Bizimkiler'den, Süper Baba'dan, Ekmek Teknesi'nden bugünlere nasıl geldik

Elçin Demiröz yazdı...

Çağın gidişatı, alıştığımız tip programlara evlilik, yemek gibi birbirini yeme konseptli yeni türler ekleye dursun dizilerin de durumu bunlardan pek parlak değil. 30 yıllık sürece baktığımızda bu yapımların sadece konusu, formatı, çekim teknikleri oyuncuları değişmedi. Davranış biçimi yön değiştirdi, alışılmış olmayanı hatta hatalı olanı bile normalleşme standardı sanki düstur edinildi. Karısını koruyup kollayan kocadan bugün döven figüre; aşkını söylemekten utanan taraftan, evli birini bile hunharca ayartan tarafa frensiz ilerliyoruz. Klişelerin arasında patinaj çeken yapımlar, toplumun direkt sinir uçlarını hedef alan konuları ele almaktan usanmıyor. Sayıları, süreleri arttı ama çapları daraldı. İhanet, yasak aşk, akrabaya ilgi, kadına yönelik aşağılama, statü ayrımcılığı, para hırsı, entrika, yalan, inkar… Dolayısıyla da izleyici, duygusuna, inancına, değerlerine sırf izlenmek için tüm şarjörünü boşaltan yapımlar karşısında serseme dönmüş durumda. Sevse de sevmese de koltuğun bir ucunda Stockholm sendromuyla birlikte kendini TV karşısına buluyor.

Zaten rakamlar da bunu gösteriyor. RTÜK’ün 2018’de yaptığı bir araştırma, Türkiye’de en çok izlenen ikinci program türünün ayda 15 gün ile yerli diziler olduğunu gösteriyor. Eğitim düzeyi arttıkça dizi izlenirliği düşüyor. Ancak ilginç olan en çok rahatsız olunan program türünde de dizilerin %21’lik oranla yine ikinci sırada olması.

Bizimkiler'den, Süper Baba'dan, Ekmek Teknesi'nden bugünlere nasıl geldik - Resim : 1

Bizimkiler'den, Süper Baba'dan, Ekmek Teknesi'nden bugünlere nasıl geldik - Resim : 2

Yani rahatsız ola ola izliyoruz. Aynı yıl RTÜK’e gelen 124 bin şikayetin 48 bini dizilerle ilgili. En çok da çocuklara kötü örnek olacak hal ve davranışlardan çekiniyoruz. Hatta bunun canlı bir örneği de yaşandı. Telefonla şikayette bulunan bir çocuk, “Babam bir dizideki karısını döven karaktere çok benziyor. Annemle ben şu an babamdan kaçıyoruz. Lütfen diziyi bitirin de babam anneme aynısını yapamasın” dedi.

NEREDEN NEREYE GELDİK

Yıllar önceye dönelim. Bizimkiler, Şehnaz Tango, Süper Baba, Baba Evi, Ekmek Teknesi. Çoğunda kendi yağında kavrulan, parayı bir sosyal statü sembolü olarak görmeyen, değil bir yasak ilişkiyi, birine duyduğu ilgiyi bile kızarmadan ifade edemeyen karakterlerle büyüdük. Onlarla sevdik, onlarla üzüldük. Çünkü bir tür kendi değer yargılarımızın da bir yansımasıydı.

Sonra ne olduysa bir anda havada uçuşan silahlar, lüks arabalar, holdingler, yalının önünde tekneler, evde topuklu ayakkabılar, iş yerinde gece kıyafetleri, kimin eli kimin cebinde, kimin arka cebinde, diğer eli kimin elinde… Evli mi, değil mi? Gerekir mi? Fark etmez mi?

Yani çivi öyle bir çıktı ki, gelenekle yakından uzaktan ilgisi olmayan birinin bile ahlaki seviyede tepkisini çeken bir seviyesizlik girdabına döndü.

Nasıl ki sosyal medyada, herhangi bir post’un altına yapılan yorumlarda perva artık aranmaz bir başlık olduysa aynı ayarsızlık, bedava bir kitle iletişim aracı olarak herkesin evine ikişer üçer giren televizyonda da karşımızda. Kaçsak da en fazla arka odaya kadar….

NEFRET SEVGİDEN DAHA ÇOK BAĞIMLILIK YAPIYOR

Dizi veya program ne olursa olsun hiçbir kültür nesnesi gerçek olan hazzın kendisini sunamaz. Sadece bu hazzı yapay olarak, “kendini onun yerine koyma” veya “izleyicisi olma” üzerinden yansıtabilir. Bu yüzden sınırları geniştir ki, ne kadar uçlara yaklaşırsa seyircisi de o kadar artar. Yapımın izleyiciyle illa bir sevgi bağı yakalaması gerekmez. Bu yüzden merak, özenme, kıskançlık, ayıplama, karşıt düşünme hatta nefret bile izleyiciyi çekmek için tercih edilen yollardan biri. Çünkü nefret de aynı sevgi gibi bir bağ ve onu bir haz olarak yaşayanlar içinse bağımlılık.

Dolayısıyla kültür endüstrisinde özne olarak gözüken tüketici aslında bir nesne. Bu yüzden de ilgisini çekmek yeterli. Yöntem her ne olursa olsun, ratinge giden yollar artık beylik laflarla, yatak odası entrikalarıyla hatta kadını hedef alan çarpık söylemlerle dolu. Hemen örneklerle hatırlayalım :

“Ben racon kesmem, kafa keserim” (Kurtlar Vadisi)

“Bulmuşsunuz adamları yürütmenin yolunu, iki kuyruk salla” (Kadın)

“Metresliğin gururu mu olur” (Yasak Elma)

Gerçek hayattan kopuk, izleyicisinin zekasını küçümseyen, yapay, yüzeysel, ilişkileri çarpıtarak sunan veya şiddetin magandalıkla sınır komşuluğunda kafa değil beyni kesen yapımları izlemeye acaba ne kadar devam edeceğiz?

Bir tarafta kadını aşağılamaktan, küçümsemekten, o da yetmezmiş gibi yerlere atıp, süründürüp evire çevire dövmekten imtina etmeyen televizyon dizileri… Diğer tarafta lüksün içinde, kişisel ve toplumsal değerlerin en ufak izini taşımayan normlar içinde gözünü ve gönlünü para hırsı büyümüş, evliliği küçümseyen ve buna rağmen zengin koca bulmaya motive eden yapımlarla bilinçaltına serpilen tohumların sorumluluğunu üstlenebilecek miyiz?

Televizyon insanları büyüledikçe, gösteri, anlamın önüne geçiyor.

Onu da yanlış anlamış olacağız ki gösteri gösterişle böcek gibi eziliyor. İyi niyetin yüzüne tükürülüyor, perva koltuğundan ediliyor, entrika baştacı yapılıyor, şiddet başımızın üstüne çıkıyor, ahlak tek odalı evinde ağlayan bir çocuk, hatta metresliğin bile dersi veriliyor.

Biz de oturmuş izliyoruz.

Herkese iyi seyirler.

Elçin Demiröz

Odatv.com

Elçin Demiröz odatv arşiv