Bankalar için riskli dönem

Dış borçla büyümeye dayalı neoliberal-ekonomik ve siyasi- bağımlılık politikalarının kaçınılmaz sonucu ekonomik çöküş...

Dış borçla büyümeye dayalı neoliberal-ekonomik ve siyasi- bağımlılık politikalarının kaçınılmaz sonucu ekonomik çöküş. Türkiye de bu durumun istisnası değil doğal olarak. Çok uzun süredir içinde bulunduğumuz ancak “kedidir kedi” diyerek görmezden gelmeyi tercih ettiğimiz ekonomik sorunlar -siyasilerin bilinçli bir saptırmayla “dolardaki artış” diye ifade etmeyi tercih ettikleri- Türk Lirasının (TL) son dönemdeki dizginlenemez değer kaybı üzerine, toplumun tüm kesimleri açısından görünür hale gelmiş durumda. Şapkanın düşüp kelin göründüğünü söylemek de mümkün. TL, artık sıradan hale gelmiş olan “ekonomi zirveleri” ertesinde yapılan açıklamalara bağlı olarak birazcık değer kazanıyor ya da kayıplarını kısmen de olsa geri alıyor olsa da, sonrasında tekrardan “tarihi” değer kaybı rekorlarına imza atıyor.

TL’nin, bu denli hızlı ve sürekli değer kaybediyor olmasının görünürdeki en önemli nedeni, üretmek ve tüketmek için borç paraya bağımlı hale gelmiş olan ekonominin, çarklarının dönmesi için gereksindiği borç paraya ulaşmasının eskiye göre zorlaşmış olması.

Borç paraya ulaşmanın zorlaşmasının, biri iç diğeri dış kaynaklı, iki temel nedeni bulunuyor.

Dış neden, gelişmiş ülke merkez bankalarının 2008 krizi sonrasında uygulamaya koydukları tahvil alımı, parasal genişleme ve düşük hatta negatif faiz politikalarına son vererek ekonomilerini “normalleştirme” yönünde attıkları adımların, bizim gibi borç paraya bağımlı hale gelmiş/getirilmiş ülkelere gelen paranın azalmasına neden olması.

İç neden ise dış borcun ulaşmış olduğu rekor seviye. 22 Nisan tarihli Ekonomideki Bu Gidişata Nasıl Dur Denilecek” başlıklı yazıda da belirttiğim gibi, sadece önümüzdeki bir yıl içerisinde ödememiz gereken dış borç, neredeyse 190 milyar dolar seviyesine ulaşmış durumda. Mart sonu itibarıyla cari açığın 55 milyar doları aştığını da dikkate aldığımızda, önümüzdeki bir yıl içerisinde yurt dışından bulunması gereken dış borç yaklaşık olarak 245 milyar dolar.

Bu borcun büyük bir kısmı özel sektörün olsa da, özellikle 15 Temmuz sonrasında büyümeyi yüksek tutma amaçlı olarak artırılan kamu harcamaları -özel sektöre sağlanan teşvikler ve sosyal destek harcamalarındaki artış, vb.- kamu kesiminin borçlanma ihtiyacını ciddi oranda artırmış durumda. Son dönemde, Hazine Müsteşarlığı tarafından gerçekleştirilen borçlanma ihalelerinde gerek faiz gerekse talep açısından yaşanan olumsuzluklar, kamu kesimi açısından mevcut borçların yeni borçlar alınarak döndürülebilmesi noktasında, borç verenler cephesinde sıkıntı ya da “beklentiler” oluştuğunun en önemli göstergesi.

ÖZEL SEKTÖRÜN DURUMU KAMUDAN FARKLI DEĞİL

Borçlanma konusunda özel sektörün durumu da kamudan farklı değil. Amacı ülkelerin/şirketlerin borçlarını ödeyebilme kapasitelerini ölçmek ve borç verenleri uyarmak olan “kredi derecelendirme şirketlerinden” -Standard&Poor’s (S&P), Moody’s ve Fitch- gelen açıklamalarda, geçmiştekilerden farklı olarak en dikkat çeken husus, özel sektörün dış finansmana ulaşması konusundaki en önemli aracı kurum olan bankalarla ilgili olarak, kibar bir dille ancak yüksek sesle yapılan uyarılar.

Mevcut koşulların, kredi borçlularının borçlarını geri ödeme kapasiteleri üzerinde baskı yarattığını ve bu durumun, özel sektörün dış kaynağa ulaşması noktasında en büyük aracı olan bankalarının varlık kalitesinde bozulmaya neden olabileceğini söyleyen Moody's uzmanı Dietmar Hornung’a göre, Türk bankacılık sisteminin görünümü "negatif". Fitch’den Lindsey Liddell’ın açıklamaları da benzer uyarıları barındırıyor. Liddell’a göre, Türk lirasındaki değer kaybının sonucu olarak artan maliyetler dikkate alındığında, yüksek döviz borçlanması nedeniyle bankaların varlık kalitesine ilişkin ciddi riskler söz konusu olabilir.

Açıklamalarla ilgili resmi tepki, derecelendirme şirketlerinin yaptığı tespitlerin ekonominin gerçeklerini yansıtmadığı şeklinde olsa da, yapılan bu açıklamalar, düne kadar mevcut ekonomi politikalarını ve ekonomideki gidişi “olumlu bulan” ancak son dönemde, küresel finans merkezlerinden gelen söylemlere paralele bir şekilde, tavrını olumsuza çeviren “piyasacı cephesini” tatmin etmedi. Piyasacılara göre öncelikle yapılması gereken şey faizleri artırmak, daha yüksek faiz ödeyerek alınacak yeni borçlarla mevcut borçların ve faizlerinin ödenmesini sağlamak. Devamında ise kamu harcamalarını ve hane halkı tüketimlerini kısmak, ekonomide küçülmeyi yani iflasları, işsizlikte artışı, yoksullaşmayı göze alarak, borçların zamanında ödenmesini sağlamak gerekiyor.

Piyasacılara göre yapılmaması gereken tek şey ise, Ege Cansen’in, Dünya gazetesinde yayınlanan söyleşide açıkça ifade ettiği gibi, gerektiğinde bedelini tüm toplumun sırtına yükleyerek, borçlanmanın devamı açısından büyük önem taşıyan bankacılık sisteminin sıkıntıya düşmesine izin vermemek. Bir zamanlar “Şirketlerinin batmasına izin vermeyen sistemin kendisi batmaya müstahaktır” diyen Cansen’in, bedeli vatandaşın sırtına yüklenerek bankaların kurtarılmasını “bunu yapmanın ayıp olan bir tarafı yok” diyerek makul buluyor olmasındaki çelişkiye dikkat çekerek devam edelim.

SİYASİ BAĞIMSIZLIKTAN FEDAKARLIK “YAPISAL REFORM” OLDU

Piyasacı taifesine göre, vatandaşa içirilecek bu iki boyutlu -mali ve finansal- acı reçete ile de iş bitmiş, piyasacıları rahatlatacak şekilde “ekonomi kurtulmuş” olmuyor. Devamında, yapısal reformların devreye girmesi, “eksik kalan yapısal reformların” tamamlanması gerekiyor.

Piyasacıların bahsettiği yapısal reformların amacı, daha önce de pek çok kez belirttiğim gibi, tabi ki borçlanmamak, ayağımızı yorganımıza göre uzatmak, ekonomik ve siyasi bağımsızlığımızı koruyarak, ekonomik kalkınmayı sağlamak değil. Tam tersi olarak, borç verenlerin, verdikleri borcu geri alma korkusu yaşamaksızın huzur içerisinde borç verebilmelerini sağlayacak hukuki düzenlemelerin yapılması -son dönemin popüler söylemiyle “hukukun üstünlüğünün” sağlanması- gerekiyor. Bunun için yapılması gereken şey ise doğal olarak ekonomik ve siyasi bağımsızlığınızdan fedakarlık edecek düzenlemeleri, “yapısal reform” adı altında gerçekleştirmeniz.

Durumu sıradan vatandaş açısından daha da dramatik hale getiren husus, sanki bugün yaşanan sıkıntılar daha önceki yapısal reformlarla oluşturulan ekonomik bağımlılığın sonucu değilmiş gibi davranılıyor, bu güne kadar yaşananlardan hiçbir ders almamışçasına, ekonomik ve siyasi bağımlılığı daha da artıracak politikalardan kurtuluş umuluyor olması.

Ülke tarihi açısından çok önemli bir seçime gidilirken, iktidara aday siyasetçilerin yayınlamış oldukları seçim bildirgelerinden -bu günlerde bu bildirgeleri “manifesto” diye adlandırmak moda oldu- anlaşıldığı kadarıyla, bu yanılsamanın siyaset kurumunu da neredeyse bütünüyle etkisine aldığını söylemek mümkün.

Ya Einstein’ın, "delilik, aynı şeyi tekrar tekrar yapıp farklı sonuçlar beklemektir" sözünden hiç ders almadık, ya da kandırılmaktan/kendimizi kandırmaktan büyük keyif alıyoruz.

Ahmet Müfit

Odatv.com

Kaynakça:

16051840.htmlhttps://odatv.com/ekonomideki-bu-gidisata-nasil-dur-denilecek-23041835.html, http://www.tcmb.gov.tr/wps/wcm/connect/TR/TCMB+TR/Main+Menu/Istatistikler/Odemeler+Dengesi+ve+Ilgili+Istatistikler/Odemeler+Dengesi+Istatistikleri/

https://www.hazine.gov.tr/kamu-finansmani-istatistikleri

https://tr.sputniknews.com/ekonomi/201805151033453246-moodys-turkiye-endiseli-gidecegi-siyasi-yonu-izliyor/

http://www.bloomberght.com/haberler/haber/2121435-tbb-bankacilik-sektoru-pozitif-gorunumu-koruyacak-yapida-ve-guctedir

http://www.bloomberght.com/haberler/haber/2120997-moody-s-turkiye-deki-makro-trendler-kredi-notu-icin-olumsuz

http://www.bloomberght.com/haberler/haber/2117133-turk-bankacilik-sistemi-istikrarini-korudu

http://www.paraanaliz.com/2018/guncel/moodysden-sonra-fitchten-de-turkiye-uyarisi-23170/

https://www.dunya.com/ekonomi/cansen-ne-yapin-edin-nakdinizi-koruyun-haberi-415259

ahmet müfit odatv arşiv