Bilal Erdoğan'ın Kabe sözlerini bir de böyle okuyun

Kabe’den yola çıkarak önümüze bakmaya çalışacaksak çok gerilere bile gitmeye gerek yok; bir elli yıl öncesi bile yeter bize...

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan, katıldığı bir etkinlikte İslam dünyasındaki mezhep ayrılıklarından şikayete ederek şu örneği verdi: ".. Yine Kabe'de dört minber var. Bu dört minber, dört mezhebi temsil ediyor. Bizler birbirimizi Sünni-Şii olarak ayırmak yerine bir arada hareket etmek durumundayız."

Öncelikle şunu ifade edelim ki, Erdoğan’ın bu sözleri anlamlı elbet. Bir dinin mensupları gerek kendi inanç dünyalarındaki insanları gerekse de başka inançlara mensup olan ya da inanç sahibi olmayan kimseleri kategorize edip, onları hedef haline getirmemelidir. Zira, bu bir bataklık durumudur ve bu bataklık kendisine bulaşan her insanı yutacaktır. Öte yandan Erdoğan’ın verdiği bu örnek maalesef tarihte birlik ve bütünlüğü değil, ayrışma ve bölünmeyi temsil etmektedir. Nasıl mı? Gelin isterseniz ilk olarak bahse konu o örneğin tarihi geçmişine uzanalım. Sonrasında da İslam dünyasında mezheplerin yarattığı kaosu yeniden hatırlayalım.

Kabe çevresinde bulunan (Mescid-i Haram) dört mezhebe ait minberin (makamın) varlığı 11. yüzyıla kadar götürülmektedir. Bu tarihi kayıtlara göre mezheplere ait makamlara ilk defa Memluk Sultanı I. Baybars döneminde rastlanılmıştır. İfade ettiğimiz gibi bu görüşlerden sadece biridir. Bunun dışında söz konusu tarihi daha geçmişten başlatan kaynaklar da mevcuttur. Öte yandan Kabe’de sadece dört mezhebin makamından bahsedilmez. Bunun dışında Zeydilere, Şiilere hatta Abbasiler döneminde iktidara muhalefet eden gruplara ait makamların da olduğu aktarılan bilgiler arasındadır. Peki, bu makamlar birlikte huzur içerisinde yaşamışlar mıdır? Bir diğer soru da bu makamların Kabe’de yeri olabilir mi? İlk soru ile başlayalım. Mezheplere ait bu makamların varlığı ile tabiri caizse “ümmet” adeta bölünmüş ve her mezhep mensubu sadece kendi imamının arkasında namaz kılar hale gelmiştir. Aynı anda namaz kılmamak için de mezhepler kendi aralarında sıraya girmişlerdir. Lakin bu sıra kuralı da her zaman uygulanmamıştır. Örneğin Memluk Sultanı Nasır Ferec döneminde bu kural ihlal edildiği için imamların ve müezzinlerin sesi birbirine karışmış ve bir kaos ortaya çıkmıştır. Ferec’de buna çözüm olarak diğer mezhep imamlarını saf dışı bırakarak akşam namazlarının sadece Şafi İmam tarafından kıldırılacağı emrini vermiştir. Yine Kanuni döneminde Hanefi ve Şafi imamlarının akşam namazlarını ayna anda kıldırmak istemesi üzerine benzer bir durum ortaya çıkmış ve bu sorun Kanuni’ye kadar gitmiştir. Anılan Padişah ise sorunu “önce Hanefiler sonra şafiler namaz kıldırsın” biçiminde çözmek istemiştir.

KİMİ ZAMAN MESCİD-İ HARAM’IN KAPILARI DAHİ KAPATILMIŞTIR

Mezheplerin Kabe’de minberlerinin olmasının yarattığı diğer bir sorun da, anılan yapıların bu makamları adeta propaganda alanları gibi kullanması biçiminde tezahür etmiştir. Öyle ki söz konusu yapılar namaz bitiminde bu makamlarda bir araya geliyorlar ve deyim yerindeyse kendi mezheplerinin propagandalarını yapmaktan geri durmuyorlardı. Hac döneminde bu propaganda faaliyeti iyiden iyiye açığa çıktığından mezhepler arasında kavga bile baş gösteriyordu. Nitekim bu kavgaların önüne geçmek için kimi zaman Mescid-i Haram’ın kapıları dahi kapatılmıştır. Peki ya o kapılar kapatılmasaydı? Kim bilir mezhep makamlarının varlığı hangi acı sonuçları doğuracaktı? Diyeceğimiz Mescid-i Haram’da makamların bulunması birlik ve bütünlüğü değil, ayrılık ve kutuplaşmayı yaratmış dahası “kutsal mekanda” bile inanç kavgaları ortaya çıkar hale gelmiştir. İkinci sorumuza gelirsek; şunu açık yüreklilikle ifade etmemiz gerekiyor ki, tarihi İslam öncesi bir döneme kadar uzanan “kutsal bir mekanda” mezhep makamlarının olması tam bir faciadır. Hangi kutsiyet ve itikadi akıl mezheplere bu lütfu hak görebilir? Bunun anlaşılır ve kabul edilebilir bir yanı olabilir mi? Geçelim bunları..

Bırakın geriden gelenleri daha mezhep önderleri bile, karşıt gördüğü mezhep liderleri hakkında kavga ve çatışma çıkaracak sözler sarf etmişken, mezheplere “kutsal bir mekanda” yer ayırmakta neyin nesi olabilir ayrıca? Bakın bir mezhep önderi olan İmam Malik diğer bir mezhep önderi hakkında ne diyor: “Benim için Ebu Hanife’nin sözüyle hayvan pisliği arasında hiçbir fark yoktur. Üstelik o dönemde böyle konuşan sadece O’da değildir. Şu sözlerde yine bir mezhep önderi olan Süfyan es Sevri’ye ait: Bu ümmet içinde, Ebu Hanife’den daha uğursuz birini analar doğurmadı.. İslam bünyesine, Ebu Hanife’nin yerleştirdiği şerden daha büyük bir şer yerleştirilmedi.” Dikkat buyurunuz Sevri bu sözleri Hanefilerin önder kabul ettiği Ebu Hanife için kullanıyor. İmam Şafi’ye ders veren, İmam Malik ve İmam Hanbeli’nin kendisinden hadis naklettiği ileri sürülen Süfyan b.Uvyen’ de Sevri için şu övgü dolu sözleri söylemekten kendini alamıyor: “1100 şeyhten hadis almama rağmen bunlar arasında Süfyân’dan daha faziletli bîr kimseden yazmadım.” Mezheplerin ortaya çıkardığı kaosun boyutu tarih kitaplarının yazamayacağı kadar büyüktür. Onun için mezheplerin kutsal mekanda temsil edilmesi, yaşanan büyük zaafiyeti ve korkunç bir yanlışlığı sergiler. Peki, Kabe deyince alınması gereken ibretlik olaylar yok mudur? Elbette vardır. Birkaç çarpıcı hadiseyi yeniden hatırlayalım isterseniz.

YANİ SALDIRAN DA O’DUR, ONARAN DA

Şöyle ki Kabe İslam’ın erken dönemlerinde iki büyük saldırıya uğrar. Ve ne yazık ki o saldırıları gerçekleştirenler Müslümanlardır. Evet, yanlış okumadınız, Müslümanlar doğrudan Kabe’yi hedef almasalar bile “Kabe kutsal bir mekandır oraya saldırmayalım” dememişlerdir. İlk olarak Yezid b. Muaviye döneminde, Abdullah b.Zübeyr’i ele geçirmek için Kabe ve Mescid-i Haram’a büyük bir saldırı düzenlenmiş, Kabe’nin bir kısmı yandığı gibi Kabe içerisindeki kutsal olduğuna inanılan “Hacerü’l Esved” taşı da parçalanmıştır. Benzer bir saldırı yine aynı amaçla Emevi halifesi Abdülmelik döneminde gerçekleşmiş ve yine “Müslüman bir ordunun” askerleri Kabe’ye zarar vermişlerdir. İşin çarpıcı olan bir tarafı ise bu saldırı sonrasında Kabe’yi inşa etme işi, saldırıyı bizzat gerçekleştiren ve tarihte katliamları ile bilinen Vali Haccac’a nasip olmuştur. Yani saldıran da O’dur, onaran da.! Neticede zaten kendisi de pek bir “dindar” kimse olarak bilinmiyor mudur! Eğer tarihe dönük Kabe’den örnekler vereceksek bu ibretlik vakaların daha yerinde olacağını düşünüyoruz. Zira şunu görmeli ki, iktidar hırsı yüzünden Kabe bile “Müslümanlar” tarafından ateşlere maruz bırakılmışsa, aynı amaç için kim bilir başkaları neler yapacaktır!

Devam edelim.

Yukarıda ismini zikrettik. Hacerü’l Esved taşı Müslümanlar için kutsal kabul edilir. İşte o taş ifade ettiğimiz olaylar vb. sebepler yüzünden çok defa kırılmış ve en sonunda üçü büyük dokuz parça halinde bir çemberle birleştirilmiştir. Bu taşla ilgili bir başka çarpıcı olay ise Abbasiler döneminde vuku bulmuştur. Buna göre, Abbasi halifesi Muktedir döneminde Karmatiler büyük bir baskın gerçekleştirir. Bu baskında çok sayıda insan öldürülür ve Kabe’de bulunan Hacerü’l Esved taşı yerinden alınarak Kufe Mescidine yerleştirilir. Bunun üzerine insanların bir çoğu Kabe’ye değil Kufe Mescidine gitmeye başlar. Haliyle Mekke’nin gelirlerinde önemli bir düşüş yaşanırken Karmati Beyliği’nin gelirleri de artmaya başlar. Çünkü iktidarlar için Kabe aynı zamanda önemli bir “kazanç kapısıdır.” Tarihten bu güne bu durum değişmemiştir. Nihai olarak söz konusu taş 20 yıl boyunca Karmatilerin egemenliğinde kalır. Bir de unutmadan, savaşan her iki taraf da aynı inancın farklı kollarını olduğunu ifade eder..! Kabe çevresinde bulunan makamların (minberlerin) akıbeti mi; o makamlarda Abdülaziz b.Suud (1924-25) döneminde kapatılır ve bir dönem daha böylece sona erer.

Bizim açımızdan Kabe’den çıkarılacak daha çok ders vardır. Bu derslere örnek olması açısından da kimi vakaları yukarıda aktarmaya çalıştık. Yazımızın sınırları dâhilinde söyleyeceklerimizi şimdilik burada noktalamak istiyoruz. Son olarak tekrar şu noktanın altını çizelim ki; mezheplerin Kabe’de olması örnek gösterilecek değil ibret alınacak bir hadisedir. Bu ibretlik durumun son örnekleri de 1979 ve 1987 yılında yaşanan ve yüzlerce insanın ölümü ile sonuçlanan Kabe olayları ile ortaya çıkmıştır. Bu anlamda Kabe’den yola çıkarak önümüze bakmaya çalışacaksak çok gerilere bile gitmeye gerek yok; bir elli yıl öncesi bile yeter bize.

Aydın Tonga

Odatv.com

http://www.aksam.com.tr/guncel/bilal-erdogan-tek-ummet-vizyonunu-paylasmamiz-cok-onemli/haber-580692

İslam Ansiklopedisi, Makamat-ı Erbaa bölümü

A.g.e

Aydın Tonga, Derin İslam, Doğu Kitabevi, 2015.

Yılmaz Can, Kabe, 19.Mayıs Üni.İlahiyat Fak.Dergis, s.7, 1993

Faik Bulut, Allah Devletinde Demokrasi, Berfin yay.

aydın tonga arşiv