. Hah Şahtım Şahbaz oldum, bir de buzul sularında donup ölücez diye korkmaya başladım, gemi her sallandığında Titanik senaryoları kuruyorum. Neyse ki üçüncü günün sonunda balinaya, yunusa doyduk, karaya ayak bastık.

Karaya ayak bastık da bir de ne göreyim, otelin yanındaki lokanta kapısının önüne menü koymuş, spesyaliteler şöyle; balina ve pafin. Kardeşim madem gece kesip, sosa bulayıp buyurun yeyin diye önümüze koyacaksınız neden bütün gün bizi gemilere doldurup bunları seyretmeye götürüyorsunuz? Alışıyoruz hayvanlara, aramızda bir yakınlık oluyor, bu nasıl bir hainlik … “Hangi kitaba sığar buuuuu!!!” diye isyan ettim valla…

Tabii ki turistik gezilerimiz bu kadarla da kalmadı, arkadaşlarım beni meşhur gayzerlere (ismi çok afilli diye kanmayın,bildiğin yerden çıkan duman ) de götürdüler. O gezimiz de kara yoluyla aşağı yukarı yedi saat sürdü. Şaka bir yana İzlanda doğası hakikaten olağan üstü büyüleyici ve etrafı iyi bilen insanlarla gezmek de olağanüstü zevkli.

İŞTE ÇEKİRDEK AİLEM

Bu giriş yazım olsun, diğer gelişmeleri, Reykjavik’i, İzlanda kültürünü falan da sonra anlatırım ama sizi buradaki çekirdek ailem ile tanıştırayım gitmeden önce ;

ROLAND: Annesi Japon babası Amerikalı, iş ve eş sebebiyle Reykjavik’e yerleşmiş. Reykjavik Senfoni orkestrasında viyolonist ve aynı zamanda Cynic Guru diye bir “alternatif rock” grubu var. Arkadaşım küçümsenmesin lütfen, Bryan Adams’dan Elvis Costello’ya, Cher’den Bjork’e kadar pek çok ünlü ile çalmış İzlanda’da pek meşhur

MARJAN: Hollanda’lı bir müzisyen, olağanüstü güzel bir sesi var ve hayatımda tanıdığım en “tough cookie” kızlardan bir tanesi,kısa sürede ona çok ısındım ve çok sevdim.

Bu linkten arkadaşımın şarkısını dinleyebilirsiniz: http://www.youtube.com/watch?v=e47E2qtAptg&feature=youtu.be

JONNY: İngiliz, turizm işinde, Reykjavik Backpeckers’da çalışıyor. Tipik bir İngiliz mizah anlayışı var, yani olağanüstü komik bir çocuk.Fotoğraftan da anlayabileceğiniz üzere kendisi fena halde İzlanda kızlarının blokajı altında… Ve bu durumdan hiç şikayetçi değil.

SEMA: Babası Türk, annesi İzlanda’lı Türkçe konuşamıyor fakat söylenilenleri anlıyabiliyor, kalabalıkta dedikodu yaptığımızda çok işe yarıyor bu durum.Üniversitede politika okuyor ve aynı zamanda Avrupa Birliği’nde çalışıyor. Ancak bir Türk’ün olabileceği kadar sıcak ve içten. Aramızda “gizli” bir dayanışma var.

RICHARD: Okyanus birşeycisi, anlatıyor ama tam olarak anlayamıyorum aynı zamanada balina gemilerinde rehberlik yapıyor.Özellikleri arasında Disney’in Tarzan’ının ikizi olmak da var. Çok eğlenceli bir çocuk, kızlar ona da bayılıyorlar.

Tabii ki Reykjavik’teki tek arkadaşlarım bunlar değil, ama iskelet bu diyebiliriz. Kendime Reykjavik’te kısa sürede bir “aile” kurduğum için çok şanslıyım. Bu arada bu kadar şey yazdığım için siz şimdi unutmuşsunuzdur; Huuuuuu!!! Kitap yazıyorum. Çıktığı anda tek tek evlerinize gelip kontrol edicem aldınız mı diye, satış rakamlarıyla takipçi rakamlarımı bir bir karşılaştırıcam. O kitap best seller olacak! Bu yolda belki bir Hakan Erkuş’u feda edeceğiz ama ne yapalım, kutsal bir amaç için kendini hiç düşünmeden ateşe vereceğine eminim.

İzlanda buzullarından bildirmeye devam edeceğim.

Sizi çok özleyen bir Pafin

Ayşe Deniz

Odatv.com

gerilla marketing Ayşe Deniz arşiv