“Bismillah” diyerek soygun yapan leş kargalarını teşhir edelim

“Helal kesim, helal gıda zinciri” kuruyoruz diyenleri, dindarları, kindarları, mahdumları gördünüz mü? Meğerse haram para, Dolar/Euro zinciri...

Helal kesim, helal gıda zinciri” kuruyoruz diyenleri, dindarları, kindarları, mahdumları gördünüz mü? Meğerse haram para, Dolar/Euro zinciri kurup, rüşvet alıyor, devlet bankalarından, evlerine bürolarına para akıtıyorlarmış! Görmediniz, değil mi, duymadınız… Deniz Feneri, Kombassan, Yimpaş, Jet-Pa ve benzeri din maskeli dolandırıcılıkların akıbetini umursamadığınıza göre, tarihin gördüğü bu en büyük soygunu da görmediniz.

Malum, İslamiyet’in dindarlık algısı bir garip! Dindar olduğunu ifade eden çok sayıda siyasetçi olağanüstü kirli, kötü, ilkesiz… Genel kanı, hem ahlaksız hem dindar olunmayacağı yönünde ama yurttaşlarımız, hakkını hukukunu gasp eden dinci/siyasetçiyi sempatiyle karşılıyor ve bir süre sonra affediyor. Burada bir gariplik yok mu? Marksın tanımı doğru mu, yoksa din uyuşturuyor mu? Uyanık siyasetçi dini bu nedenle mi finanse ediyor?

Ben, “evet uyuşturuluyorsunuz” diyorum. Uyuşmayan bir halk, Irak’ta birbuçuk milyon insan öldürüp, altıyüzbin kadının ırzına geçenlere sessiz kalıp, “Esad halkına saldırıyor” bahanesiyle Suriye’ye saldıranları biraz sorgular, yalanlara inanmazdı. Suriye’nin bölünmesi için İsrail’le ortak olanlara “evet” demez, oy vermez, tükürüğe boğardı! Ülkemi soyup, talan eden, sonra da “çete var” diye bağıranlara dönüp; “aynaya bak, aynaya” derdi. Sorgulardı; mahkûm ederdi… Sivas’ta insan yakanların avukatlığına soyunanlarla, mayası bozuklarla, soysuz ve çetelerle ortaklaşanlara izin vermez, hesap sorardı…

Gördüğüm odur ki, dini, siyasetin/siyasetçinin ve devletin dışına çıkarıp, milletin keyfiyetine bırakmazsak, ahlakı kaybettiğimiz gibi devleti de kaybedeceğiz!

YENİDEN LAİKLİK; SEKULARİZM

Bir çelişkiye dikkat ettiniz mi? Müslümanlar; Gazze, Mısır, Libya, Fas, İran, Irak, Yemen, Afganistan, Pakistan, Suriye, Lübnan ve Türkiye’de mutlu değilken, Avustralya, Kanada, İngiltere, Fransa, İtalya, Almanya, İsveç, ABD, Norveç, Hollanda ve Danimarka’da mutlu…

Yani, Müslüman olmayan ülkelerde mutlu, Müslüman olan ülkelerde ise mutsuzlar. Peki, Müslümanlar bu durum karşısında kimi suçluyorlar; İslam’ı değil; kendilerini değil, kendi idari sistemlerini de değil… Mutlu yaşadıkları ülkeleri suçluyor, geldikleri ve mutsuz oldukları ülkelere benzetmek istiyorlar. Mutluluklarına sağlayan demokrasi ve laikliğe bilinçsizce düşmanlık güdüyorlar…

Gerçekten merak ediyorum, nasıl bu kadar aptal olabiliyoruz?

Gelin, millet olarak sistemin laikmiş gibi görünen ama bir mezhep devleti haline getirilen ikiyüzlülüğüne son verelim. Laikliğin gereğini yapalım ve “bismillah” diyerek soygun yapan leş kargalarını teşhir edelim ki, din, din olarak yaşansın, devlet de hırsızdan/hayduttan, din tüccarından arınıp, onurlu bir devlet olsun… Son yaşanan örneklerde de görüldüğü üzere, din devletin içinde olduğunda ahlak, ilke, demokrasi muhakkak dışlanmış oluyor.

Türkiye tarihinde dini siyasete alet etmenin en somut, en sefil hali şu içinden geçtiğimiz süreç olmalı… Muktedirler halen konuşuyor ve tuhaf bir biçimde halen pozisyonlarını koruyorlar. Bu kepazelik, kirlilik, iğrençlik nasıl savunulabilir; nasıl insan içine çıkılabilir, ortalık bunca kokmuşken bir insan nasıl halen makamında oturabilir? Ama oluyor işte, Bülent Arınç durumu düzeltmeye, Andersen masallar anlatmaya, yağmalanmasını olağan bir durummuş gibi göstermeye yelteniyor… İmaj makerliğe soyunuyor. Ayıp yahu, gerçekten biraz edep!

SUÇLU, AYAĞA KALK VE ŞU KUTULARI BİR ANLAT!

Ey, “güzel Allah’ım verdikçe veriyor” diyen adam; kalk ve söyle; bütün bu ayakkabı kutularını, saadet zincirini, talanı, yalanı “güzel Allah’ın” mı verdi? Altın, pırlanta, dolar, Euro, gemicik, köşk, otel, AVM, safahat, rezillik! Daha neler söyle… Size, mahdumlarınıza, yedi sülalenize verdiğini işçiye, emekliye, yoksula, bizlere, Van depreminde aç ve açıkta kalan yurttaşıma neden vermediğini söyle, anlat. Taşeronlaştırıp köleleştirdiğiniz işçinin hakkını kimler cebine indiriyor, onu da anlat! Ormanlarımı, akarsularımı, Halkbank’ı, Vakıfbank’ı, ATV-Sabah ortaklığını kimlere peşkeş çektiğinizi, mahallemdeki ilkokulda suların neden akmadığını, çocuklarımızın kıçını silecek peçeteyi neden bulamadıklarını, kaloriferlerinin neden yanmadığını, sınıfların neden temizlenemediğini de anlat!

Söyle; ahlakı, imanı ve kutsalı olan kişi, devletine milletine bunca kıyar mı? Devletin çeteleşmesine göz yumar mı; çetelerle ortaklaşır mı?

Yanıtlıyorum; EVETTT! Bir adam, bir siyasetçi din taciriyse evet… Yalan yere yemin eden, halkı uyutup kandıran adam çıkarı nerdeyse oraya döner, şeytana bile… Ya “devletlü çeteler” olarak aranızda kavga etmeseydiniz; “maazallah-hafazanallah” Fetullah Hoca “benim payıma az düştü” diyerek oyunbozanlık yapmasaydı? Bu talanın hacmi, Düyunu Umumiye’nin gelmesine neden olur muydu; nereye varırdı, halimiz nicolurdu?

SAKATLIK NEREDE?

Sakatlığın nedeni, dinin siyasete araç edilmesini önleyen 163. maddenin kaldırılıp, cezaevinde olması gereken adamların yönetime gelmesidir.

Yasalarımıza göre, yurttaşın nasıl ve nerede ibadet edeceği sorumluluğu devletindir. Bu görev, “laiklik ilkesi doğrultusunda (….) milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinmek” kaydıyla (Anayasa 136. md.) DİB’na verilmiştir. Ancak DİB, bütünleşmeyi değil dağıtıp, bölmeyi amaç edinmiş, en başta laiklik ilkesi olmak üzere Cumhuriyet değerlerinin tümüne savaş açmış, bir mezhep kurumu olarak konumlanmıştır. Buna ilaveten, 12 Eylül cuntası marifetiyle Zorunlu Din ve Ahlak Bilgisi Dersleri (Anayasa 24. mad.) konularak, dinin kamusal alandaki rolü daha da pekiştirilerek, devlet, dinin bir mezhebinin uhdesine terk edilmiş, Anayasamızdaki laiklik ilkesi hükümsüz, işlevsiz ve anlamsız hale gelmiştir.

Hal böyle olunca, dinci siyasetçiye gün doğmuş, yurttaşın, “devletin hazinesi/beyt-ül mal, tüyü bitmedik yetimin hakkıdır ve asla el sürülmemelidir” algısı, dinci siyasetçilerimiz ve Diyanet erbabı tarafından; “devletin malı deniz, yemeyen domuz” algısıyla yer değiştirmiştir. 163 maddenin kaldırılması, diğer yasa ve ilkelerin dinci lehine yorumlanması sonucunda, devlet, kamunun dini ihtiyaçlarını bilabedel üslenmek durumuyla karşı karşıya bırakılmış, Allah’a karşı bireysel sorumluluğu olan kişi, ibadetinin faturasını devletin hazinesine rücu etmiştir.

Bunca dini mevzu konuşan, dinle yatıp dinle kalkan, beş vakit namaz kılan, televizyon kanalları tahsis edilen “dindar” yurttaşın, rızamı almadan, inancına dair tüm giderlerini benim vergimle karşılaması, akıl almaz bir garabet iken, bu garabeti kendi çıkardıkları yasalara sığınarak açıklamaları başka bir garabettir. Abdest aldığı suyun, ibadethanesinde yaktığı elektriğin, arkasında namaza durduğu imamın ücretini bana fatura etmesi ve itirazıma rağmen bu ibadetin Allah katında geçerli olacağı yalanlarına inanması, tam bir aymazlıktır…

Çare demokrasidir ama iğdiş olmuş, dinciliğe kurban edilmiş demokrasi değil, evrensel anlamda, tüm kural ve kurumlarıyla işletilen demokrasidir. Açıktır ki, demokrasilerin en temel dayanağı, olmazsa olmazı laikliktir. Laik-demokratik devlet; ne caminin, ne cemevinin, ne hocanın, ne de dedenin maaşını ödemek yükümlüğünde değildir.

Demokrasiler, dini alan ile devlet kurumları arasına kalın bir çizgi çizer ve dinin finansından uzak durur. Din ve devlet kurumlarının iç içe geçmesi hali demokrasi değil, teokrasidir. Teokrasilerde birey, yurttaş, ahlak ve bilim üretilemez.

Ülkemizde sürdürülen bu garabete “demokrasi” demek, halkı soyan sahtekârlığın uydurduğu koca bir yalandır, hatta yalancılığın daniskasıdır…

Murtaza Demir

Odatv.com

siyaset din sekularizm laiklik yimpaş kombassan gıda islamiyet esad laiklik kesim helal deniz feneri demokratik arşiv