Balzac aşkta neden kaybetti

A. Mümtaz İdil yazdı...

Bayram tatilini de fırsat bilerek, siyasetin soluk aldığı, artık bıktıran seslerin duyulmadığı anları da kollayarak üç gün üstüste “aşk” ve “sevgi” üzerine yazdım.

Sanırım bazı noktalar iyi anlaşılmadı. Gelen bazı cevap ve yorumlardan anlaşılıyor bu.

Anlatmak istediğim “aşk” değildi her şeyden önce, “sevgiydi.” Ama Balzac söz konusu olunca işler biraz karışıyor. Zaten Balzac yazısından kaynaklanıyor endişelerim.

Balzac belki hayatında tek bir kadına, Bayan Hanska’ya aşık oldu denebilir. O bile çok tartışmalarıdır. Balzac’taki kadınlara düşkünlük tamamen bir “tutku” perdesi arkasına gizlidir. Orada akıl yoktur, orada sevgi ve aşk da yoktur... Orada “tutku” dışında hiçbir şey yoktur aslında.

Yalnızca 19. yüzyılın değil, tüm zamanların en büyük “tutku” yazarı olarak kabul edebiliriz Honore de Balzac’ı. Yaşantısının tüm rezilliğine, borç yükü altında ezilişine ve kadınlara olan düşkünlüğüne rağmen, her şeye büyük bir tutkuyla sarılan Balzac, bir tek kadınlara tutkuyla bağlanmamıştır. Onları birer meta, hatta kimi zaman da maddi bir kaynak olarak görmüştür.

İspanyol yazar Miguel Unamuno’ya kadar Balzac düzeyinde tutku konusunu ele alan bir başka yazar daha yoktur. Bunun ise ne sevgiyle ilgisi vardır ne de aşkla. Bambaşka bir şeydir tutku. Aşka bir parça benzer elbette, ama sevgiye asla. Sevginin kırıntısı yoktur tutkuda. Marazi bir elde etme hırsı veya başarma hırsıdır söz konusu olan. Nitekim Balzac’ın hayatında da tüm evreler gerek ticari açıdan, gerek tiyatro yazarlığı açısından gerekse de kadınlar açısından tam bir tutku fırtınası içindedir ve tüm tutkuları içinde bir tek roman yazarlığı konusunda başarılı olmuştur. Kadınlar konusunda elbette büyük kazanımları vardır, ama gerek Düşes d’Arbantes, gerekse George Sand’da olduğu gibi kaybettiği kaleler de vardır. d’Arbantes başından çabuk savmıştır, George Sand ise arkadaşlıktan daha öteye gitmesine izin vermemiştir.

Kadın-erkek ilişkisi içerisinde kalması koşuluyla tutku, elbette bir aşk portresi çizer. Karşı cinslerden biri için geçerlidir bu, diğeri asla farkına varmaz. Tutku sahibi olan kişi, karşısındakini boğmaya, onu rahatsız etmeye başladığı anda diğer taraf bir sevgiyle değil de tutkuyla karşı karşıya olduğunun farkına varır. Ama bunun aşk mı, değil mi olduğunu da asla anlayamaz. Bir aşırılık vardır ve bu aşırılık da düzgün ilişkileri yok etmeye meyillidir, ama aslında ikisi arasındaki çizgi öylesine belirsizdir ki, kişi çoğu kez bunun farkını anlayamaz.

AŞK CİNSELLİK İÇERİR, TUTKUDA CİNSELLİK TALİDİR

Aşk ve tutku benzerliğini sevgi sözcüğünden tamamen ayırmak ve onu ayrıca irdelemek gerek. Bu iki vahşi ve sınır tanımaz duygu içinde sevgi son derece kutsal ve dingin bir halde kendini bunlardan uzak tutar. Aşk ve tutku ile birine veya bir şeye bağlanmak, kesinlikle hastalıklı bir durumdur ve bunun sevgiye evrilmemesi halinde ortaya çıkacak tablo son derece vahimdir.

Gabriel Garcia Marquez’in Kolera Günlerinde Aşk romanındaki Florentino Ariza ile Fermina Daza arasındaki aşk tutku için en uç örneklerden biridir. Burada rahatsız edici, normal olmayan ve tamamen aşkın da dışına çıkmış olan Florentino Ariza’dır. Fermina Daza ile çocukluk aşkı yaşayan Ariza, Daza’nın doktor kocası Juvenol Urbino’nun ölümüden sonra karşısına çıkar ve “seni 51 yıl, 9 ay, 4 gün bekledim,” der.

AŞKIN EN BÜYÜK DÜŞMANI

Artık burada aşktan söz etmek mümkün değildir. Bu marazi bir tutkudur ve insanı ya ölüme götürür ya da Florentino Ariza’da olduğu gibi mesleki başarılara.

Keza, Tolstoy’un ünlü kahramanı Anna Karenina’nın Vronski’ye olan bakışı ancak tutkuyla açıklanabilir. Orada aşk Levin ile Kiti arasındadır. Dostoyevski’nin “Budala” romanındaki de aşk değil, iki erkeğin birbirine olan tutkusudur. Aşk ne kadar insan kolundan tutup da sevgiye doğru çekmeye çalışsa da, onun “şeytanı” sayılan tutku asla yakasını bırakmaz ve bir çok roman ve öyküde, aslında gerçek hayatta işi cinayete kadar vardırır.

Aşk daima karşı iki cins arasında yaşanır, tutku ise hem karşı cins hem de aynı cins arasında yaşanır. Aşk mutlaka cinsellik içerir. Tutkuda cinsellik talidir. Tutkuda cinsellik önemli bir yer tutsa da, aslolan sahip olma isteğidir. Tutku, sahip olmayı hedef haline getirdiği için hırçınlaşır, kabalaşır, hatta zarar veren bir duruma girer.

Aşk ise sevgiye geçişin başlangıcıdır. Eğer gerçekten ortada bir aşk söz konusuysa, bunun sonucu genellikle sevgi bağına dönüşür: Edgar Allan Poe ile Virginia Clem, Stefan Zweig ile Lotte, Kleopatra ile Antonius, Juan Peron ile Evita, Yves Montand ile Monreo, Burton ile Taylor arasında yaşananlar gibi. Hüsranla bitmiştir gerçi, ama arada tutku değil sevgi vardır.

Tutku asla sevgiye dönüşmez, zira içinde kıskançlığı barındırır, sahiplenmeyi barındırır, dengesizliği, güvensizliği, yalancılığı barındırır. Makyavelist bir tavırdır tutku ve asla romantik değildir.

En büyük sorun, insanların tutku ile aşkı birbirine karıştırması. Aşk bağışlayıcıdır, tutku yok edici, aşk sevgi doludur tutku hırs, aşk geleceğe bakar, tutku geçmişe... Uzar gider.

Karıştırılan şuydu başa dönersek: Balzac bir aşk adamı değildi, bir tutku adamıydı. O yüzden de kadınlarla yaşadığı tüm ilişkilerde aşktan çok tutkusu egemendi ve bu yüzden de hemen hepsi hüsranla bitti. Döneminin en ünlü yazarıydı ve kadınlar onun etrafında pervane oluyorlardı tüm çirkinliğine rağmen, ama o bunları paraya, senete, borçlara tahvil etmek istediği için hiç sevmedi hep sahip olmak istedi.

Sahiplenmek istediğiniz anda, ortada aşk falan yoktur... Olsa olsa cinayet, en hafifinden geri dönüşü olmayan ayrılıklar vardır.

Mümtaz İdil

Odatv.com

A. Mümtaz İdil balzac aşk Gabriel Garcia Marquez arşiv