AKP Genel Başkan Yardımcısı, “insan hakları ihlali konusunda iki tane olay bile gündeme getiremiyorlar” demişti: Buyurun üç olay

Müyesser Yıldız yazdı

AKP Genel Başkan Yardımcısı Leyla Şahin Usta, birkaç gün önce özetle şöyle bir açıklama yaptı:

“İnsan hakları ihlali deyince, akla somut söylenebilecek bir iki tane olay bile gündeme getiremiyorlar. Bu çok algı ve yanlış söylemlerle birlikte aleyhimize kullanabilecek bir alan olarak görülebiliyor. Aslında bunların hiçbiri doğru değil. Türkiye insan hakları noktasında pek çok Avrupa ülkesinin ve ABD'nin kendisini özgürlük ve insan hakları noktasında ileri olarak niteleyen pek çok ülkenin standartlarının üzerindedir şu an... Türkiye'de insan hakları ihlali olduğunu söylemek, artık abesle iştigaldir. Sonuçta hukuk ve kanunlar herkes için geçerlidir. Türkiye bir hukuk devletidir. Hukuka aykırı kim iş yapıyor ve ülkeye zarar veriyorsa ve terör örgütleri ile işbirliği içerisinde kanuna aykırı iş yapıyorsa elbette hesabı sorulacaktır.”

Önce Leyla Şahin Usta kim, bunu hatırlatalım.

1998'de Tıp Fakültesi 5. sınıfındayken, türban yasağı sebebiyle sınavlara ve derslere giremedi. Bu uygulamaya karşı düzenlenen eylem ve protestolara katıldı. Gözaltına alındı, yargılandı. Nihayetinde yurtdışına gidip, okulunu bitirdi, doktor oldu. Şu anda da Milletvekili ve AKP Genel Başkan Yardımcısı.

AKP'de görev alan, 28 Şubat davasında ön plana çıkan ve halen Bakan Danışmanlığı yapan bir başka başörtülü avukattan söz edelim. Av. Figen Şaştım, Hukuk Fakültesi'ni bitirdikten sonra yaklaşık 6 yıl bir kamu kurumunda avukat olarak çalıştı. Kamuda başörtüsü yasağının uygulanmasına tepki olarak, “aktif siyaset” yapmak üzere çalıştığı kurumdan istifa edip, serbest avukat olarak çalışmaya başladı. Bu arada yargıda başörtüsü yasağının kalkması için Türkiye Barolar Birliği'ne karşı Danıştay 8. Dairesi'ne dava açtı. Davayı kazandı ve avukatların duruşmalara başörtülü girmesini sağladı. O günlerde Av. Şaştım, bu yasakla Anayasa ve kanunların ayaklar altına alındığını, Anayasa ile güvence altına alınan bir hakkın, bir meslek kuralı ile yasaklandığını vurgulayarak, geçmişte yaşadıklarını şu sözlerle anlattı:

“Düşünün 17 yıl boyunca eğitim ve öğrenim görüyorsunuz. Birçok zorlu sınavlar başarıyorsunuz. Ülkemizin en iyi fakültesinden mezun oluyorsunuz. Avukat oluyorsunuz. Ancak birileri hiçbir yasal mevzuata dayanmadan size, ‘Avukatlık yapamazsınız! Yasak…’ diyor. Peki bu yasağın süresi ne kadar? Bir yıl mı? Beş yıl mı? On yıl mı?.. Hayır, ömür boyu... Hukuk diliyle ifade edecek olursak, mesleğimiz açısından biz müebbet hapse mahkûm edildik. Yargılama yapılmadan, savunmamız alınmadan, yargısız infazla 17 yıl boyunca mesleğimi tam olarak icra edemedim.”

AVUKATLARIN BAŞINA GELENLER

AKP'li Leyla Şahin Usta'nın, “İnsan hakları ihlali deyince iki somut olay bile gündeme getiremiyorlar” iddiası ve Av. Figen Şaştım'ın durumundan söz etmemizin sebebine gelirsek; Sırf iktidara muhalif olduğu ya da bir yakını KHK ile kamudan atıldığı için avukatlık yapma hakları ellerinden alınanların durumu.

Adalet Bakanlığı, avukatlık mesleğinin bir “kamu hizmeti” olduğunu, dolayısıyla “kamu hizmetinde istihdam edilemeyeceklerini” savunarak, Baroların bu durumdakilere ruhsat vermemesini istiyor, ruhsatı olanlar için de peşpeşe iptal davaları açıyor.

Avukatlık Kanundaki, “Kamu hizmeti ve serbest meslek” tanımının, “serbest meslek” kısmı gözardı edilerek...

YSK'nın 28 Mayıs 2018'de aldığı, değil yakını, kendisi KHK'yla atılmış birisinin milletvekili olabileceği yönündeki kararı görmezden gelinerek...

En nihayetinde Anayasa Mahkemesi'nin 1985 tarihli, "Avukatlık mesleği ile ilgili bir düzenleme yapılırken, bu mesleğin her şeyden önce bir serbest meslek olduğu gözden uzak tutulmamalıdır. Avukatlık bir kamu hizmeti addedilmiş olsa dahi, kamusal yönü çok yoğun olan devlet memuriyeti görev ve hizmetleriyle ayni nitelikte görülüp, aynı ölçütlere tabi kılınamaz” şeklindeki kararı da yok hükmünde sayılarak...

Yaşananlar karşısında Türkiye Barolar Birliği'nin tavrını da aktaralım. İlk başlarda Adalet Bakanlığı'nın açtığı davalara, "Avukatlık, sunulan hizmet açısından bir kamu hizmeti, mesleki faaliyet olarak ise bir serbest meslektir. Bu bakımdan mesleğin kendine özgü kuralları bulunduğundan, avukatlık mesleği Anayasa’da yapılan kamu görevlisi tanımı içinde de değerlendirilmemektedir" savunmasıyla karşı çıkılırken, sonradan bu durumdaki avukatlara, "Dava açın, arkanızdayız" denildi.

Davalar, Adalet Bakanlığı'nın lehine sonuçlandıkça da ruhsatlar iptal edilmeye ve yeni ruhsat verilmemeye başlandı.

Peki geçmişte başörtülü avukatlar lehine karar veren Danıştay 8. Dairesi ne yapıyor? "İstinaf Mahkemesi kararları kesin olduğundan", temyiz başvurularını incelemeksizin, reddediyor.

Özetle, bu durumdaki avukatların kendi haklarını savunacakları bir yargı mercii kalmamış durumda.

3 SOMUT ÖRNEK

Avukatlık mesleğinin hukuki durumuna ilişkin bu özet bilgiden sonra "somut" örneklere geçelim.

Örnek 1 : Eski Yarbay Mehmet Alkan'ı tanıyorsunuz. PKK'nın 2015'te Şırnak'ta şehit ettiği Yüzbaşı Ali Alkan'ın ağabeyi. Kardeşinin cenaze töreninde "açılım sürecini" eleştirdiği için hakkında soruşturma açıldı. KHK ile Jandarma'dan atıldı. Pasaportu, beylik tabancası, emekli ikramiyesi verilmedi. OYAK'taki birikimine el kondu. Tutunacak tek dalı kalmıştı, avukatlık yapmak. Stajını tamamladı, törenle ruhsatını aldı. Ancak Adalet Bakanlığı, KHK'yla ihraç edildiği için onun da ruhsatının iptali için dava açtı. Sonuç mu? Davayı Adalet Bakanlığı kazandı. Yani Mehmet Alkan avukatlık da yapamayacak!..

Örnek 2 : Cansu Taş Çolak; 15 Temmuz'da kendisi Üsteğmen, eşi Yüzbaşı rütbesiyle Kars 14. Mekanize Tugay Komutanlığı'nda görevliydi. Göreve başlayalı 1 hafta olmuştu. Duruşmada bir tanık, Cansu Taş Çolak hakkında şunları anlattı:

"Sabaha karşı Tugay Komutanı erleri toplayarak, polisin ve halkın olduğu tarafa doğru havaya ateş açtırdı. Polislerden karşılık veren oldu, onlar da ateş açtı. Orada bulunan erkek subaylar olay yerinden kaçtılar. Bir tek Cansu Üsteğmen oraya giderek, Tugay Komutanı elinden askerleri alıp, başka yere götürdü. Keşke orada o kadar erkek subay olacağına, Cansu Üsteğmen gibi yürekli kadın subaylar olsaydı.”

Neticede eşi tutuklanırken, Cansu Üsteğmen hakkında kovuşturmaya yer yok kararı verildi. Ancak eşi tutuklu yargılandığı gerekçesiyle o da KHK ile TSK'dan ihraç edildi. Cansu Taş Çolak, TSK'dayken Hukuk Fakültesi'nde okumaya başlamıştı. Okulu bitirdi, stajını tamamladı, ruhsatını aldı. 4 aydır avukatlık yapıyordu ki, Adalet Bakanlığı onun hakkında da dava açtı ve ruhsatı iptal edildi.

Örnek 3 : Levent Mazılıgüney, Bylock ve Mor Beyin mağdurlarının yakından tanıdığı bir isim. Hava Kuvvetleri Komutanlığı'nda Mühendis Binbaşıydı. Diğer iki kardeşi de askerdi. Mazılıgüney, Nisan 2017'de KHK ile ihraç edildi. İhraç sebebi, ortanca kardeşinin "Bylock kullandığı" iddiasıyla açığa alınmış olmasıydı. Dikkat buyurunuz; Kardeşi ihraç edilmemiş, tutuklanmamış, ama ağabey ihraç ediliyor. Bu işlemden sonra "Ağabeyi ihraç edildiği" gerekçesiyle, önce açığa alınmış olan ortanca kardeş, sonra da en küçük kardeş TSK'dan atılıyor. Tam bir "Tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan" misali!.. Levent Mazılıgüney, işte bu olaydan sonra ByLock olayını araştırdı ve kardeşinin de mağduriyetine yol açan Mor Beyin tuzağını ortaya çıkaran ekibin içinde yer aldı. Ancak 3 kardeş için sonuç değişmedi. Mazılıgüney, avukatlık yapmak istedi. Stajını tamamlayıp, ruhsatını aldı. Adalet Bakanlığı, onun hakkında da dava açtı. Savcılık, hakkında herhangi bir kovuşturma olmadığına ilişkin yazı verdiği halde akıbeti diğerleriyle aynı oldu.

Mayıs 2017'de dönemin Başbakan Yardımcısı Nurettin Canikli'nin, “Karı-koca olan insanlar var, kamuda belli ve önemli görevlerde. Eşi ile ilgili tespit yapılmış ve eşini ihraç etmişiz. Karısı ya da kocasıyla ilgili o da çalışıyor aynı ya da başka bir kurumda. Bu anlamda somut bir tespit yok. Onunla ilgili bir işlem yapmıyoruz. Bakın ihraç etmiyoruz, ama elbette yakın takip ediyoruz" dediğini de hatırlatıp, soralım:

Ailesindeki fertlerin durumuna rağmen, Bakan, Büyükelçi, OHAL Komisyonu üyesi yapılanlar varken;

Sıradan insanlar için "suçun şahsiliği ilkesi ve masumiyet karinesinin" bir yana bırakılması,

Ailedeki bir kişinin "suçu" yüzünden, tüm aileye de ceza verilmesi,

Ve dünün mağduru Av. Figen Şaştım'ın, "Mesleğimiz açısından ömür boyu müebbet hapse mahkûm edildik" demesindeki gibi, bugün de yüzlerce avukat için "müebbet" verilmesi, insan hakları ihlali değil midir?

AKP Genel Başkan Yardımcısı Leyla Şahin Usta başta olmak üzere, 59'u AKP'de olan Meclis'teki 90 Hukuk Fakültesi mezunu milletvekilinin bilgi ve dikkatlerine sunulur.

Müyesser Yıldız

Odatv.com

AKP Genel Başkan Yardımcısı, “insan hakları ihlali konusunda iki tane olay bile gündeme getiremiyorlar” demişti: Buyurun üç olay - Resim : 1

AKP Leyla Şahin Usta arşiv