Bazı yazıları yazarken canım çok yanıyor: “Ulan” mı diyelim “saydıralım” mı

İkinci Odatv kumpası da özünde ahlâk davasıdır. Herkesin ahlâkına ayna tutmaktadır… Kimse yok mu orada?

Bazı yazıları yazarken canım çok yanıyor.

Bu satırlar da öyle:

Yaşar Kemal, tartışılmaz büyük yazarımızdır.

Peki.

Yıl, 2011…

Barış Pehlivan ile Silivri Cezaevi'nde aynı koğuştayız…

Türkiye Gazeteciler Sendikası, sadece tutuklu gazetecilerin yazacağı “Tutuklu Gazete” çıkaracaktı. Ki bu gazeteyi kimi yayın organları ek olarak dağıtacaktı.

Barış Pehlivan, “ben” dedi, “Yaşar Kemal ile röportaj yapacağım!” özenle hazırladığı sorularını avukatı aracılığıyla gönderdi.

O günlerde Barış Pehlivan, 94 yaşındaki Stephane Hessel'in dünyadaki adaletsizliklere karşı çıkan “Öfkelenin” kitabını okuyordu. Sadece Fransa'daki satışı 2 milyonu aşan ve 25 dile çevrilen “Öfkelenin” o dönem Batı'daki eylemlerin manifestosu idi…

Barış Pehlivan, o dönem 88 yaşında olan Yaşar Kemal'in Silivri haksızlıklarına-kumpaslarına karşı çıkacağını umuyordu. Fakat.

Beklemediği yanıt aldı; “hasta” olduğunu sorulara yanıt veremeyeceğini söyledi Yaşar Kemal!

“Hasta” sözünü duyunca endişelendik; umarız koca çınarın başına kötü bir şey gelmezdi…

Gelmediğini koğuşta günlük gazeteleri okurken gördük. Gazetelerde Yaşar Kemal'in kahkaha atan fotoğrafları vardı!

Haber şuydu:

BÜYÜK SUBAY

Kahkahalı fotoğraf İstanbul'daki Fransız Konsolosluğu'nda çekilmişti.

Fransa, Yaşar Kemal'e daha önce verdiği Legion d'Honneur nişanının derecesini yükseltme kararı almıştı.

Legion d'Honneur nişanının “Commandeur” (Komutan) derecesine 1983 yılında değer görülen Yaşar Kemal, bu kez nişanın bir üst seviyesi olan “Grand Officier” (Büyük Subay) derecesiyle onurlandırılacaktı.

Törende konuşma yapan Yaşar Kemal, ödülü takdim etmek için İstanbul'a gelen Légion d'Honneur Şövalyesi Orgeneral Jean-Louis Georgelin için, “Yeni bir dost daha kazandım. Yaşar Kemal'i benden iyi biliyor” dedi…

Orgeneral Jean-Louis Georgelin ise konuşmasında, “Yaşar Kemal'den başka, hayatı sonsuz bir özgürlük ve adalet mücadelesi içinde geçmiş kim böyle bir ödül alabilir” dedi… (1803 yılından beri kimler bu ödülü almamıştı ki? Geçelim…)

Silivri Cezaevi'ndeki koğuşumuzda gazete haberlerini okuyunca karmaşık duygular yaşadık.

Yaşar Kemal hasta görünmüyordu. Sağlıklıydı. Öyle ki Ertuğrul Özkök'ün yazdığına göre, törende Yaşar Kemal kahkaha atarak “Ulan Ertuğrul” diye “saydırmıştı!” (Sebebi, Hürriyet gazetesinin yayın politikası filan değildi; Özkök kendini tanıtınca “ulan seni tanımayacak kadar yaşlandım mı” diye sitem etmişti!) Yaşar Kemal keyifliydi…

Sanmayınız ki… Barış Pehlivan'ın röportaj teklifine “hasta” mazeretiyle yanıt vermesine üzüldük.

Canımızı asıl sıkan şuydu:

Yaşar Kemal “Büyük Subay” ödülünü alırken Fransa, Suriye ve Libya'yı bombalıyordu!

Jean-Paul Sartre, “Entelektüel, kendisini ilgilendirmeyen şeylere burnunu sokan insandır” der.

Yaşar Kemal şahsına yararı olmayan hiçbir şeyle ilgilenmedi maalesef…

Artık yazımı toparlayabilirim:

“ULAN” MI DİYELİM

Odatv kapatıldı…

Gazeteci arkadaşlarımız yine hapse atıldı…

Şahsi tanışıklığımız olan aydınlar dışında kimseden ses çıkmıyor.

Anlı-şanlı/ şöhretli gazeteciler köşelerinde tek satır yazmıyor.

Niye böyle?

Türk aydını neden “Yaşar Kemal tavrını” bir türlü kıramıyor, güneşin sadece kendini aydınlattığını sanıyor!

Mesele sadece Odatv mi? Asıl üzerinde durulması gereken gazetecilik değil mi; özgürlük değil mi? Kumpas değil mi? Neden bu suskunluk?

Kavramlarla düşünmeyen bir toplumda tartışma sadece kişiler üzerinden yapılır. Bu nedenle hep bir “suçlu” aranır! Kavramlar içi boşaltılırsa hiçe dönüşür çünkü…

Odatv habercilik yaptığından susturulmak isteniyor. O halde konu, ülkemizin özgürlük sorunu değil mi?

Bu konuda ortak diyalog nasıl kurulamaz? Nasıl sessizliğe gömülmeyi tercih eder aydınlar?

Daha acısını herkese sorayım; kimse utanmıyor mu?

Platon, “eğer” diyor; “toplum ahlak olarak bozulmuşsa, birey olarak sizin ahlaklı olmanız ve bunu uygulamanız hiçbir anlam ifade etmez.”

Yani ahlâksızlık toplumu sardıysa eğer, ahlâklı olduğunuzu anlatmanız işe yaramaz.

Evet, çırpınıp duruyoruz gerçeği anlatmak için; ama ne işiten, ne gören var?

Anladım ki:

İkinci Odatv kumpası da özünde ahlâk davasıdır. Herkesin ahlâkına ayna tutmaktadır…

Kimse yok mu orada?

“Ulan” mı diyelim; “saydıralım” mı?

Konsolosluklara biat mı edelim?

Yurtseverlikten vaz mı geçelim?

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ.

Odatv.com

soner yalçın arşiv