Bu fotoğrafı bir daha görebilecek miyiz

Antalya Piyano Festivali yalnızca size Fazıl Say sunmuyor. Fazıl Say konserlerinde bile Fazıl Say’la birlikte bir çok şey sunuyor. Önce size yalnız...

Antalya Piyano Festivali yalnızca size Fazıl Say sunmuyor. Fazıl Say konserlerinde bile Fazıl Say’la birlikte bir çok şey sunuyor. Önce size yalnız olmadığınızı hissettiriyor. Müziğiyle, müziğe bakışıyla, klasik batı müziğine rock kıvamında protesto eklemesiyle, Elton John’u bile kıskandıracak ritmik melodisiyle (Ömer Hayyam), Şili’li müzisyen Violeta Parra’nın “Gracias a la vida” ezgilerine taş çıkartan Nazım Hikmet’in “Memleketim” bestesiyle kocaman bir Fazıl Say sahnedeydi.

Yirmi sene önce bestelediği on şarkı ile çıktı konserin ikinci bölümüne Fazıl Say, kendisine de muhteşem bir sese sahip Serenad Bağcan eşlik etti.

Fazıl Say’ın besteleri, seslendirişi ile ilgili ahkam kesmek bana düşmez. Bu işin üstesinden gelecek onlarca müzik yazarı var. Ertesi günü sabahı kahvaltı yaparken Fazıl Say’ı nereye koyacağımızı düşündüğümüzde, en önemli görevinin, topluma öncülük etme görevini üstlendiğine karar verdik.

Bunda en önemli etken Ahmet Say’dı elbette. Böyle bir evlat yetiştirmiş olmanın haklı gururunu taşıyordu (Fazıl Say'ın annesini tanımadığımdan bir şey yazamıyorum, mutlaka onun da olağanüstü etkileri vardır oğlu üzerinde. Haksızlık etmeyeyim). Oğlunun zaman zaman tek başına tüm yobazlıkla, gericilikle, ilkellikle mücadalesinde dev bir çınar gibi yanında durdu hep.

Bu yıl 14’üncüsü gerçekleştirilen Antalya Piyano Festivali’nin kahramanları çoktu. Her yıl olduğu gibi bu yıl da renkli simalar doldurmuştu salonu. Ama bu festivali 14 yıldır sırtında taşıyan Kadir Dursun ve Veli Cabar yine kusursuz bir organizasyona imza atmışlardı. Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Prof.Dr.Mustafa Akaydın varlığıyla festivalin sahibiydi. Akgün hanım, dünya güzeli Ayça Bağcı ve Ayça Çatak konukları hiç yalnız bırakmayan, her an yanlarında biten birer fırtınaydı. Elbette daha bir çok gizli kahraman vardı festivalin oluşmasında, ama ben onlara rastladım, onları tanıdım.

Ahmet Say bir kez daha gözümde büyüdü. Yıllardır yazı dünyasının içindeyiz ve hayatından hiç ödün vermeyen bir kimlik olarak herkesin saygısını kazanmış kimliğiyle ve mütevazılığıyla saygınlığını sürdürdü.

1977 yılında ilk yazım Türkiye Yazıları dergisinde basılmıştı (aynı zamanda Dönemeç dergisinde de), o sıralarda Ahmet Say, Vecihi Timuroğlu ve Cemal Süreya derginin yönetimindeydi. Müthiş bir kültür dergisiydi ve ne bileyim aklıma ilk gelenlerden biri olarak Ahmet Kanneci’yi de ilk keşfedenlerden biri Ahmet Say olmuştu.

Yıllar ve yıllar sonra Antalya’da, müzisyen Bağcan ailesinin fertlerinden birini, Serenad Bağcan’ı görünce hemen aklıma kardeş kadar yakın oldukları, akrabaları Attila ağabeyi sordum. Ben Bağcan kardeşlerden biri sanıyordum Atilla ağabeyi. Davul çalardı. Uzun süre Zonguldak Deniz Klübünde müzik hayatını sürdürdü, orada evlendi ve Zonguldak’ı terk ettikten sonra en son ve bir kez Beethoven Bar’da, Selda Bağcan’ın daha yeni müzik hayatına başladığı sıralarda görmüştüm. Serenad Bağcan Atilla ağabeyi birkaç yıl önce kaybettiğimizi söyledi. Ses rengi Mercedes Sosa’yı andıran, ama ondan da güçlü olduğunu düşündüğüm bir tona sahip Serenad Bağcan. Fazıl Say ile birlikte hazırladıkları albüm bugünlerde “ilk şarkılar” adıyla çıkacak. Soner Yalçın’ın dediği gibi, bu albüm piyasaya çıktıktan sonra Türkiye’de “pop” yapıyorum diyen sanatçıların işi artık zor, zira çıtayı bu kalitenin altına düşürmemek zorundalar.

Serter Bağcan da gelmişti Zonguldak’a, bir süre Tenis Kortu’nda sahneye çıktı, sonra sıkıldı gitti.

GELECEK SENE DE OLACAK MI

Fazıl Say’ı sayfalarca anlatabilirim. Onun piyano tekniğinden çok (zira anlamam) besteleri beni çok ilgilendirdi hep. Sanatçıda olması gereken devrimci kimliğini hep korudu. Başı belaya girse de sözlerinden dönmedi. Despot Çar’a başkaldıran Puşkin gibi, Lermontov gibi hep başını dik tuttu, ne sanatından ne dünya görüşünden ödün vermedi.

En az 5 milyon profesyonel piyano çalan Çin gibi bir ülke virtiöz yaratmakta zorlanırken, bizim gibi piyanoların ardiyelere kaldırıldığı bir ülkeden Fazıl Say çıkması umutları çoğalttı, çoğaltıyor.

Orkestra şefleri oldum olasıya ilgimi çekti. Dany Kaye’in çocukluğumda seyrettiğim güldürü gösterilerinde çubuğunu fırlatıp sahneden çıkıp gitmesine rağmen orkestranın çalmaya devam ettiği sahneyi benim yaşımdakiler hatırlar. “E, o zaman?” diye sormuştum kendime. “Şef gitti, orkestra çalıyor. Demek bu adama gerek yokmuş.”

Çocukluğun güzel yanı, kanmayı bilmek.

Antalya Devlet Senfoni Orkestrası’nın Fazıl Say’a eşlik eden birinci bölümünde şef Naci Özgüç’tü. İlk kez onu orkestra yönetirken izledim. Fazıl Say kadar dikkatimi çekti, zira yönettiği Fazıl Say bestesi “Su” oldukça zor bir orkestra parçasıydı. Hem orkestra için hem şef için. Ama daha da yakından kahvaltı masasında tanıdım. Dünyanın en güzel gülen insanlarından biri. Ne çok hasret kalmışız gözleri gülen insanlara.

Şefik Kahramankaptan oradaydı. Müzik bilgisine, daha da önemlisi sevgisine çok güvendiğim için kısa da olsa onunla konuşup görüşlerini aldım, ama en önemli şey meğerse sabah kahvaltısında karşıma çıkacakmış. Naci Özgüç ile orada tanıştım. Dedim ki içimden, “böyle yetenekli ve pırıl pırıl insanlar olduğu sürece, bu ülke gericiliğe asla teslim olmaz.”

Herkese “mavi boncuk” dağıtmak için yazmış gibi oldum, ama sorun müzik olunca, yani dünya dili olunca umutlarınızın kabardığını hissediyorsunuz. Sanatçıların yürekliliği karşısında saygı duyuyorsunuz. “Ben Gezi olayını ağaçları korumak için yapılan bir eylem sandım, ondan destekledim,” kıvırtmalarına onlarda rastlamazsınız. Aynı nakaratı tekrar edip, tüm Türkiye’nin en büyük müzisyeni gibi dolaşanlar da onların arasından çıkmaz. Kendini gelmiş geçmiş en büyük besteci sanıp da, “çöpe attığım notaları Müjde topluyor,” diyen bir kakafoni yoktur oralarda.

Pınar ve Tufan Türenç’i, Mehmet Tezcan’ı, Yazgülü Aydoğan’ı İsmail Küçükkaya’yı, Nebil Özgentürk’ü ve gittiği her yerde Fazıl Say’ı hiç yalnız bırakmayan Hıncal Uluç’u ve diplomat dostum Mehmet Emre’yi görmek de mutluluk veriyordu çevreye. Şehir müzik ile yatıp müzikle kalkıyordu ve hemen herkes de “müzik” konuşuyordu. Siyaset elbette kapıyı arada bir çalıyordu, ama özellikle konserin ikinci bölümü herkesin aklına kazınmıştı. Üstelik herkes de 20 yıl önce bestlenmiş bu şarkıların niye bu kadar beklediğine şaşıyordu. Oysa Fazıl Say cevabını konser sırasında vermişti: “Yirmi sene böyle bir ses gerekiyordu, sonunda buldum: Serenad Bağcan…”

Herkes gibi ben de şiddetle merak ediyorum, 15’inci Antalya Piyano Festivali olacak mı, diye. Türkiye’nin damdan düşer gibi hızla cumhuriyet kazanımlarının gerisine düştüğü şu günlerde, artık bir yıl sonraki güzelliklerin nasıl tomurcuk vereceği kocaman bir soru işareti.

İster misiniz, “kızlı erkekli aynı sahneyi paylaşıyorlar,” diyerek desteklerini çeksinler?

Kim ne derse desin, daha yirmi gün sürecek festivalin her konserini izlemek Antalyalılar için bir şans. Ama belki Grammy ödüllü Michel Camilo’yu Gürer Aykal yönetimindeki orkestra eşliğinde dinlemek mümkün olacaktır. Muhteşem bir kapanış konseri için Antalya şimdiden hazır.

Daha onlarca yıl Antalya Piyano Festivali devam etsin, bulaşıcı hastalık gibi yayılsın. Bunu hep birlikte başarmak zorundayız. Benim bildiğim Kadir Dursun bu işi bırakmaz, Fazıl Say da, belediye çalışanları da, yeniden seçilirse Mustafa Akaydın da bırakmaz. Bırakmamalı.

Festival kapsamında “genç yetenekler” de kendilerini gösterecekler. Onları izlemek, dinlemek Cumhuriyet Türkiye’sinin gururu, aydınlığı…

Mümtaz İdil

Odatv.com

mümtaz idil fazıl say arşiv