Bu borçların sonu ne

Bir önceki yazımı “borcun bedeli yalnızca para değildir” sözleriyle sonlandırmış, borç ile ekonomik ve siyasi bağımsızlık, yani ulusun, ülkenin geleceğine ilişkin söz söyleme hakkı arasındaki ayrılmaz ilişkiye vurgu yapmıştım...

Bir önceki yazımı “borcun bedeli yalnızca para değildir” sözleriyle sonlandırmış, borç ile ekonomik ve siyasi bağımsızlık, yani ulusun, ülkenin geleceğine ilişkin söz söyleme hakkı arasındaki ayrılmaz ilişkiye vurgu yapmıştım.

Bu yazının konusu, sıradan insanlar için borcun bedelinin ne olduğu/ne olabileceği.

Bedelin ne olduğunu hesaplayabilmek, ne olabileceğini kestirebilmek için kimin, kime, hangi koşullarda borçlandığına, borç miktarında zaman içerisinde yaşanan değişimebakmak gerekiyor. Bakılması gereken bir diğer şey, sanki hiç ödemeyecekmiş gibi borçlandığımız 10 küsur yılın sonunda karşı karşıya kaldığımız bu borç sorununun yalnızca bize, bizim ülkemize özgü olup olmadığı.

Sondan başlayıp başa doğru gidelim. Ekonomist Hakan Özyıldız, “Dünya dengelerini daha iyi anlayabilmek için-3” başlıklı yazısında; borçlanma konusunda yaşanan ve “risk iştahı arttı” denilerek piyasacılarca olumlu bir şeymiş gibi sunulan borçlanma çılgınlığının yalnızca bize özel bir durum olmadığını çok net bir şekilde ortaya koyuyor. (http://www.hakanozyildiz.com/2019/09/dunya-dengelerini-daha-iyi-anlayabilmek_30.html#more)

Özyıldız’ın, Uluslararası Finans Enstitüsü (IIF) verilerinden yararlanarak oluşturmuş olduğu ve aşağıda sizlerle paylaştığım tablo, 1970’lerde başlayan ancak esas olarak Doğu Bloğunun yıkılıp, “küreselleşme” adlı manipülasyonun tartışmasız tek düşünce biçimi olarak dünya çapında at koşturduğu 1990’lı yılların başından itibaren büyük ivme kazanan, borç/borçlanma konusunda dünya çapında yaşanan çarpıcı değişimi oldukça açık bir şekilde ortaya koyuyor.

Bu borçların sonu ne - Resim : 1

Hakan Özyıldız’ın tespitleriyle devam edelim. Piyasacılarca mucize büyüme yılları olarak anılan son 20 yılda devletler, şirketler ve hane halklarının toplam borç yükü yüzde 210 oranında artarak, 70 trilyon dolar düzeyindeki Dünya milli gelirinin üç katını aşan bir miktara, 246,5 trilyon dolara ulaşmış durumda. Borç miktarındaki artış ve bunun ödenebilirliği/sürdürülebilirliği işin bir yanı. Diğer yanı, borçlardaki artışın, borç verenler açısından sermayenin merkezileşmesini yani zenginleşmeyi sağlayan, borç alanlar açısından ise mülksüzleşmeyi, gelir dağılımında bozulmayı yani fakirleşmeyi doğuran etkisi.

Gelelim bizdeki duruma; Kimin, kimden, hangi koşullarda borçlandığına, borç miktarında zaman içerisinde yaşanan değişime ve tabii ki borçların düzenli ödenip ödenemediği konusuna.

Aşağıda sizlerle paylaştığım tabloda, söz konusu soruların büyük kısmının yanıtlarını gerek TL, gerekse ABD Doları cinsinden görmek mümkün.

Bu borçların sonu ne - Resim : 2

2002 yılı sonu itibarı ile 235,6 milyar ABD doları olan toplam borç(iç-dış), 2019 yılı haziran sonu itibarıyla yüzde 417,7 artarak 984,2 milyar ABD Doları düzeyine ulaşmış durumda. Toplam borcun yüzde 41,4’ü dış, yüzde 58,6’sı ise iç borç. Bu yazımızın esas konusu olan hane halkları yani aileler, geçtiğimiz 17 yılda borç miktarında en dramatik artışı yaşayan kesim.

Yukarıda yer alan tabloda yanıtını bulamayacağımız iki soru daha var. Birinci soru, borcun maliyeti yani ne kadar faizle borçlanıldığı, bunun diğer ülkelerle karşılaştırılması. Bunun için öncelikle “libor” kavramını açıklamamız, sonrasında bizim borçlanırken diğer ülkelerden ne kadar fazla maliyet üstlendiğimizi yani “libor” oranının ne kadar üzerinde faiz ödediğimizi ortaya koymamız gerekiyor. Londra bankalararası para piyasasında likiditesi yüksek bankaların kendi aralarındaki borç verme işlemlerinde uyguladıkları faiz oranı anlamına gelen London Interbank Offered Rate (LIBOR), günümüz itibarıyla ABD Doları için yüzde 2’nin hemen altındayken, Avro için negatif seviyelerde. https://www.oyakyatirim.com.tr/diger-piyasalar/libor-oranlari

Yukarı da ifade ettiğim gibi, yanıtlanması gereken soru, bizim bu değerlerin ne kadar üzerinde ekstra bedel ödemeyi göze alarak borçlandığımız. Geçtiğimiz hafta içerisinde uluslararası piyasalardan borçlanan Garanti Bankası’ndan yapılan açıklamaya göre, söz konusu kredi 229 milyon 500 bin dolar ve 518 milyon 800 bin avro olmak üzere, iki dilim halinde sırasıyla "Libor+yüzde 2,25" ve "Euribor+yüzde 2,10" maliyetle temin edilmiş. Üstüne üstlük bir de kur riski var. Varın düşünün bu faizin hane halklarına yansıması ne olur. Bu faizlerle borçlanmanın bedeli ne olur diye. (https://www.bloomberght.com/garanti-bbva-nin-sendikasyon-kredisine-islem-tutarinin-uzerinde-talep-geldi-2238666)

Son soru borçların ödenmesinde bir sorun yaşanıp yaşanmadığı konusu. Sözcü gazetesinde yer alan haber kısmen de olsa bu sorunun yanıtını veriyor. Söz konusu habere göre, 2019 yılının ilk 10 ayında, 1,2 milyon vatandaş bankalara olan kredi kartı ve tüketici kredisi borcunu ödeyemediği için icra takibine alınmış durumda.

Hane halklarının borç sorunundan etkilenmesi, yalnızca kendi borcu olan miktardaki artış ve kendi borcunu ödeyemez duruma gelmesi ile sınırlı değil. Kamunun ve özel sektörün borç sorunu, aldığı borçları çevirmede zorlanıyor olması da son tahlilde sıradan vatandaşı ilgilendiriyor, olumsuz etkiliyor. Olumsuz etkiliyor çünkü borçları çevirmekte zorlanan devlet, “bütçe disiplini” adı altında sosyal harcamaları kısıp, kamu çalışanlarının ücretlerini baskı altına alıyor, mal veya hizmet aldığı, yol, inşaat yaptırdığı kişilere olan borcunu zamanında ödeyemiyor. Borçları çevirmekte zorlanan özel sektörün bulduğu çözüm ise doğrudan çalışan sayısını azaltmak, ücretleri baskılamak. Ücretlerin baskılanıp, işsizliğin artıyor olması, hane halkı borçlarının ödenmesini zorlaştırıyor, en alttakilerden başlayarak, borçları ödenemez hale getiriyor. İşsizliğe, yoksulluğa, ödenemeyen borçlara, hacizlere, ciddi varlık kayıplarına, daha da ötesi ciddi insanlık dramlarına neden oluyor.

Her ne kadar “borç bini aştı alacaklı gibiyiz” ya da “borç bini aşınca baklava börek yenir” gibi “özlü sözlerimiz” olsa da, görünen o ki, borç bini aşınca alacaklı gibi olunmadığı gibi baklava börek de yenilemiyor. Borç verenler, insanlık tarihi kadar eski mesleklerinin geleceğini tehlikeye atmamak için, borcunu ödemeyenler konusunda hiçbir koşulda hoşgörülü olmuyor. Örümcek Adam-1 filmini izleyenlerin gayet iyi hatırlayacağı gibi, Örümcek Adam dahi olsanız,“Halanızı” ödenmemiş konut kredisi borcundan dolayı evinden atılmaktan kurtaramıyor, borç verenlerin gücü karşısında çaresiz kalıyorsunuz.

Yazıyı son ve çok önemli olduğunu düşündüğüm bir soruyla bitireyim. Borç bini aşınca alacaklı gibi olunmuyor ya da baklava, börek yenilemiyorsa ne olunuyor?

Yanıtı, London School of Economics'de Öğretim Üyesi olan, Antropolog David Graeber’ın “Borç-İlk 5000 Yıl” (*) isimli kitabında bulmak mümkün. Greaber’a göre yanıt son derece net; Farkında olsanız da, olmasanız da, istediğiniz marka kahveyi içme imkanınız olduğu için özgür olduğunuzu düşünseniz de kölelik.

Ülke de olsanız, kişi de olsanız, borcun adını değiştirip“ yatırım”, borç verenin adını değiştirip “yatırımcı” deseniz de bu sonuç değişmiyor.

Ahmet Müfit

Bu borçların sonu ne - Resim : 3

Odatv.com

(*) David Graeber. Borç-İlk 5000 Yıl. Everest Yayınları. 2015

ahmet müfit arşiv