Nihat Genç yazdı... Bu topraklarda artık direnişe susamış bir halk var

Nihat Genç yazdı

Bir.

15 Temmuz II. Kurtuluş Savaşı’nın en korkunç cephelerinden biri Ankara Emniyet Müdürlüğü’nün önünde yaşandı. Hainlerin sekiz-on tane tankı polis araçlarını iterek yararak geldi ve polise teslim ol çağrısı yaptı, halk tankların önüne geçti, caddenin tam ortasında tanklara karşı duran insanlar tarandı, yanındakilerin bir bir düşmesine rağmen en önde bir adam geri adım atmadı, ve vuruldu. Ve emniyet ve köprüyü havaya uçuran bombalar atıldı, ortalık kan gölü, cehennem. Öndeki kalabalığın taranıp yere yıkılmasından sonra bir iki dakika içinden arkadan yeni bir kalabalık geldi, yerde onlarca yaralı ölü, bedenleriyle yeniden tankları sıkıştırdı.

Saniye saniye görüntülerin videosu. Allahım böyle bir direniş böyle bir kahramanlık olamaz.

Videoyu gözlerimiz görmese bu topraklarda böyle bir halkın yaşadığına kimse inanmaz.

Kimdi bu insanlar, ne iş yapıyorlardı, nerede yaşıyorlardı, bu cesareti nereden buldular, daha önce nerelerdeydiler, akıl hafzala alır gibi değil.

Tırsık diye küçümsediğimiz sessiz uyuyorlar diye aşağıladığımız insanlar!

AKLIMA NAZIM HİKMET’İN KUVAYI MİLLİYE DESTANININ İLK BABINDA ANLATILAN ‘KARAYILAN’ ŞİİRİ GELDİ

Birgünün bir gecesi içinde birden nasıl değiştiler, ne oldu, ruhlarına bedenlerine ne girdi, bir gecede onları tarihlerin en büyük kahramanı yapan şey neydi?

Bedenleriyle tankların karşısında emniyetin önünde ülkemizin ve hepimizin ve cumhuriyetimizin hayatını kurtardılar!

Bu bir gecede değişen ruh halini anlamak ve anlatmak mümkün değil, aklıma Nazım Hikmet’in kuvayı milliye destanının ilk babında anlatılan ‘Karayılan’ şiiri geldi.

Nazım Hikmet Karayılan şiirinde Karayılan’ı şöyle anlatıyor:

‘Karayılan karayılan olmadan önce, düşman Antep’e girince, Antepliler onu korkusunu saklayan bir fıstık ağacından alıp indirdiler…’

‘Altına bir at çekip eline bir mavzer verdiler…’

‘Karayılan, Karayılan olmadan önce, Antep köylüklerinde ırgattı.

‘YAŞIYORDU BİR TARLA SIÇANI GİBİ. ‘VE KORKAKTI BİR TARLA SIÇANI GİBİ.

‘Yiğitlik atla silahla toprakla olur, onun atı, silahı, toprağı yoktu.

‘Boynu yine böyle çöp gibi ince, ve böyle kocaman kafalıydı. ‘

Dünyanın en büyük şairlerinden Nazım Hikmet’in satırlarıdır bunlar, Antep Savunması’nda destansı kahramanlığıyla Karayılan’ı anlatmaktadır.

Karayılan için korkaktı, pısırıktı, tarla sıçanı gibiydi, korkusundan fıstık ağacına saklanmıştı, diye yazmaktadır.

15 Temmuz II. Kurtuluş Savaşı’nda.

Emniyetin önünde, Boğaz köprüsünde, Vatan Caddesi’nde, Kızılay’da, Genelkurmay önünde.

Karayılanları bir daha gördük.

Lami cimi yok bunun, bir tarla sıçanı gibi korkak dediğimiz insanları, bir gecede KARAYILAN’a dönüştüklerini gördük.

Bir halkın asil bir tohumu varsa, uykuda da olsa, çelimsiz çer çöp de olsa, o asil tohum o insanları uyandırır!

Bir halkın asil bir tohumu varsa, ona tank top mermi işlemez.

Bir halkın kızgın ruhlu bir kurtuluş savaşı varsa hangi sarhoşluk kandırılmış içinde olursa, tarih sahnesine bir gecede silkinip yine gelir!

Bu toprağın bir yazarı olarak gördüğüm şudur: Uyutmaya çalıştılar, kandırdılar, susturdular, ama baş edemediler, çünkü bu topraklarda: DİRENİŞE SUSAMIŞ bir halk var!

Onurumuzu bir daha göndere çektiler!

Onlarca yıl medya yalanlarının iç dünyalarını istila etmesine rağmen, o asil ruhları, saflığını bir an kaybetmedi!

Yenilmez ve baş edilemez olduklarını bütün dünyaya tarihe gösterdiler!

Tank helikopter mermilerinin ateş toplarını bedenleriyle susturdular!

Dedelerinin kahramanlık hikayelerinin kütüphane raflarında tozlanmasına izin vermediler.

Her biri tek tek bir hazan yaprağı gibi tankların önünde yere düştüler, dizi dizi cesetleri hainlerin tanklarını kıskıvrak yakaladı!

Tankların önünde bir tşört bir gömlekle meydan okudular, kimbilir İskitler’de Siteler’de Keçiören’de Aydınlıkevler’de bir dönerci, bir marangoz, kimbilir bir çay ocağı esnafıydılar.

Tank mermileriyle yere yıkılırken o ucuzundan tşörtleri kan içinde başka bir renge dedelerinin kutsal elbiselerini bir daha giyindiler!

Yüzyıl önce düşman ordusu yüz yıl sonra kendi ordusuna karşı sanki yüzyıllık zaman arası hiç bitmemiş gibi savaştılar!

‘YIKILACAKSINIZ’

İki.

Bir şeyin ismini bilmek kendini bilmek değildir, bu topraklarda aydınlar ‘demokrasi’ ‘özgürlük’ ‘savaş’ gibi kelimeleri bolca kullandılar, ama hiç birinin ne anlama geldiğini, nasıl zorluklar taşıdığını bilmiyordu, işte mesela direniş, şimdi ismiyle değil canlı canlı kavgasıyla tanıyorsunuz, işte ordu-emniyet-bürokrasi darmadağınık, ‘demokrasi’ ‘hukuk’ neymiş, bu felaket süreçleri yaşamadan bir halkın anlaması mümkün değil.

Demokrasi, hukuk, vs. kelimelerini ekranlardan çok bilmiş gibi halkın başına boşaltmak başka şey, demokrasi, hukuk, vs. canınızla kanınızla trajedi ve dersleriyle yaşayıp bu kelimeleri kullanmak başka şey…

Aydınlarımızın kelime çantaları demokrasi, özgürlük, insan hakları, doluydu, ne oldu o çantaya?

Bu kelimelere ruh veren can veren ‘tarihin’ kendisidir, işte nihayet demokrasi hukuk özgürlük gibi kelimeleri, değerleri ve bir millet için ne ifade ettiklerini, yeni yeni şimdi anlıyoruz.

Bu kelimeler artık tarihle kanla canımızla direnişle ihanetle yıkanıp nihayet parlak ve vazgeçilmez değerlerini hepimize öğretmiştir.

Öyle arkalarına Fetöleri para babalarını alıp sallamakla ağızlarını doldura doldura demokrasi özgürlük diyerek olmuyor!

Üç.

Atom bombasını yapan bilim adamlarından biri hatıratlarında anlatıyor, bomba Japonya’ya atıldıktan sonra çok sevinmiş, ama bir müddet sonra, Amerikan sokaklarına çıkmış, insanlar köprü yapıyor insanlar inşaatlar yapıyor, şaşırmış, ‘niçin bunları yapıyorsunuz nasılsa yıkılacaklar’ diye bağırmaya başlamış, yani depresyona girmiş.

Hala batı tezgah peşinde, hala bir takım ajanlar oyun dümen peşinde, işte bir halkın direnişini gördünüz, uçaklarınızı helikopterlerinizi tanklarınızı yendi, hala bu gizli tertipleri niye yapıyorsunuz, nasılsa faş olacak nasılsa bütün dünyaya rezil olacak nasılsa tanklarınız helikopterleriniz ve ajanlarınız bir işe yaramayacak!

Bir halkın bu muhteşem direnişini gördükten sonra, hala neden gizleniyorsunuz Fetöcüler ajanlar, atom bombasından güçlü insanlar gördünüz, nasılsa ‘yıkılacaksınız!’

Kardeşlerim, iki tür aydın vardır, birisi ünlüdür, ikincisinden bir şey öğrenirsiniz.

Matematik bilmeyen çok insan bir çok Nobelli fizikçinin ne keşfettiğini ve keşfinin ne işe yaradığını bilemez.

Bu halkın direniş tarihini coşkusunu heyecanını serdengeçtiliğini kırk yıldır hiç tanımayan hiç hesaba katmayan yazarlar ajanlar, bu muhteşem direnişi hayatları boyunca hiç hesaba katmadıkları için bugün ibrete alem hapishanedeler.

Bu toprakların tek bir matematiği tek bir fiziği vardır: Direniş!

Bu ülkenin medyası bir takım yazarlara ‘ünlülük’ madalyası takıp konuşturdu onlarca yıl.

Oysa onlarca yazar sansürlendikleri yerlerden bu ünlendirilmiş yazarlara bir şey öğretmeye çalışıyordu: Çanakkale Geçilmez!

Artık hesabınızı düzgün yapın, Çanakkale’nin fiziğini matematiğini bir daha gördünüz

EY SERSEMLER TEORİK LAFLARLA İSKAMBİL KAĞITLARINDAN YAPTIĞINIZ KULELER KAÇ DEFADIR YIKILIYOR

Dört.

Daktilonun başına oturup ezberlenmiş şeyleri yazan insanlar yalancı yazarlardır.

Bir yazarda okuyucu, daha önce duymadığı şeyleri arar, bir bilgisi olmadığı konular arar, ya da hikayesi kolay anlatılmış, sağlam kurgusu olan metinler arar.

Çünkü ‘beyin’ daha önce tanımadığı şeyleri görünce ‘canlanır’.

Çünkü beyin daha önce gördüğü tekrar şeyleri gördükçe ‘tembelleşir!’

İnsan, işte ey yazarlar, yepyeni bir ‘direniş’ gördünüz, nihayet beyniniz canlansın diye bekliyor, nerde?

Ve kalemlerinde çağdaş laik özgürlükçü sosyalist kelimeleri ne kadar bolca boca ederse etsinler ‘tembeldirler’.

Direnişi anlamadığınız sürece bu anlamayış sizi mistikleştirir.

Nice gerçekçiyim diyen yazarlar görüyoruz, gittikçe ‘mistikleşiyor!’

O bolca boca ettikleri özgürlük sol çağdaş laik laflarına ‘mistik’ bir bağlılıkları oluşuyor.

Yazarlıkları artık eleştiri ve zengin ifade ve kurguların muhteşem dünyası hiç değil, direnişi anlamayan yazarlıkları çoktandır bir tekkeye dönüşüyor.

Kendine çağdaş laik sol diyen bu tekkelerle, Atatürk’ün bir mistik tembelliği bulaştırdığı için kapattığı tekkeler arasında hiçbir fark yoktur.

Ey sersemler teorik laflarla iskambil kağıtlarından yaptığınız kuleler kaç defadır yıkılıyor!

Yetsin artık, bu topraklarda adımlarınızı artık sağlam atın!

Şöyle, iskambil kağıdından ikinci kuleyi çıktığınızda, kartları hangi eğimde dizeceğinizi henüz birinci katı inşa ederken size söylemişlerse, o ikinci kat yıkılır, ya da üçüncü katı çıkma şansınız olmaz.

Doğrusu şudur, iskambil kulesi şöyle kurulur, birinci kat öyle sağlam inşa edilir ki ikinci kata çıktığınızda, durum ve şartlar kartlarınızı hangi eğimde inşa etmek zorunda bırakırsa bıraksın, birinci katınız sağlam olduğu için yıkılmaz.

İkinci katı da birinci kat gibi sağlam inşa etmelisiniz ki üçüncü kata çıktığınızda durum ve şartlar ve hayat kartlarınızın eğimleriyle oynar elinizi titretse dahi kuleniz yıkılmaz.

İskambil kulesinde kural, her katı, çok sağlam inşa etmektir.

Kulenin en alt katına, vatan, toprak, cumhuriyet, hukuk, gibi değerleri çok sağlam şekilde inşa etmezseniz, ülkedeki her siyasi olayın paniği karmaşıklığı elinizi titretir ya da kartlarınızı darmadağınık hale getirir.

Artık şu iskambil kulenizi sağlam çıkın, vatan, cumhuriyet, hukuk, gibi değerleri, en alt kata yerleştirin, ikinci katı çıkarken hangi sürpriz sosyal siyasi sonuçlar gelirse gelsin, iskambil kuleniz yıkılmaz.

Bu teorik şartlanmış ve mistikliğiniz ve önceden bilmişçe planlanmış iskambil kuleleriniz yüzünden, halkımız bir Kurtuluş Savaşı verdi, haberiniz olmadı!

Nihat Genç

Odatv.com

Nihat Genç yazdı... Bu topraklarda artık direnişe susamış bir halk var - Resim : 1

darbe 15 Temmuz nihat genç nazım hikmet arşiv