BİZ ARTIK 3. CUMHURİYETÇİ OLDUK

Önceki gün 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’ydı. Hemen hemen tüm gazeteler Cumhuriyet Bayramı’nı kutlayan manşetlerle doluydu. Cumhurbaşkanı, Başbakan ve...

Önceki gün 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’ydı. Hemen hemen tüm gazeteler Cumhuriyet Bayramı’nı kutlayan manşetlerle doluydu. Cumhurbaşkanı, Başbakan ve diğerleri Bayramı kutlayan iletiler yayımladılar.
Acaba kutlanan hangi cumhuriyetti? Atatürkçü düşünceye dayalı laik Cumhuriyet mi, yoksa tarikat ve cemaatlerin egemen olduğu İslami Cumhuriyet mi?
Son yıllara kadar kutlanan, hiç kuşku yok ki, Atatürkçü Cumhuriyet’ti. Bu Cumhuriyet’in temelinde laiklik ilkesi vardır. Cumhuriyet’in temel aldığı laiklik, bu siyasal iktidar tarafından indirgenmek istendiği gibi “din ve vicdan özgürlüğü” değil; din ve dünya işlerini ayıran, dine dünya işlerine karışma yasağı getiren ve devlete de bu konuda denetim yetkisi veren bir anlayışa dayanan ilkedir.

NELER OLDU
Acaba artık bu nitelikte bir Cumhuriyet’ten söz etmek olanaklı mı? Bu soruya yanıt vermeden önce Türkiye Cumhuriyeti’nde son 8 yıldır yaşanan gelişmelere bakmak gerekir.
- Önce kamu kurum ve kuruluşlarından başlanarak, askeriye, mülkiye, adliye, üniversiteler, YÖK, TÜBİTAK gibi özerk kurumlar ele geçirildi.
- Kamu kurum ve kuruluşlarına atanmak istenenlerin tümü, “Vücut dilinden anlayanları seçiyoruz” denilerek, imam hatip mezunu, ilahiyatçı, siyasal iktidar yandaşı, eşi türbanlı kişiler arasından seçildi. Özellikle valilik, kaymakamlık, emniyet, milli eğitim, kültür ve turizm kadrolarına yapılmak istenen atamalar dikkat çekiciydi. 10. Cumhurbaşkanı’nın bu atamaları imzalamaması üzerine görevler vekaleten yürütüldü ve Cumhurbaşkanı değişikliğinden sonra tüm atamalar gerçekleştirildi.
Devlet memuru yerine parti memuru yaratıldı.
Yandaşlar, “onlarda bu ülkenin evlatları” denilerek ödüllendirilirken, karşıtların da bu ülkenin evlatları oldukları gözetilmeden cezalandırıldı.
- Önce yasalar değiştirilerek YÖK ve üniversiteler ele geçirilmeye çalışıldı. Başarılamayınca “sabredildi” ve Cumhurbaşkanı’nın değişmesinden sonra YÖK Başkan ve üyeleriyle rektörler “belli” nitelikteki kişiler arasından seçilerek, üniversiteler cemaat ve tarikatlara teslim edilip medreseleştirildi.
Bu sayede, yükseköğretimde türban ve imam hatiplerin önünü açacak katsayı sorunu da laiklik ilkesine ve Öğretim Birliği Yasası’na aykırı biçimde çözüldü.
- İlahiyat fakülteleri sayısı ile öğrenci kontenjanları, imam hatip liselerinin öğrenci sayısı artırıldı, bu okullarda okuyan kız öğrenci sayısı erkek öğrenci sayısını geçti.
- Türban konusunda gizlenmeye çalışılan gerçek amaç ortaya konuldu ve türbanın ilköğretim, ortaöğretim, kamu kurum ve kuruluşlarında da serbest bırakılmasına destek verildi. İlköğretimde ve Çankaya’da bunun ilk denemeleri yapıldı. Ortaöğretimde zaten imam hatipler aracılığıyla laik eğitim çoktan delinmişti.
- Talim Terbiye Kurulu değiştirilerek, ders kitaplarından Atatürk ilke ve devrimleri çıkarılmaya çalışılırken, bu kitaplara dini içerik kazandırıldı. Artık üniversite rektörleri bile, yükseköğretimden “Devrim Tarihi” dersinin kaldırılmasını ister oldular.
- İlahiyat kökenliler okul müdürü yapılırken, öğretmen yokluğu bahanesiyle imamlar din dersi öğretmeni yapılmaya başlandı.
- Peygamberimizin doğum günü, hicri takvim nedeniyle her yıl değişik tarihlerde ve “Mevlüt Kandili” olarak kutlanırken, bununla yetinilmedi ve Kutlu Doğum Haftası ihdas edildi. Ne tesadüftür ki, bu hafta “Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı” haftasına denk getirildi, yönetmeliğe bağlandı, yaygınlaştırıldı ve sayısı hızla artırılan etkinliklerle kutlanıp ulusal egemenlik haftasının üzeri örtülmeye çalışıldı.
Bununla da yetinilmedi, Hükümet üyelerinin de katıldıkları “Said-i Nursi” etkinlikleri, tekke açılışları düzenlenir oldu.

PARTİ MEMURU
- Yasa dışı Kuran kursları açanlarla buralarda öğretmenlik yapanlara verilecek cezalar düşürüldü ya da tümüyle kaldırıldı. Kaçak kursların saptanması durumunda bile kapatılmaları önlendi. Ödüller konularak bu kurslar çekici duruma getirildi. Yatılı Kuran kursları açıldı.
- Devletin öğrenci yurdu açması önlenerek, öğrenciler cemaat ve tarikat yurtlarına mahkum edildi. Bu yurtlar Milli Eğitim Bakanlığı denetiminden çıkarıldı.
- Vakıf üniversiteleri adı altında cemaat ve tarikatların yükseköğretimde kurumlaşması sağlandı.
- Anayasa Mahkemesi’nin, Danıştay’ın ve HSYK’nın aldığı kararlar “ayak bağı” olarak nitelendirilerek, Anayasa değişikliği ile bu yüksek yargı organları ele geçirildi. Böylece, siyasal iktidarın dünya görüşüne uygun rejim değişikliğinin ve parti yargısı oluşturulmasının önü açıldı. Yargı bağımsızlığı yok edildi, hukuk devleti ve demokrasiye ağır darbe indirildi.
- Yasama, yürütme ve yargı tek parti egemenliği altına girdi; böylece “parti devleti” oluşturuldu; “tek adam” yönetiminin yolu açıldı.
- Düzmece davalar, cezaya dönüştürülen tutuklamalarla, siyasal iktidar karşıtı Atatürkçü yurtsever aydınların sesi kesildi.
- Vergi ve para cezaları ile karşıt basın susturuldu. Siyasal iktidardan yana tavır koymayan, siyasal iktidarı eleştiren gazeteciler işlerinden oldular ya da programlar sonlandırıldı. Halkı aydınlatacak basının özgürlüğü yok edildi.
- Yandaş olmayan sermaye kesimi “bertaraf” edildi; yandaş dinci sermaye yaratıldı, devlet kaynakları aktarılarak büyütüldü.
- Meslek odaları, sendikalar, dernekler gibi demokratik kitle örgütlerinin yönetimlerinin dinci ve tutucuların eline geçmesi için çaba gösterildi; ele geçirilemeyenlerin karşısına yeni örgütsel oluşumlar çıkarıldı.
- İtibarsızlaştırma, psikolojik savaş yöntemleriyle silahlı kuvvetler mensupları teslim alındı, düzmece belgelerle birçok yurtsever kahraman subay cezaevlerine tıkıldı, haklarında davalar açıldı.
- İlk kez “Müslüman bir Cumhurbaşkanı” sloganıyla, uzlaşma aranmadan AKP Genel Başkanı tarafından aday gösterilen bir bakan, AKP oylarıyla Cumhurbaşkanlığı’na atandı.
- “Küreselleşme yerelleşmeyi, yerelleşme İslami bir yapıyı getirir” sloganıyla, üniter devlet, ulus devlet ve laik devlet yapısına zarar verecek Anayasa’ya aykırı yasalarla “adem-i merkezi” bir yapının önü açıldı.
- Türkiye Cumhuriyeti’ni daha İslami bir yapıya kavuşturacak modelin bulucuları, en üst bürokrat, milletvekili, bakan yapıldı.
- Cemaat ve tarikat müritleri Devlet yönetimine egemen kılındı. Toplumu yönlendirebilmek için “Kanaat Önderi İmamlar”, “Aile İzleme Komiteleri” gibi projeler açıkça dile getirilmeye başlandı.
- Cuma namazları devlet programına girdi.
- Anayasa’daki açık tanıma karşın, uygulamada laiklik ilkesi, “din ve vicdan özgürlüğü”ne indirgenerek yok edildi. Din, dini duygular ve dince kutsal sayılan değerler, siyasi ve kişisel çıkarlar uğruna sömürü malzemesi yapıldı.
- “Kürt Açılımı” projesi kapsamında Güneydoğu’da Kuran kursları ve imam hatiplerin yaygınlaştırılması planlandı.
HANGİ CUMHURİYET
- Ortadoğu’da model oluşturmak amacıyla, asıl hedefi Türkiye’de “ılımlı İslam Cumhuriyeti”ni kurmak olan Büyük Ortadoğu Projesi Eşbaşkanlığı kabul edildi.
- Dış politikada eksen İslami devletlere doğru kaydırıldı; dinci örgütlere sahip çıkıldı.
- Başkent’in fiilen İstanbul’a taşınması konusunda çeşitli uygulamalar yapıldı.
- Son olarak da, irtica, Devlet güvenliği yönünden iç tehdit olmaktan çıkarıldı ve Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nde gerekli düzenlemenin yapılması Bakanlar Kurulu’ndan istendi.
İşte Türkiye’de 8 yılda yaşanan gelişmeler. Bu tablo karşısında hala Türkiye Cumhuriyeti’nin Atatürkçü ideolojinin egemen olduğu bir cumhuriyet olduğunu söyleyebilir miyiz?
Peki biz 29 Ekim’de hangi cumhuriyetin bayramını kutladık? Atatürkçü Cumhuriyet’in mi, yoksa irticai gelişmeler karşısında irticaın tehdit olduğunu MGSB’nden çıkaran, özgürlüğü kılık kıyafete indirgeyen, siyasal İslamın simgesi olan türbanı devleti temsil eder duruma getiren, laikliğin içini boşaltmaya çalışan yeni bir cumhuriyetin mi?

Bülent Serim
Anayasa Mahkemesi Eski Genel Sekreteri
Odatv.com

tarikatler Cemaatler atatürkçü düşünce 29 ekim resepsiyonu arşiv