Cüneyt Ülsever yazdı: Böyle lider olunmaz

Cüneyt Ülsever yazdı: Selahattin Demirtaş'ı uyarıyorum, böyle lider olunmaz

“Zamanın ruhu” bazı haysiyetsizlerin tahrif ettikleri gibi “meseleleri işine geldiği gibi yorumlamak” değildir.

Örneğin; Nazlı Ilıcak, 12 Mart ve 12 Eylül ile ilgili olarak, 10 Ekim 1980 günü Tercüman Gazetesi’nde şunları yazmıştı:

“İşte 12 Eylül, Türk milletinin meşru müdafaaya geçtiği gündür. İdamlar bu meşru müdafaanın bir neticesidir... 1972’de Deniz Gezmiş’e, Yusuf Aslan’a, Hüseyin İnan’a Meclis’te oylarıyla sahip çıkanların Kızıldere’de Mahir Çayan ve arkadaşlarının öldürülmesini ‘devlet terörü’ olarak vasıflandıranların artık sesi soluğu kesilmiştir.”

İdamların ardından 8 yıl 5 ay geçtikten sonra hala öldürülen insanlara “oh olsun!” diyebilen Nazlı Ilıcak 07.05.2012 günü ise (Deniz Gezmişlerin idamından 40 yıl sonra) utanmadan/arlanmada “zamanın ruhu”nun ardına sığınarak şöyle de yazabiliyor:

“Bugün, ideallerini uygulamak için devrime soyunan gençlerin idam edilmesinin çok yanlış olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Ama o günkü anarşi ortamında ve idamların olağan karşılandığı bir dünyada, parlamentoda ‘evet’ oyu kullananlar, sadece ‘zamanın ruhunu’ yansıtıyorlardı.” (Sabah)

Nazlı Ilıcak kendi kirli vicdanını temize çekmek pahasına “zamanın ruhu” sözcüğünü iğfal ediyor!

Türk basınında “zamanın ruhu”nu iğfal eden yüzlerce gazeteciye rast gelebilirsiniz.

Son dönemde Fethullah Hoca’ya yıllarca yağ çektikten sonra Hoca RTE ile pişti olunca Hoca’yı üç paraya satanlar da mutlak ileride “zamanın ruhu”nu bahane edeceklerdir!

***

Benim bu yazıda kullandığım zamanın ruhu=Zeitgeist!

Ne anlama geldiğini ise Ekşi Sözlük çok yalın anlatıyor.

Hegel’in meşhur ettiği, sonraları Kuhn ve Popper okuyanların ‘evet gerçekten de var böyle bir şey’ dedikleri ve anlamı ‘zamanın ruhu’ olan Almanca sözcük ‘mevsimi geldiğinde bir toplumda işlemeye başlayan soyut dinamikler ya da toplumsal yaşamı yönlendiren iklim’ ” olarak açıklanabilir.

***

Liderleri lider yapan “zamanın ruhu”nu yakalamak ve toplumda işleyen soyut dinamiklerin/toplumsal yaşamı yönlendiren iklimin lehine olan gelişmelere önayak olmaktır.

“Zamanın ruhu”nu teknolojik buluşlar (örnek internet), birikmiş sosyal baskılar (Örnek: ABD’de zenci sorunu) ve artık işe yaramayan rejimler (örnek: Türkiye’de kokuşmuş Osmanlı rejimine karşı Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu) v.b. dinamikler ve sosyal iklimler belirliyor.

Bu açıdan bakıldığında, daha önce de yazdığım gibi (Odatv-19.07.2015) yakın tarihimizde

Menderes köylülüğü şehre taşıyarak,

Demirel sanayileşmeyi başlatarak,

Özal ülkeyi dünya rekabetine açarak,

Ecevit sosyal adalet mücadelesini demokrasi jargonuna sokarak

“zamanın ruhu”nu doğru okumuşlar ve bu anlamda tarihe değiştirici lider olarak geçmişlerdir.

***

İnkâr edemeyiz ki RTE de zamanın ruhuna uygun yarattığı değişim ile tarihe geçmiştir.

O sırası ile şehirleşme/sanayileşme/dış dünyaya açılma süreçleri yaşayan cumhuriyetimizde dışlananları/kendilerini dışlanmış hissedenleri çevreden merkeze taşımıştır!

Ülkemizde şehirleşme/sanayileşme/dış dünyaya açılma süreçleri modern hayat tarzını benimsemiş cumhuriyetçiler tarafından yürütülürken; RTE bu hayat tarzına ayak uyduramayan muhafazakâr hayat tarzını benimsemiş kitleleri hüküm süren rejime (müesses nizam) kabul ettiren liderdir.

***

Ancak, zamanın ruhunu okuma misyonu geçici bir görevdir. Zamanın ruhunu doğru okuyan

her liderin bir “son kullanma tarihi” vardır ve o tarih geldikten sonra hepsi bir kenara çekilmiş veya çekilmek zorunda kalmışlardır.

Ağustos 2014’de %52 gibi yüksek bir oyla ülkenin ilk seçilmiş cumhurbaşkanı olma şansını yakalamış RTE de, kendisi kabul etmese de, miadını doldurmuştur.

RTE’nin de misyonu 16 Ocak 2013’de (Beyaz Saray’da) uluslararası arenada, 7 Haziran 2015 günü de Türkiye’de sona ermiştir.

***

Nedir bugün itibari ile ülkemizde ve bölgemizde “zamanın ruhu”nu tarif eden dinamikler?

1)Kürtlerin Ortadoğu coğrafyasında belirgin bir toprakta (göreceli) egemenlik kazanmaları (illa ki kendi devletlerini kurmalarını kast etmiyorum.),

2)Kadim İran Devletinin Ortadoğu coğrafyasında artık bir Batı müttefiki olarak yeni roller ve emperyal etkinlikler yüklenmesi.

Bu iki dinamiği durdurmak/yönünü değiştirmek/yok etmek mümkün değildir!

Türkiye’yi bu iki dinamiğe uygun olarak şekillendirecek kişi/kişiler “zamanın ruhu”nu yakalamış olacaklar ve birer lider olarak tarihe geçeceklerdir.

Ben bu yazıda sadece birinci dinamiği (Kürtleri) irdeleyeceğim. (İran ile ilgili ülkede hiçbir liderin veya kurumun bir öngörüsü/hazırlığı olduğunu sanmıyorum.)

***

Tersten başlayalım. “Kürt meselesinin” dinamiğini kimler okuyamıyor?

1)Tabii ki Devlet Bahçeli!

2)RTE zaten kendi kendisini ajandadan silmiştir. O hala “başkanlık düşü” görüyor.

3) “Yeni Osmanlı” hülyasını gönlünden atamayan Ahmet Davutoğlu da Ortadoğu’da Kürtlere uygun bir misyon yaratamaz.

4)Kemal Kılıçdaroğlu “meseleyi” anlamak ve bir misyon yüklenmek için kendisini çok zorluyor ama koskoca bir “TC geleneği” onu omzundan/boynundan tutuyor.

Ancak, size belki de çok ters gelecek bir tezim var:

5)Gerek Kandil, gerek ise İmralı, (bütünü ile PKK) da artık zamanın ruhuna uygun bir şekilde Kürtlere bir çözüm sunamıyor.

PKK de son kullanma tarihini tamamlamış, miadını doldurmuştur!

***

PKK “Kürt Meselesi”ne büyük bir hizmet verdi. Meseleyi en acı yoldan, en zorba yöntemlerle de olsa dünyaya anlattı.

TC bir türlü meseleyi anlamak istemeyince her iki taraftan binlerce evladımızı kayıp ettik ama “zorba PKK” meseleyi dünyaya kabul ettirdi:

“Kürtlerin kendilerine teslim edilmemiş hakları vardır!”

TC unsurları dâhil bütün dünya “Kürt yoktur” zırvasından “Kürtlerin kendilerine teslim edilmemiş hakları vardır” anlayışına PKK sayesinde ulaştı.

Ancak, PKK unsurları bugüne dek uzlaşma/anlaşma için neleri talep ettiklerini bir türlü somut olarak formüle edemediler. (Çok kez yazdım. Kürt gençleri Kürtçe eğitim mi alsınlar, Kürt dilini mi öğrensinler, bir türlü Kandil bu konuda somut fikir üretemedi. PKK eski Marksist unsurlar gibi taleplerini hep soyut, hamaset dolu, ne anlama geldiği kapalı, yuvarlak jargonlarla ifade etti. Örnek: “Türk ve Kürt halklarının kardeşliği!” umdesi eğitimde ne anlama geliyor, kimse bir şey anlatmadı.)

Kandil toplulukları yönetmenin ne anlama geldiği üzerine hiç kafa yormadı.

40 yılını dağa ve savaşa vermiş kişilerin “müesses nizam” kurma yetenekleri hiç gelişmedi.

(Rahmetli Yaser Arafat’ı 2003 Eylülünde Ramallah’ta ziyaret ederken “Bu adam Filistin Devleti’ni nasıl yönetecek?” diye düşünmüştüm. Arafat dünyadan kopuk, kendi gerçeği içinde yaşıyordu. Belki de en büyük korkusu Filistin Devleti’nin kurulması idi. Devlet kurulduğu an misyonsuz kalacağını sanki hissediyordu.)

Kanım odur ki İmralı’nın ruhu zaman içinde TC tarafından satın alındı.

Kandil ise; Kürtler ABD tarafından Ortadoğu’da “büyük müttefik” ilan edildikten sonra “ağabeyin gölgesinde” kendisini rehavete sürükleyen “gündüz düşleri” görmeye başladı.

Belirli şehirlerde TC’nin göz yumması ile emniyet ve adalet hizmetlerini teslim alınca “devlet kurmuş kadar” oldular.

Milislerin yurt dışına çıkmamasına RTE’nin göz yummasını sonsuz teslimiyet olarak gördüler.

RTE ile ABD’nin arasının bozulmasını “ebedi ayrılık” olarak yorumladılar.

RTE’nin IŞİD sempatisini “sonsuz” zannettiler.

RTE’nin pragmatik ben-merkezciliği sayesinde çıkarları uğruna prensiplerinden ne kadar kolay vaz geçebildiğini hiç görmediler.

Kısacası PKK; hiçbir proje/plan/strateji/taktik üretmeden, ABD şemsiyesi altında, PYD’yi IŞİD üzerine sürerek istediklerini elde edecekleri hesabına kapıldı.

Ancak, reel politika “doğruların” her sabah yeniden tarif edildiği bir alandır.

Kandil bir sabah uyandı ve gördü ki, ABD ile Türkiye “IŞİD karşısında” el sıkışmışlar. Anladılar ki artık Türkiye PKK’yı vurursa en azından bir süre ABD ses çıkarmayacak!

İşte o an hayatlarının en büyük hatasını yaptılar.

Şanlıurfa’nın Suruç ilçesinde 31 gencin IŞİD tarafından katledilmesinin ardından 21.07.2015 günü Ceylanpınar’da iki polisi yataklarında kalleşçe şehit ettiler.

İşte o gün RTE’nin eline büyük bir koz verdiler.

Uyduruk gerekçe Suruç’un intikamını almaktı.

İlan ediyorum ki 21.07.2015 günü Ceylanpınar’da Kandil kendi ayağına kurşun sıkmıştır.

Belirli bir süre yaşayan “ateşkes” dönemi hem Kürtlere, hem Türklere “barışın” tadını tattırmış iken PKK Kürt Meselesi’ni 21.07.2015 günü, ABD’nin kendilerini sattığı zannı ile panikleyerek, tekrar “silah ile çözeceğini” ilan edince Kürt halkını bile karşısına almış, Türklerin tekrar nefretini kazanmış, bence “davasının gerekçelerini” büyük çapta berhava etmiştir.

Başta söyledim. “Kürt Meselesi” çözülmeden zamanın ruhu huzura kavuşamaz ama Kandil müzakere masasından kendisini kendi kaldırmıştır.

Sanırım RTE’nin önüne bundan daha cazip bir imkân konamazdı!

***

6)Acaba Selahattin Demirtaş zamanın ruhunu doğru okuyan, doğru değerlendiren, doğru projeler ile çözen lider olabilir mi?

Demirtaş düne kadar bazılarınca “doğru lider o olabilir!”, diye kucaklanıyordu.

2014 Ağustos ayında yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinden beri bazı Beyaz Türkler de kendisini kucaklamaya çalışıyordu.

Sanki o “meselenin” zamanın ruhuna uygun olduğunu ama asla savaşla çözülemeyeceğini görüyor, savaşın her iki tarafa da sadece zarar verdiğini fark ediyordu.

Ben ise olumlu vasıflarını inkâr etmiyor ama “Kandil’e bağımlı” bünyesine dikkati çekiyordum

Örneğin geçen yıl hakkında şöyle yazmıştım:

“(Cumhurbaşkanlığı) Seçimden önce 17 Temmuz’da bu köşede ‘Duygu ile Aklın Sentezi: Selahattin Demirtaş’ başlıklı bir yazı yazmıştım. Yazımda Demirtaş’ın beni olumlu etkileyen yönlerini sıralamış ama yine de gerekçelerimle birlikte neden kendisine oy vermeyeceğimi açıklamıştım.

Şimdi tekrar yazıyorum. Demirtaş’a şu gerekçelerle oy vermedim: 1) Geldiği geleneğin hunharca işlediği cinayetleri henüz zihnimden silemedim. 2) Bir partinin lideri ama o partinin ipleri başkalarının (Kandil ve İmralı’nın) elinde. 3) Kendisinin değil ama partisinin Kürt halkı adına neler istediği hâlâ somutlaşmadı.” (Odatv-17.08.2014)

Bir başka yazımda da şöyle diyordum:

“Selahattin Demirtaş Beyaz Türklere verdiği sözlerde samimi bile olabilir. Ama HDP içinde kimse PKK (hem Kandil, hem İmralı) cevaz vermeden siyaset yapamaz.

HDP silahsız siyaset yapıyor ama ipler hali ile/doğal olarak ona can/hayat veren PKK’nın (Kandil-İmralı) elinde!

HDP’de kim fazla sivrilirse dersini alır! (Bkz: Eski Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir’e verilen derse. 30 Mart’ta (Belediye Başkanlığı) kazanamayacağı bilini biline Şanlıurfa’dan aday yapıldı. Diyarbakır’da fazla sivrilmişti. Burnu sürtüldü.)

HDP’de son sözü söyleme hakkı Abdullah Öcalan, Cemil Bayık, Murat Karayılan gibi 40 yılını silahların gölgesinde yaşamaya adayanlarındır.” (Odatv-15.04.2015)

Hatta şimdi Öcalan’ın bile kenara itildiğini görüyoruz.

Demirtaş 21. Yüzyılda zamanın ruhu içinde çözülmeyi bekleyen ve her geçen gün beter bastıran “Kürt Meselesi”ni çözmeye en yakın lider olabilir!

Ancak, ipler koptuktan sonra benim kendisi hakkında bir yılı aşkın süredir taşıdığım şüpheleri doğrulamak için adeta elinden geleni yapıyor.

Kendi kendisini ona oy veren Beyaz Türkler önünde bile yok ediyor!

Kandil’i doğrulamak uğruna kusura bakmasın ama bazen açıkça zırvalıyor.

Örneğin şu analizinin seviyesi çok düşük! İkna kabiliyeti sıfır!

“(RTE) Saraya bağlı kurduğu Gladio örgütüyle şu anda kirli bir savaş yürütüyor… Suruç Katliamını yapan bu özel Gladio örgütüdür…”

***

Lider, tarihin akışının ruhunu önce doğru okuyan, sonra da illa ki akışı değiştiren adamdır.

Sanırım, Türkiye’de zamanın ruhunu okuyacak çok kişi var ama onu ruhuna uygun olarak değiştirecek bir adet bile lider yok!

Cüneyt Ülsever

Odatv.com

Cüneyt Ülsever yazdı: Böyle lider olunmaz - Resim : 1

cüneyt ülsever Selahattin Demirtaş arşiv