Başkentte patlayan bombaların sırrı ne

Bir tane “Türkiye” var ve hepimiz aynı gemideyiz. Bunun bilincindeyim. Hükümet ve Beştepe de keşke bunun bilincinde olsa...

Ankara’da, Türkiye’nin başkentinde, tam kalbinde beş ay içinde patlayan üçüncü bombadan bahsediyoruz. Bir ay içinde aynı örgütün başvurduğu, medet umduğu ikinci kör teröre yol açan patlatılan ikinci bombadan..

Reyhanlı’dan bu yana patlayan bombalardan bahsediyoruz. Türkiye’nin turizmini hedef alan İstanbul’da da patlayan bombalardan…

Türkiye’ye ekonomik sabotaj anlamına gelen bombalardan… Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarına korku, endişe salmak isteyen bombalardan… Kaos ortamını derinleştirmek isteyen bombalardan… Bir bakıma da AKP’nin son altı yedi yıldır izlediği alışılmadık dış politikanın -ki, içeride de izdüşümlerini görmek mümkün- ve sözde ‘çözüm süreci’nin akamete uğramasının yanıtı olan bombalardan…

ULUSAL DURUŞ AMA…

Evet, şimdi ulusal bir duruş sergilemenin zamanı… Terörü içeride ve dışarıda bir siyaset tarzı olarak benimseyerek ülkemizi, yurttaşlarımızı hedef alanlara karşı tek vücut olma zamanı…

Ancak… Bu ulusal dayanışma demek AKP’nin, hükümetlerinin ve Beştepe’nin Türkiye’nin içeride ve dışarıda içine düşürüldüğü durumdaki belirleyici siyasetlerinin katkısını görmemek anlamına gelmemelidir. Patlayan bombalardan siyasi olarak AKP Hükümeti sorumludur. Biraz açalım…

İSTİKRARSIZLIĞIN PAHALI FATURASI

1)Türkiye, öteden beri istikrar arayan, istikrarı benimseyen ve dolayısıyla istikrar içinde hareket etme kabiliyetine sahip bir devletti. Örneğin istikrarsızlık içinde hareket edebilen, istikrarsızlıktan beslenen bir İran ya da İsrail değildi. Ancak, AKP’nin son altı yedi yıllık döneminde dış politikanın ipini eline alan Davutoğlu-Erdoğan ikilisi farklı bir çizgiye kaydı. İzledikleri politika, istikrardan uzaklaşmayı beraberinde getirdi. Suriye’de yöneldikleri vekalet savaşı, Türkiye’yi istikrarsızlığa doğru iyice sürükledi. Hükümetin Suriye’de izlediği çizginin sonucu olarak başka komşu ve öteki bazı küresel güçlerle de arası bozuldu. ‘Komşularla sıfır sorun’ politikası gerçekçi değildi. Olsa olsa komşularla bazı sorunlar yumuşatılabilir ya da en aza indirgenebilir, kriz alanları iyi yönetilerek gerginlikler önlenebilirdi. Davutoğlu-Erdoğan ikilisi manevra olanaklarını da bozuk para gibi harcayarak yanlış üstüne yanlış yaptı ve “tehlikeli yapayalnızlık” noktasına kadar geldi. Öylesine yapayalnızlıktı ki bu, sonunda S. Arabistan-Katar trenine vagon olmak zorunda kalındı.

Suriye iç savaşına müdahil olmak, Rusya ve İran’la doğrudan sorunlar doğurdu. Irak’ta Merkezi Hükümeti bir kenara bırakıp KIBY ile sıkı temas ayrı bir sorun alanı oluşturdu ve üstelik İran-Irak çelişkisini İran lehine gidermiş oldu! Bu da Türkiye’nin bölgede elini zayıflattı. Etrafımızda ciddi sorunların olmadığı komşu kalmadı. Böylelikle, Türkiye’nin güvenlik ve istihbarat derinliği kalmadı. Türkiye’nin istihbarat ve güvenlik derinliği şimdi kendi sınırlarımızdan başlıyor ister istemez. Çünkü İran, Irak, Suriye ile de diğer yönlerdeki komşularla da istihbarat ve güvenlik açısından karşılıklı güvene dayalı alışveriş sıfırlandı! Bölge ülkeleriyle de öyle; Mısır ve İsrail’le durum ortada…

Yukarıda çizdiğimiz tablo ister istemez toplamda içeride de bir “güvenlik ve istihbarat açığı” oluşmasına katkıda bulunuyor. Ayrıca, ilaveten, istikrarsızlığa alışkın olmayan istihbarat ve güvenlik unsurları bir vekalet savaşının asimetrik karşılıklarına göre örgütlenmediği için de ciddi bir istihbarat ve güvenlik açığı oluşuyor. Bunlar objektif açıklar. Yani MİT ve Emniyet’in başına en iyi kadrolar da gelse denetimsiz ve milyonlarla ifade edilen göçe sahne olan sınırlar varken ille açık oluşacaktır. Dışarıdan sızan teröristler, bomba malzemeleri bunu zaten ortaya koymaya yetiyor. Patlayan son iki bombanın failleri içeriden PYD bölgesine geçip eğitim almışlar ve sonra da sınırdan elini kolunu sallaya sallaya girip başkentin göbeğinde amaçlarına ulaşmışlar!

SUBJEKTİF ETKENLER

2)MİT ve Emniyet 14 yıllık AKP iktidarı döneminde aşırı siyasallaşmış gözüküyor. Dolayısıyla, yakınma konusu olan ‘paralel’ unsurlar bir kenara bırakılırsa istihbarat kurumu ve emniyet alabildiğine iktidar yandaşı kadrolarla doldurulmuş durumdadır. Bu da ülkeye ve halka hizmet etmesi gereken bu iki “milli” kurumu iktidar ve saraya hizmet eder hale sürüklemiştir. Haliyle, profesyonellikten uzaklaşan bu iki kurum hissi davranışlar içine girerek enerjisini doğru kullanamamaktadır. (MİT’in başında iktidar partisinden aday olan sonra yeniden kuruma dönen bir kişinin varlığı başlı başına bir sorun alanıdır. Ankara’da ilk patlamadan sonra görevden alınan Ankara Emniyet Müdürü’nün yerine ancak üçüncü patlama sonrasında, yani beş aylık aradan sonra bir müdür atanabilmiştir. Başkent gibi bir noktada vekaleten müdür büyük bir zafiyet demektir. Güvenlik üretmek çok ciddi bir iştir, gevşeme götürmez.)

3)Sübjektif faktörler de başkentteki olsun genel olarak ülkedeki olsun istihbarat ve güvenlik açığını üretmektedir. Şöyle ki:

-Eskiden MİT, Emniyet, Genelkurmay ve Jandarma’nın istihbaratı vardı. GES de Genelkurmay’ın elindeydi. Bu kurumlar arasında zaman zaman sorunlar olsa da rekabet ve dolayısıyla haliyle çapraz işbirliği söz konusuydu. Şimdi ise GES askerin elinden alınmış durumda, muhtemelen yeterince işlevsel değil. Rekabet ve çapraz çalışma yok.

-Eskiden MİT’in başında orgeneral-korgeneral düzeyinde isimler olurdu. Şimdi eğitimini sonradan tamamlayan bir eski astsubay var. Tabii ki çok yetenekli astsubaylar da var ama böylesine kritik bir konuda yeterli istihbarat donanımı almamış, belli kademelerden geçmemiş birisinin vizyonu ne derece tatmin edicidir? MİT gibi bir kurumu ne kadar sevk ve idare edebilir? Siyasallaşmış kimliğiyle ne kadar “milli” istihbarat üretebilir? Öte yandan parti kanalıyla gelen yeni kadrolar da partinin ve ‘reisin’ gereksinimlerini başa almaktadır. (TBMM acilen bir yasa çıkararak MİT mensuplarının da siyasete geçtiklerinde tıpkı subaylar ve yargı mensupları gibi bir daha eski görevlerine dönememesini sağlamalıdır. Bu konuda TBMM’de grubu lan iktidar ve muhalefet partilerini göreve çağırıyorum)

-Emniyet, ‘paralel’ ayıklamasıyla meşgul ve enerjisini buraya veriyor. Bir yandan da iktidar partisine dönük olarak kadrolaşıyor. Bu tablo yozlaşma demektir. Gerçi bu durum yeni oluşmadı, yakın zamandaki Doğru Yol döneminde de Emniyet ve parti arasında geçişlerin haddi hesabı yoktu. Buna bir son vermek gerekiyor. AKP’de O. K. Köksal, M Güler gibi isimlerle başlayan süreç durdurulmalıdır. Emniyetin önemli koltukları iktidar partisinin sıçrama tahtası olursa, emniyetçiler görevdeyken millete değil iktidara hizmet eder hale gelir.

4)Patlayan bombalarla ilgili yapılan açıklamalar çıkışsızlıkla karışık bir hezeyanı ortaya koyuyor. Son patlama sonrasında başbakan ve hükümet sözcüsü ile İçişleri Bakanının açıklamalarını dinlediğimde küçük dilimi yutacaktım neredeyse. Ambulanslar 1,5 dakikada gelmiş!.. Çok sayıda canlı bomba girişimi önlenmiş vb!... Çok sayıda canlı bombayı önlersiniz ama birkaçını kaçırdığınızda başınıza ne işler gelir! İstihbarat ve güvenlik açığınız yüzünden onca insanın hayatı kararmaz sadece; kaos, endişe diz boyu yükselir, gardınız düşer. İstihbarat ve güvenlikte hatasız çalışmak önemlidir. Yirmi olayı önlersiniz, üç beş olayda açık verirsiniz ve sıfırı tüketirsiniz. İstihbarat ve güvenlikte başarılı olmak, “sıfır hata” demektir. “Paris’te de olmuyor mu canım?” diyenleri duyar gibi oluyorum; evet, oluyor ama kötü örnek, örnek olmaz. Paris’te de oluyor diye Ankara’da olanları –hem de beş ay içinde üç kez- mazur mu görelim?

KİM SORUMLU?

5)Onca hatanın sorumlusu yok mu? Kabahat kimde? Tabii ki birileri işini iyi yapamıyor ama bürokratlarla sınırlı değil kabahatliler. Çünkü patlayan bombaların iklimini bürokratlar oluşturmadı. Aldığı siyasi kararlar ve uygulamalarıyla siyasetçiler, iktidar partisi oluşturdu. O zaman siyasi otorite hesap vermelidir. Hata yapan gider. Siyasi hata yüzünden birkaç bürokratı görevden almakla vicdanınızı rahatlatamazsınız. Evet, hata yapan bürokrat da gider ama siyasetçi de gider. Uygar ülkelerde, demokrasilerde böyledir. Beş ay içinde patlayan ilk bombadan sonra sadece Ankara Emniyet Müdürü görevden alındı. Vali, yerinde. MİT Müsteşarı, yerinde. İçişleri Bakanı, yerinde. Bu işlerin bir siyasi sorumlusu olmayacak mı?

İKK VE DEĞERLENDİRMEDE SORUN VAR

6)Teknik bir konuya girelim istihbarat açısından; İstihbarata Karşı Koyma-Kontrespiyonaj (İKK) açısından MİT’in çok zayıf olduğu anlaşılıyor. İstihbaratta, topladığınız istihbarat kadar karşı taraf faaliyetlerini izleyerek olası zarar verici adımlarını engellemek de çok önemlidir. İKK zayıf olduğu için işte beş ay içinde üç bomba başkentte patlayabiliyor. Ülkemizde deklare edilmeyen yabancı ajanlar ve içerideki işbirlikçileri adeta cirit atıyor. Eskiden kolaydı. İki üç büyük şehirdeki otelleri ve barları kontrol ettiniz mi iş tamamdı. Şimdi öyle değil artık. Bin bir türlü ve küçülen dünyada seri hareketi sağlayan iletişim mecraları ve kanalları hasmane faaliyeti kolaylaştırdı ve çeşitlendirdi. Sizin de buna paralel adımlar atmanız gerekir. Atamazsanız ayvayı yersiniz.

İstihbarat yüzde 85 düzeyinde açık kaynaklardan sağlanabiliyor günümüzde. Geri kalan yüzde 15 de insandan (haber kaynakları-ajanlar) ve elektronik izleme sistemlerinden.

Ankara’da patlayan üç bombadan sonra iyice inandım ki istihbaratımız açık kaynakları bile izlemek ve değerlendirmek konusunda sıkıntılı. Ya da bunu becerebiliyor da Emniyet ve siyasi otoritenin zaafı mı söz konusu mu? Bunu ancak ciddi bir soruşturma ve açığa alınan, emekli edilen, istifa eden veya ettirilen isimlerden anlayabiliriz.

SONUÇ

Sonuç olarak, birincisi, bir ülkenin içyapısının güçlü olması her bakımdan çok önemlidir. Bu nedenle hükümet hızlı bir şekilde yüzde 50’nin değil de sadece, bütün milletin hükümeti olduğunu hatırlamalıdır. Milletin tehlikeler karşısında dayanışma içine girebilmesi için yönetimin milletin tamamını kucaklaması kaçınılmaz. Bu bağlamda PKK’nın Suriye’deki gelişmelerden hevesle harekete geçirmeye çalıştığı ama kıpırdatamadığı Kürt yurttaşlarla içtenlikli ve gerçekçi bir bağ kuracaksın. “Topyekun mücadele” nedir, ne değildir; masaya yatırıp bunu başarmak için organize olacaksın. Bunu şeffaf yürüteceksin. ‘Çözüm süreci’ neydi, neler vaat edilmişti karşılıklı; neden akamete uğradı, neden ve nasıl bu süreçte PKK şehirlerde yığınak yaptı ve sonra ayaklanma çıkarmaya çalıştı; bütün bunları AKP kurmayları ve Beştepe dışında kimse bilmiyor. AKP milletvekilleri, hatta MYK üyeleri, il başkanları bile bilmiyordur!

İkincisi, hükümet dış politikasını acilen gözden geçirmeli, hiç olmazsa şimdi bu saatten sonra neyin olamadığını görerek artık olabileceklere bakmalıdır. Bu da gerçekçiliğe dönmekle olur. Gücün kadar adım atacaksın. Dar grupçu-mezhep saikiyle hareketleri bırakıp eskiden olduğu gibi laik ve çok yönlü ilişkilere yelken açacaksın. Komşularınla başta olmak üzere çatışma-gerginlik içinde olduğun devletlerle ilişkilerini normalleştirmek için harekete geçeceksin. Özetle Cumhuriyetin denenmiş ve sonuç alınmış fabrika ayarlarına döneceksin.

Üçüncüsü, MİT Müsteşarı siyasete bulaşmıştır ve derhal değiştirilmelidir. İKK faaliyeti hızla güçlendirilmelidir. Elde edilen istihbarat ve değerlendirmesindeki eksiklikler ele alınmalıdır. Asker ve jandarmanın istihbaratı yeniden ele alınmalıdır. KGM ne işe yarıyor, kimse bilmiyor! Bu kurum şeffaflaştırılmalı ve işe yaramıyorsa lağvedilmeli, yarıyorsa işlevsel kılınmalıdır.

Dördüncüsü, halkın hükümete güveni için hiç olmazsa Ankara’ya beş ay Emniyet Müdürü bulamayan, üst üste üç bombadan sonra sadece taziyede bulunan, o kadar insanın hayatını kaybettikten sonra hala böbürlenebilen ve yelkenleri indirmeyen İçişleri Bakanı görevden alınmalıdır. Söz konusu bakan anlaşılıyor ki “iç parti” kadroları arasında… O yüzden yedirmek istemiyorlar ama ya memleket ne olacak, yurttaş hep tedirgin mi yaşayacak, alışacak mı mevcut duruma?

Beşincisi, hükümet, TBMM’de kendi partisiyle birlikte terörü kınayan muhalefet partilerinin eleştirilerini dikkate almalıdır.

Şahsen ben de bu analizi yaparken, konuyla ilgili başka makalelerimde de hep vicdanımı yoklamışımdır; eleştirilerimde kantarın topuzunu kaçırmamaya dikkat etmişimdir. Önerilerimde gerçekçi olmaya çalışmışımdır. Çünkü bir tane “Türkiye” var ve hepimiz aynı gemideyiz. Bunun bilincindeyim. Hükümet ve Beştepe de keşke bunun bilincinde olsa. Ya da en azından AKP’den ciddi ve sorumlu yöneticiler ve milletvekilleri… Bu ülkenin Meclis’inde bir zaman iktidar partisinin grubu Menderes’in bile yakasına yapışabilmişti. AKP Gruba biraz yakın tarihe, TBMM’de yaşananlara bakabilse…

Muzaffer Ayhan Kara

Odatv.com

Muzaffer Ayhan Kara tbmm hükümet arşiv