Böyle bir ortamda "sandık namusu"ndan bahsedilemez

Gündemdeki yerini koruyan Gezi Direnişi etrafında şekillenen tartışmalar ve siyasete bir göz attığımızda demokrasi ve siyaset anlayışımız hakkında...

Gündemdeki yerini koruyan Gezi Direnişi etrafında şekillenen tartışmalar ve siyasete bir göz attığımızda demokrasi ve siyaset anlayışımız hakkında, maalesef, iç karartıcı bir görüntü ile karşılaşıyoruz. Konuyu çok dağıtmadan, başta başbakan olmak üzere tüm yandaşların hiç taviz vermeden sözünü ettikleri sandık demokrasisini kısaca tartışmak istiyorum. Yazının sınırları içinde kalarak, tartışmayı iki boyutta sürdürmek niyetindeyim.

Çağdaş demokrasi anlayışında parlamentonun şekillenmesi sandık sonuçlarına göre gerçekleşir. Bu doğrudur. Ancak, sandık söyleminin demokrasinin namusu olarak ileri sürülmesinin çok önemli şartı bizzat "sandığın namusu"dur. Kapitalist sistemlerde gelir dağılımı sorununu kurcalamazsak, sandığın namusu seçim yasası, iki seçim arası uygulanan rejim ve fiili seçim koşullarından oluşur. Parlamentonun ulusal iradeyi olabildiğince yansıtabilmesi toplumun parlamentodaki temsil oranına bağlıdır. Bunu engelleyen siyasal erkin sandık namusu arkasına sığınması siyasal etikle bağdaşmaz.

HİLELERİNİN VAR OLDUĞU DURUMDA SANDIK NAMUSUNDAN SÖZ EDİLEMEZ

Demokrasi sandık ilişkisinde ikinci zaruri koşul iki seçim arası uygulanan rejim ve seçim koşullarıdır. İki seçim arasında uygulanan baskıcı ya da görece özgürlük ortamı, seçim kütüklerinin saptanması, seçim kolileri ve oy satın almalarına ve sayım hilelerine dek bir dizi akla gelen ya da gelmeyen seçim koşulları ve hilelerinin var olduğu durumda sandık namusundan söz edilemez. Hele de seçim yasası ve koşullarının uygun biçimde uygulanmasından birinci derecede sorumlu olan iktidar güçlerinin sandık edebiyatından uzak durmaları, hiç değilse, siyaset nezaket ve etik gereğidir. Muhalefet partilerinin de bu konuda iktidar partisi kadar görevi ve sorumluluğu vardır. Ülkemizdeki durum hem iktidar hem de muhalefet partisi açılarından hiç de olumlu ve etiksel bir görüntü vermemektedir.

İktidar partisi liderinin yukarıdaki sorumluluktan sıyrılması olası olmadığı açıktır. Bununla beraber, başbakanın devamlı olarak sandık demokrasisinden söz etmesinin nedenini anlamak durumundayız. Günümüzün küreselleşme koşullarında ulus içinden dış dünyaya taşan müdahale olanakları yaşanırken, iki seçim arasında iç siyasi mesajların kısıtlanmasının ciddi analiz edilmesi gereken bir gerekçesi olmalıdır. Bence başbakanın tavrında asıl üzerinde durulması gereken nokta burasıdır. Dikkat edilirse, sıkıyönetimlerde ilk bildirilerinde basına ve iletişim araçlarına sansür koyularak, bireyler ve halklar arası iletişim kesilerek, tüm mesajların komutandan gelmesi yolu oluşturulur. Faşist rejimlerin vazgeçilmez koşulu!

GEZİ DİRENİŞİ GİBİ EYLEMLER BASTIRILMAMALIDIR

Her şeyden önce sandık dışı yollarla iktidara verilen mesajlar, Habermas gibi kimi siyasetçilerin "kamusal alan" diye adlandırdığı ve demokrasinin çok temel ilkesi niteliğindeki iletişim işlevine sahiptir. Söz konusu iletişim işlevi, bir yönü ile tüm topluma, diğer yönü ile siyasal erke olmak üzere ikilidir. Bu yolla toplumda bireyler ve/veya gruplar arası iletişim kanalları açılıp fikir oluşumu ve alış-verişi gerçekleştirilerek, hem toplumda sembiyotik koşullar gelişir, hem de toplumsal bütünlük güçlenebilir.

Bu yaklaşımın geçerli olduğu varsayımı altında, yani kamusal alanların geliştirilmesinin toplumsal gelişmeye hizmet ederek, demokrasiyi daha güçlü temellere oturtabileceği tezi geçerli ise, demokrasiye gerçekten hizmet etmeyi kendine görev edinmiş bir iktidarın kamusal alan politikasını engellemek bir yana geliştirilmesini sağlaması ve bundan yararlanması beklenebilir. Gezi Direnişi'nde olduğu gibi, hiçbir şiddete başvurmadan salt bazı kesimlerin düşünce ve beklentilerinin toplumsal alana ve siyasetçilere yansıtılmasına yönelik eylemlerin bastırılmaması gerekir. Hal böyle olunca, Gezi Direnişi'nde ve sair benzer kalkışlarda siyasal erkin yöneldiği şiddetin bir gerekçesi olmalıdır.

SERMAYE BU KALKIŞLARA İZİN VERMEZ

Kimi siyasetçilerin kişisel anlayış ve tavırlarından bağımsız olarak sistemik bir açıklama yolu ile toplumsal kalkışların şiddetle baskılanması ve sandık namusu görüşüne sarılma ancak iki farklı tezle açıklanabilir. Birincisi, siyasete karşı değil, sisteme ve dolayısıyla devlete karşı ayaklanmadır. Devletlerin ideolojik anayasasını sistem belirlediğinden, sisteme karşı çıkış, doğal olarak, var olan devlete karşı çıkış anlamına gelir. Her sistem kendini koruma refleksi ile davranış sergileyeceğinden, bu tür kalkışlar bastırılır. Her ne kadar geniş anlamda politik yaklaşımda "ileri demokrasi" anlayışının bu tür kalkışlara da izin vermek durumunda olması gerektiği ileri sürülürse de, sermaye çevreleri bu tür kalkışlara izin vermez ve şiddetle bastırılır. Gezi Direniş'inin müebbet hapis ile cezalandırılması gerektiği tezini ileri süren siyasilerin bir kez daha hukuk tedrisatından geçmeleri gerekmektedir. Zira, demokrasilerde var olan hükümetlere karşı kalkışlar olabilir ve gerçek demokratik hükümetler bu eleştiri ve kalkışları dikkate alır, kritik noktalarda istifa dahi söz konusu olabilir.

GEZİ DİRENİŞİ RANTI ORTAYA ÇIKARDI

Gezi Direnişi üzerinden sistem içi kalkışlara genel bir yaklaşım yaparsak, bu noktada da iki farklı açılımla karşılaşıyoruz. Birincisi, söz konusu kalkışların ciddi rant kavgalarına çomak sokuyor ve rant paylaşımı kavgalarını açığa çıkarıyor olmasıdır. Burada sermaye-siyaset işbirliği devrede olarak kalkışa karşı çıkılmaktadır. Nitekim öyle anlaşılıyor ki, Gezi Direnişi'nde başat olan AVM meselesi böyle bir rant kavgasının çekirdeğini oluşturmuştur. Aynı şekilde Haydarpaşa Platformu ve Galata-Port Platformu direnişlerinde de benzer rant kavgaları su yüzüne çıkmaktadır. Bu bağlamda ikinci açılım ise, iktidar partisinin sandığa giderken açıkladığı programın arkasındaki gizli gerçek emellerin tedricen açığa çıkarak anlaşılması ve bazı duyarlı kesimlerin buna tepki geliştirmesidir. Örneğin, özel alana müdahale söyleminde, iktidarın gayet planlı ve tedricen devreye koyduğu "ılımlı İslâmlaştırma" projesine karşı geliştirilen karşı çıkış öne çıkmaktadır.

Makale boyutunda kalarak söz konusu gelişmeleri kapsayıcı bir siyasal anlatımda ifade etmek gerekirse, sistem içi kalkışlar genel anlamda demokrasi anlayışına uygundur, ancak kapitalizme aykırıdır. Zira uygulamada kapitalizm, teorilerde yazıldığı biçimi ile düzgün çalışan bir sistem olmayıp, hakim çevrelerin her türlü fırsatı ve baskı yöntemlerini kullanarak kaynak sağlama uygulamasından başka bir şey değildir. Siyasal erki eline geçiren de bunu yapar, siyasal erki hakimiyeti altına alan sermaye de bunu yapar. Bu iki güç odağı arasındaki kavgada da çoğu kez Maliye müfettişleri ya da yargı devreye girer. Ne var ki, bu kapışmada halkın uyarılmaması ve uyanmaması gerekir. İşte, sisteme dokunmasa da, her toplumsal kalkış ve direniş toplumda iletişimi güçlendirip toplumsal uyarmayı sağladığı derecede ne sermayenin ne de siyasal erkin hoşuna gider. Bu durum ve söz konusu toplumsal kalkışlar, kaynakların görece bol ve toplumsal kurumların gelişmiş olduğu ileri ekonomi toplumlarında görece sakin geçiştirilirken, kaynakların kıt ve bölüşüm sorunlarının hararetli yaşandığı geç kapitalistleşen toplumlarda çok daha şiddetli yaşanır. Küreselleşen dünyada çöken kapitalizmde hizmete koşulan ve BOP eş-başkanlığı şerefine nail olmuş Türkiye'de ise, halkın samimi duygularının tam bir dincilik ve tarikat gericiliği ile sömürülerek, ülke kaynaklarının emperyalistlere peşkeş çekilmesi durumunda tabii ki söz konusu toplumsal kalkışlara izin verilmez!

AMAN TOPLUM UYANMASIN

Bu durumda sandık edebiyatına sarılmak kaçınılmaz olur. İki seçim arası yaşanan toplumsal uyanışlar ne kadar engellenebilirse, sandıkta toplumu avlamak o kadar kolay olur! Aksi durumda, toplumsal kalkış ve uyanışlar da bir şekilde sandığa yansıyacak ise, niçin toplumsal kalkışlara şiddetle kızılır ve karşı çıkılır ki? Ne var ki, kapitalist toplumlar bir yana, hele de geç kapitalistleşen toplumlarda tarikat kümeleşmeleri ve baskılarıyla oluşan sandık sonuçları halkların gerçek çıkarlarını gösteremeyeceğinden, ideal toplumsal talepleri de yansıtamaz. Bunun içindir ki, halkın uyanmasının engellenmesi amacıyla toplumsal kalkışlar şiddetle baskılanmaktadır. Sermaye ve Dünya emperyalizminin siyasetçilerle birlikteliğinin halkları sandıkla iknası, diğer tüm durum ve koşullardakinden çok daha kolaydır. Sermaye ve emperyalizmle elele çalışan siyasal erkler gerçek sandıktan korkmakta ve "gardırop-sandık edebiyatı"na sarılmaktalar. Sandık namusunun olmadığı yerde, demokrasi namusu olarak sandık edebiyatına sarılmak siyasetçinin meşrebine uygun olsa da, akademik ve aydın kişilerin ahlak anlayışına uymaz!

Prof. Dr. İzzettin Önder

Odatv.com

sandık namusu gezi direnişi arşiv