Bunu nasıl yapmalı

Son aylarda Türkiye’nin birçok yerinde “Aydınlanma ve Ütopya”başlıklı konferanslar verme imkanımız oldu...

Son aylarda Türkiye’nin birçok yerinde “Aydınlanma ve Ütopya” başlıklı konferanslar verme imkanımız oldu. Bazı toplantılarda Ütopya, bazı toplantılardaysa Aydınlanma hakkında konuştuk.

Konferanslardan gördüğümüz kadarıyla toplum içten içe kaynayıp fokurdamakta, sorunların üzeri kapatılmaya çalışıldıkça da basınç artmakta ve adeta Gezi olayındaki gibi toplumsal olaylar patlak vermek üzeredir.

Bu toplantılar bize hem Aydınlanma ve Ütopya konusundaki görüşlerimizi etraflıca anlatma imkânı verdi hem de toplumda yavaş yavaş kabaran öfkeyi ve ayaklarımızın altındaki zeminin yok oluşuna karşı güçlü bir mücadele yürütememekten kaynaklanan çaresizliği gösterdi.

Herkes gibi biz de sokağımızdan başlayarak bütün topluma bakıyoruz; bir tarafta kurumlara güvensizlik, siyasi şaşkınlık, şahsi bunalımlar, kültürel yozlaşma, karamsarlık ve bezginlik; diğer taraftaysa kıyamet günleri öncesindeki gibi “vur patlasın çal oynasın” havası…

Ama buna rağmen Aydınlanma davasına inanmış kararlı bir insan grubu ise gösterdiği azim ve sergilediği coşkuyla herkese ilham kaynağı olmaktadır ki bunlardan birine geçen hafta değinmiştim.…

Türkiye’nin her yerinde faaliyet gösteren okuma ve araştırma kulüpleri, doğa ve çevre yararına faaliyet yürüten dernekler, okullara kütüphane kuran fedakâr girişimler, edebiyat ve sanat çevreleri, eylemci genç arkadaşlar… Bunların birçoğu amaçlarını halkı aydınlatmak ve “yeni bir dünyanın mümkün olduğunu göstermek” olarak ifade ediyorlar.

Yıllar içinde edindiğimiz deneyimlerimizden hareketle, Aydınlanmanın ütopyayla olan ilişkisini ve bu iki kavramın birlikte ele alınış tarzını irdelemek istiyoruz. Kanımızca her Aydınlanma faaliyetinin bir Ütopyayla sonuçlanması, her Ütopyanın da halkın aydınlanmasına yol açan bir pratik önermesi gereklidir.

Ütopyalarımızın halka yeterince anlatılamaması, halkın davaya ikna edilememesi, halkın Aydınlanma pratiğine yeterince katılmaması önemli sıkıntılarımızdan biridir. Yıllardır büyüyemememizin, siyasi açıdan patinaj yapmamızın, günden güne etrafımızı saran hurafe ve batıl inanca karşı çaresiz kalmamızın nedeni budur.

Bunu nasıl yapmalı - Resim : 1

Aydınlanma ama nasıl? Ütopya ama nasıl bir ütopya?

Kant “Aydınlanma Nedir?” başlıklı ünlü makalesinde Aydınlanmayı şöyle tarif eder: “Aydınlanma, insanın kendi suçu olan ergin olamama durumundan kurtulmasıdır. Ergin olamama durumuysa, insanın kendi aklını bir başkasının kılavuzluğuna başvurmadan kullanamayışıdır… Toplumun aydınlanması adım adım gerçekleşir. Despotik bir rejimden, mal mülk edinme ve yönetme hırsı içinde olanlardan devrimler sayesinde kurtulmak mümkündür, fakat düşünme biçiminde esaslı bir değişim sağlanmış olmaz; sadece aptallaştırılmış yığınları prangalara bağlayan eski önyargıların yerine yenisi gelmiş olur.” Kant bir bakıma devrimlerle yetinilmemesi, bir önceki yazımızda da belirttiğimiz gibi, “her kuşağın yeniden ve yeniden eğitim üzerinden aydınlatılması” gerektiğini vurgular.

Bunu nasıl yapmalı - Resim : 2

Peki bu sorun nasıl ele alınmalıdır?

Bugüne kadar ütopya sıkıntısı çekmedik. Herkesin bir ütopyası oldu ve bugün de bolca var… Ancak sıkıntımız hep şu oldu: ütopya olarak ifade ettiğimiz mükemmel dünyalarımız, sadece öncü güçlerin özlemlerini dile getiren tasarılar olarak algılandı.

Halbuki ütopyalarımız, eğer onları gerçekleşmesi için tasarlamışsak, halkla buluşmak zorundaydı...

Ünlü bir filozof ve siyaset adamının mealen vereceğim önemli bir saptaması var:

Tek başına fikirler dünyayı değiştiremez, ama fikirler bir kez halkla buluştuğunda işte o zaman muazzam bir vurucu güce dönüşürler.

Fikirlerimizi ve ütopyalarımızı Şevket Süreyya Aydemir’in Toprak Uyanırsa romanındaki gibi halkla buluşturmamız lazım!

PEKİ BUNU NASIL YAPMALI

Önce kısaca yeni bir dünya özleminin ifadesi olan ütopyaların tarihte nasıl ve neden ortaya çıktıklarına bakalım...

Literatürde Ütopya, “içinde bulunduğumuz toplumsal düzenin sorunlarına dikkat çeken, mevcut kurum ve yapılara itiraz eden, toplumsal-kültürel alışkanlıkları sorgulayan ve eleştiren, aynı zamanda başka bir dünyanın mümkün olduğunu, bunun yaratıcısının da bizzat insanın kendisi olduğunu göstererek insanda yaratma coşkusu ortaya çıkaran estetik ürünler, sanatsal yaratılar ve edebi metinlerdir.”

Ütopyalar üç temel kaynaktan beslenirler.

1. Doğanın önümüze koyduğu zorlukları ve sınırları aşma arzusundan...

2. İnsanoğlunun gelişmesini engelleyen, yaratıcılığını körelten, onu baskı ve sömürü düzeni altında tutarak özgürlüğünü kısıtlayan toplumsal yapı ve kurumları aşma arzusundan...

3. İnsanoğlunun zihninde tasavvur ettiği bir konuma gelebilmek için doğadan, toplumdan ve ruhsal durumdan kaynaklanan engellerin üstesinden gelme, yeni yetenekler kazanma, derinlemesine ve çok yönlü birikime sahip olma ve yaratıcılığını sınırsız oranda geliştirme arzusundan...

Birinci şıktaki zorlukları aşmak için insanoğlu bilim ve teknolojiye yönelmiştir... Pegasus’un kanatları, Hephaistos’un işçiliği ve yaratıcılığı, Prometheus’un uygarlaştıcı ateşi... El-Cezeri’nin otomatları ve makinelerinin kökeni buralara dayanır...

İkincisinin kökeninde baskı ve sömürü düzeni var demiştik ki baskı ve sömürüyü lanetleyen ilk metinlere Sümer tabletlerinde rastlarız.

Kuşkusuz, toplumsal alternatifler sunan ütopyaların en ünlüsü ise Thomas More’un Ütopya’sıdır.

Üçüncüsünde ise insanoğlu, sanatsal yaratıcılığıyla, yazarlığıyla, bilimsel buluşlarıyla, şahsi hedeflerini gerçekleştirmek için bin bir türlü birikim elde etme arzusu hisseder ve bunu gerçekleştirmek ister.

Bu üç şıkkın bir arada olması mümkün mü? Yani doğanın önümüze koyduğu sınırları aşan, toplumsal alanda eşitlik ve özgürlük sağlayan ve çok yönlü gelişmiş bir insanın sınır tanımaz yaratıcılığını konuşturduğu bir nizam, düzen ve dünya... Bu mümkün mü?

Bu bir ütopya, ama sonuçta onlar gerçekleştirilmek için düşünülmüş alternatif dünyalar değil mi? Ütopyalarımız olmasaydı, hâlâ mağaralarda, ışık geçirmez ormanların derinliklerinde ve inlerimizde pinekliyor olacaktık.

Yeniden baştaki konumuza dönersek, halkı nasıl aydınlatmalı ve ütopyalarımızı nasıl oluşturmalıyız?

Aydınlanmanın ve ütopyaların temel amacı, zorlukları aşmak için insanlara yol yordam göstermektir. Taşrada ve yerel bölgelerde yerden mantar gibi biten ve birbirinden faklı ütopyalara sahip toplumsal hareketlerin bir potada eritilmesi, ancak büyük ve ortak bir ütopyanın yaratılması mümkündür. Ama nasıl?

Bunu nasıl yapmalı - Resim : 3

Yerel ütopyalar, soruna parmak basan ama aynı zamanda alternatifler üreten projeler olmak zorundadır.

Ütopya salt itiraz olamaz, çözüm de sunmalıdır...

Ütopya hem gerçekliği içerir hem de henüz mevcut olmayan alternatife işaret eder. Ütopyanın dile getirdiği gerçeklik, yığınların (eğer yerel bölge söz konusuysa yöre halkının) sorunları, sıkıntıları ve gerçekliği olmalıdır. Öncünün gerçekliğiyle halkın gerçekliği her zaman çakışmayabilir. Fakat gerçekleşmesini istediğimiz bir ütopyamız varsa bu durumda alternatif dünyamızın (ütopyamızın) uçuk, hayali, toplumda etkisi olmayan projelerden uzak durması gerekir.

Ütopya, parmağını toplumun sorunlarına dokundurduğu için insanları cezbeder ve arzularımızı dile getirdiği için de bizde yaratma enerjisi ve coşkusu yaratır. Bu nedenle de her toplumsal proje (Ütopya), halkın içinden derlenen bilgiler temelinde, halkın ihtiyacına yanıt verecek projeler temelinde, halkın enerjisini ve desteğini sağlayacak çözümler temelinde oluşturulmalıdır. Halkın bizzat katılmadığı, destek vermediği, kendisini bulamadığı ve hatta bir yabancı gibi uzak durduğu herhangi bir ütopyanın gerçekleşme ve yaşama şansı yoktur. Kant da aslında yazılarında bunu vurguluyordu…

Ütopyalar halkın üzerinde birleşecekleri alternatif projelerdir ki Aydınlanma da bu temel üzerinde yürütülür. İnsanoğlunun aydınlanması kitabi bilgilerle, uçuk projelerle ve iradeyle olmaz. İnsanoğlu dünyayı ve toplumu, bizzat kendi deneyimi içinde ve kendi gerçekliğiyle anlar. İnsanoğlu kendi gerçekliğini anlayınca onu değiştirmeye başlar, değiştirirken de bilinci pekişir.

Geçen Nisan ayının başında, birkaç arkadaşla birlikte “Likya Yolu” gezisine çıkmıştık. Dağ ve ormanlarda yürümek, zorlu patikalarda yol almak bize muazzam bir deneyim kazandırdı.

Aydınlanmak, bilinç edinmek. bir bakıma patikada yürümeye benzer. Yüzlerce kez yürünmüş bir patikada yürümek bir çocuk oyuncağıdır. Hatta gözü kapalı da yürüyebilirsiniz ki bunu en iyi çobanlar bilir. Ama bilmediğiniz bir patikada yürümeye kalkarsanız ya bacağınızı kırma ya da bileğinizi burkma tehlikesiyle karşı karşıya kalırsınız. Patikada nasıl yürüneceğini Youtube üzerinden de anlatamazsınız, insanın o patikadan bizzat kendisinin yürümesi gerekir bunu öğrenmesi için. İnsanoğlu üzerinde birçok kez yol aldığı, ayaklarıyla izler oluşturduğu patikada korkusuzca yürüyebilir.

Bilincin oluşması da buna benzer. İnsanoğlunun siyasi ve kültürel bilinci, onun bizzat içinde bulunduğu pratikle yeniden ve yeniden oluşur, pekişir. Halkı aydınlatmanın en doğru ve etkili yolu ona “gerçekleri” anlatmak değil, onun kendi gerçekliğini bizzat keşfetmesini sağlamaktır. İnsanoğlu toplumsal gerçekliği, yani içinde bulunduğu durumu, onun bizzat kendi davası haline gelecek sorunlarla karşı karşıya kalırsa, birçoğumuzun öncülük ettiği pratikler içinde deneyim kazanırsa ve patika örneğinde olduğu gibi değiştirirken (patikada yürüyerek yol açmak da değiştirmektir) değişirse kavrayabilir ve bilincine varabilir. Bizim görevimiz sadece bu pratiğe ön ayak olmaktır.

Bunu nasıl yapmalı - Resim : 4

Çok yakından tanık olduğumuz sorunlardan örnek verirsek: eğer ikinci ve üçüncü boğaz köprülerinin yapımına veya ormanların ve kıyıların talan edilmesine karşı çıkıyorsak, bölgede yaşayan halkın ihtiyaçlarını bilen ve dikkate alan,onların mali sıkıntılarını ve diğer sorunlarını çözüme ulaştıran alternatif projeler de önermeliyiz.

Okulda, mahallede, köyde, fabrikada yerleşik hale gelmesini beklediğimiz küçük ütopyalar, yerel halkın doğal yaşamından çıkarılmalı ve halkın doğal yaşamının bir parçası olmalıdır.

Yerellere yayılan, yerellerde yeşeren, günden güne büyüyen ve aslında bir sivil toplum hareketine dönüşme eğilimi içinde olan bu etkinliklerin ulusal çapta bir harekete dönüşmesinin yolları da bulunmalıdır. Yerellerde çalışmak zorunludur (ki başka türlü halkın aydınlatılmasına katkı sunulamaz) ancak önünde sonunda her hareket ulusal çapta ele alınırsa başarıyla taçlandırılabilir.

İçme suyu kaynaklarımızın yüzde 85’i Batılı şirketlerin elindeyse; tarımda kullandığımız tohum ABD’den geliyorsa; et ve et ürünleri ithal ediliyorsa; gübremizin ana maddesi Batı’nın üretimiyse; enerji kaynaklarımız Batı destekli şirketlerce yönetiliyorsa; yolların, köprülerin yapımı emperyalist fonlar (yap-işlet modeli) tarafından finanse ediliyorsa; alışveriş merkezleri büyük tekeller tarafından inşa ediliyorsa; sahillerimiz yine o şirketler tarafından talan ediliyorsa o zaman ülkemizin hızla bir uçuruma doğru sürüklendiğini söyleyebiliriz.

Bağımlılığımızın diğer boyutlarını yazmamıza gerek yok, çünkü bu konu birçok insan tarafından gündeme getiriliyor.

Arazilerimiz, kıyılarımız, verimli topraklarımız, hayvancılık yapılabilecek meralarımız, akar sularımız, derelerimiz, yaylalarımız artık bize ait olmaktan çıkıyor. Biz bu ülkede, günlük ekmeğinin derdine düşen işçilere dönüştük.

Sanki gurbette gibiyiz...

Bundan dolayı halkı aydınlatma, ütopyalarımızı gerçekleştirme çabaları bir potada eritilerek bütünleştirilmeli, ulusal ölçekte yürütülmelidir.

En azından bu yönde bir çabanın ortaya konulması zorunlu gözüküyor.

Manşette kullanılan çizim sevgili Köksal Çiftçi abime ait, kendisine buradan bir kez daha teşekkür ediyorum.

Not: Bu arada,İstanbul’da, Özgür Üniversite’de Pazartesi günleri verdiğimiz Dünyayı Değiştiren Düşünürler başlıklı felsefe-tarih derslerine dikkatinizi çekmek istiyoruz.

Sadık Usta

Odatv.com

Bunu nasıl yapmalı - Resim : 5

sadık usta ütopya aydınlanma arşiv