BOP eşbaşkanlığına evet mi hayır mı

Müyesser Yıldız yazdı

Avrupa'da salgına dönen Türkiye karşıtlığının şokunu yaşıyoruz.

Önce Almanya, ardından Hollanda, nihayet AB'ye söylenmedik söz kalmadı.

Erdoğan iki gün önce, “AB hakkındaki görüşlerim başından beri biliniyor. Oyalıyorlar” dedi.

Bakanlar, “AB bizi aldattı” diye infial etti.

Ve nihayet, “Haçlı zihniyeti” noktasına gelindi.

Peki AB'nin bu olduğunu gerçekten bilmiyorlar mıydı?

MİLLİ GÖRÜŞ GÖMLEĞİNİ ÇIKARMADAN ÖNCE

Erdoğan'dan başlayalım. Daha 1994'te, “Avrupa Topluluğu’na girmek için koşturuyorlar. Onlar da bizi almamayı düşünüyorlar. Eee... biz de girmemeyi düşünüyoruz. Avrupa Topluluğu’nun asıl adı Katolik Hıristiyan Devletler Birliği’dir” demedi mi?

Ya devr-i Başbakanlığı, Dışişleri Bakanlığı ve Cumhurbaşkanlığında, AB'ye girmek için koşuşturan lokomotif isim Abdullah Gül?

Refah Partisi'ndeyken, yani üzerinde “Milli Görüş” gömleği varken, AB konusundaki görüşlerinden bir demet sunalım:

- Türkiye’nin AB’ne giremeyeceği kesindir. Bunu Avrupalılar, Avrupa’nın önde gelen bütün politikacıları, Avrupalı filozofların hepsi söylemektedir. Çünkü AB bir Hıristiyan Birliğidir.

- Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi'nde kabul edilen çok ciddi bir karar tasarısında en önemlisi Türkiye'deki PKK terör örgütünü, adeta bir kurtuluş ordusuna benzeten cümleler geçiyor. Türkiye'deki terörle mücadelede, bir nevi Avrupa'nın arabuluculuğunu temin edecek bir heyetin Türkiye'ye gönderilmeye kalkışılması ve ayrıca Cenevre Konvansiyonu gibi bazı anlaşmaların uygulanmasına yol açacak hükümler getirmesi ve belki de daha sonradan, kafalarında olan Kızılhaç falan gibi meseleyi milletlerarası seviyeye getirici, diplomatik kapılar açıcı konuları içeriyor kanun tasarısı... Bu tasarısı görüşülürken, en önemli noktalardan birisi de birçok milletvekilinin, Sevr Antlaşmasına atıfta bulunmalarıdır. Avrupalının kafasında olan şey, Türkiye'nin bölünmesi ve o zaman Osmanlıya dikte ettiremedikleri şeyleri Türkiye'ye dikte ettirmektir. Hatta o kadar ileri gidilmiştir ki, bazı İngiliz milletvekillerinin sınırların değiştirilebileceğini dahi konuştukları, zabıtlarda mevcuttur…

- Avrupa'nın ve Avrupa Konseyinin, Türkiye'de, gerçek anlamda demokratikleşme istediğine, gerçek anlamda düşünce ve fikir özgürlüğü istediğine inanıyorsanız, kesinlikle yanılırsınız. Türkiye'de, bunlar, sadece bölücülük için bir hürriyet istemektedirler...

- Avrupa siyasetinin ve diplomasisinin, Güneydoğu meselemizi bir azınlık statüsüne oturtma gayreti, Sevr anlayışından kaynaklanmaktadır...

- İngiliz Dışişleri Bakanı gazetelerde yazıyor; “Türkiye’yi biz kendi haline bırakamazdık, Türkiye’yi başka yönlere sevk edemezdik” diyor. Bu İngiliz Dışişleri Bakanı, Bosna-Hersek’teki katliamın arkasında olan birkaç Dışişleri Bakanından birisidir. 250 bin Müslümanın, Avrupa’nın, dünyanın gözü önünde katledilmesinin müsebbiplerinden birisidir. Bu adam mı, Türkiye’ye sevgisiyle, Türkiye’yi biz aldık diye sevinecektir?..

- Avrupa öyle bir mekanizma oluşturmak istiyor ki, Türkiye'yi hem yörüngesinde tutmak istiyor, hem de Avrupa'nın bütün nimetlerinden faydalandırmak istemiyor... Bizim bu tenkitlerimiz hep Avrupa düşmanlığı olarak yorumlandı, ama geldiğimiz nokta odur... Kapitalist onlar... Düyun-u Umumiye’yi hatırlayın...

GÖMLEĞİ ÇIKARDIKTAN SONRA

Erdoğan ve Gül, Kıbrıs'tan Ege'ye daha neler neler söylemedi ki!.. AKP kurulduktan sonra ise “pragmatist” olup, “reel politik” gereği, Türkiye'nin önüne hemen AB hedefini koydular.

Daha açıkçası, “Ankara'nın şerrinden Brüksel ve Washington'un şefaatine sığınıp, “Bizi desteklemezseniz, ulusalcılar, milliyetçiler gelir” dediler. Bu uğurda da;

- Gül'ün RP'deyken dikkat çektiği “tehlikelerin” tamamı, eksiği yok fazlası var, hayata geçirildi. Bu da, “AB, Türkiye'nin dönüşüm sürecidir. Türkiye'nin 80 yılda kendi dinamikleriyle gerçekleştiremediği bu dönüşüm, dışarıdaki bir siyasi gücün desteğiyle yapılıyor” gerekçesiyle açıklandı...

- AB'nin çifte standartlarına dikkat çekenler, “Türkiye'yi Ortadoğu ligini, üçüncü lige itmek, 3. dünya ülkesi yapmak, içi kapamak, Demirperde ülkesine benzetmek istiyorlar” diye suçlandı. Yetmedi, “Ergenekoncu, Avrasyacı” ilân edilip, Silivri'ye gönderildi...

- AB yöneticileri açıkça, “Türkiye'yi önce uyutalım, sonra unutalım” dediği, Merkel, AB'ye 50 sene sonra “yakınlaşabileceğimizi” söylediği halde, durmaksızın yola devam edildi...

- Sultan Abdülaziz'den 100 yıl sonra İngiliz Kraliçesi'nden “Büyük Şövalye Nişanı” alındı... Türkiye'nin AB sürecini, “Ayının derisini öldürmeden yüzmeye” benzeten İngiliz Dışişleri Bakanı'na Cumhuriyet Nişanı takıldı...

Peki artık AB'ye gireceğimize inanmışlar mıydı?

Dönemin Romanya Dışişleri Bakanı'na, “Hayalci değiliz, zorluklarımızı biliyoruz. Üyeliğe hazır hale gelmek için 40 yıl bile bekleyeceğimizin farkındayız. Yeter ki, bizi şu müzakere kararı eşiğinden geçirin, sonra sorun çıkarmayız” sözü verdiklerine göre; Tabii ki, değil.

ONLAR BİZE “SOYKIRIMCI” DEDİĞİNDE

Sıcak gündeme gelelim.

Almanya ve AB'yi hoplatan, “Nazi” denmesi oldu.

O Almanya ki, daha 9 ay önce Türkiye'yi “soykırımcı” ilân ettiğinde ne yaptık? 1 ay sonra unutup, hiçbir şey olmamış gibi Merkel'le görüşmeleri sürdürdük.

Anladık ki, bakanlarımızın referandum çalışması için Almanya ve Hollanda'ya sokulmaması, milletimize “soykırımcı” damgası vurulmasından daha onur kırıcıymış!..

O ARABAYA ABLUKA AVRUPA'NIN ÇUVALIDIR

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu Almanya ve Hollanda'ya gidemedi. Gençlik ve Spor Bakanı Çağatay Kılıç ise Almanya'daydı. Ama o değil, kadın Bakanımız Fatma Betül Sayan Kaya Hollanda'ya geçti ve ülkemiz açısından o ağır tablo yaşandı.

Bakan Kaya'nın, “Sayın Cumhurbaşkanımızdan 'Artık dönebilirsin' denilmeseydi ben orada ölecektim” sözlerini, Erdoğan'ın Kaya için “Nene Hatun” benzetmesini ve ne tesadüf bu olayın ertesinde Avrupa Adalet Divanı'nın aldığı başörtüsü yasağı kararına dikkat çekip, devam edelim:

Ne yazık ki; O arabada abluka altına alınan, “goriller” tarafından sınır dışı edilen öncelikle Türkiye Cumhuriyeti Devleti'dir. “Yeni Türkiye”nin kurulduğunun söylendiği günlerde, adeta “eski” Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin tabutuna çivi çakılmasıdır!..

ABD'nin Süleymaniye'de askerimizin başına geçirdiği çuvalın, Avrupa versiyonudur.

ABD o çuvalı geçirdiğinde nota vermeyip, “Ne notası, müzik notası mı?” dendiği içindir ki, bugün Hollanda'ya verdiğimiz iki notaya “müzik notası” muamelesi yapılabilmiştir.

YENİ DÜNYADA “YENİ TÜRKİYE”NİN YERİ

Toparlarsak; ABD ve Rusya'yla ilişkilerimiz ortada.

AB'yle gelinen duruma ise hiç şaşırmayalım. Yıllarca onlar “alacakmış” gibi, Ankara da “girecekmiş” gibi yaptı. Aynen ABD, FETÖ, PKK'daki gibi, “Ne istedilerse verip”, kolkola Türkiye'yi “dönüştürdüler”!..

Bugün değişen sadece yöntem, ama “menzil” aynı!..

Aslında her seçim öncesi “AB karşıtlığı” yükseldi. Ama bu defa farklı ve referandumu aşan bir anlamı var.

Sadece “Yeni Türkiye” değil, yeni dünya düzeni kurulurken, Türkiye'nin yerini de yıllar öncesinden hem coğrafik, hem siyasi anlamda belirlediler; Orta Doğu!.. BOP eş başkanlığı... İslâm aleminin liderliği, yani halifelik!..

İşte yaşanan krizin tam adı, bu “dönüşümün” tamamlanmasıdır.

AKP'nin kuruluşunda programına katkılar yaptığı belirtilen İsrailli diplomat Alon Liel'in daha o yıllarda, “Erdoğanizm'i demokratikleşmiş Kemalizm olarak görüyorum. Erdoğanizm Kemalizmin güncelleşmiş bir versiyonudur... Erdoğan'ın zaferi, efsanevi lider Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde uzun bir modernleşme ve demokratikleşme sürecinin başladığı Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulduğu 1923 yılından beri deneyimlenen en dramatik siyasi değişimdir... AKP 'İslâm light'tır. Bu İslâm'ın yeni bir versiyonudur, bu modern İslâm'dır, ılımlı İslâm'dır” dediğini unutmayalım.

Şunları da:

ABD Başkanı Clinton'un 1999'daki, “20'inci yüzyılda yarım kalan hesapların 21'inci yüzyılda tamamlanacağı, haritaların yeniden çizileceği, bunun merkezinin de Türkiye olacağı” mesajını... Ve “İslâm dünyasının bir başı yok. Hıristiyanlığın papalık gibi bir kuruluşu var. İslâm dininin gerçek bir lideri olsa, onu Beyaz Saray'a çağırır, diyalog başlatırdık” sözlerini...

Avrupa Musevi Kongresi Başkanı Pierre Besnainou'nun 2007'de dönemin Başbakanı Erdoğan, Dışişleri Bakanı Gül ve MİT Müsteşarı Emre Taner'le görüşmesinin ardından İsrail Haaretz Gazetesi’nde, “Türkiye ziyaretinde Başbakan Erdoğan’a, Ortadoğu’da lider rolü oynayabileceğini söyledim... İslâm dünyası Ahmedinejad’dan daha iyi sözcüyü hak ediyor... Erdoğan’ın İslam dünyasının sözcüsü olması gerekiyor...” diye yazdığını...

Çok değil, 6 ay önce BM toplantısı için ABD'ye giden Erdoğan'ın 22 Eylül 2016'da ünlü aile Rotschild'lerden James Rotschild ve Henry Kissinger’in de katıldığı, 15 önde gelen ABD’li işadamı ile yaptığı kapalı toplantıda, ABD'nin dünyadaki en büyük yatırım şirketlerinden, Almanya'da da yatırımları olan Blacstone Şirketi'nin Başkanı Hamilton E. Jones'un, Erdoğan'ın BM'nin yapısına yönelik eleştirilerine, “İslâm Dünyasının dağınıklığına ve temsil sorununa bakıldığında, siz şu anda fiilen İslâm dünyasının ihtiyaç duyduğu sesi temsil ediyorsunuz” cevabını vermesini...

Ve Doğu-Güneydoğu'daki referandum kampanyasında, “Halifelik gelecek” propagandasının yapıldığını...

Özetle;

ABD ve AB, Erdoğan'dan vazgeçmedi. Aksine “yeni dünya düzeni” projesi için Erdoğan'ın “tek adam” olması isteniyor ve “evet” destekleniyor. İsrail'in güvenliği için açılacak yeni cephe İran'a karşı da “halifelik” kozu kullanılıyor...

Bahçeli başkanlık sistemini, “Erdoğan'ın fiili durumunu legalleştirmek” için gündeme getirmişti, ama referandumla sadece bu değil, Türkiye'nin on yıllardır fiilen yürüttüğü BOP eşbaşkanlığının legalleştirilmesi de hedefleniyor...

Müyesser Yıldız

Odatv.com

Tayyip Erdoğan bop hollanda ABD Rusya Suriye arşiv