Bağımsız medyanın önemini bu skandalda bir kez daha gördük

Nurzen Amuran sordu, CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Faik Öztrak yanıtladı...

Nurzen Amuran: Siyaseti hareketlendiren önemli bir gelişme yaşandı. “128 Milyar Dolar Nerede?” sorusu, demokrasinin iki ihtiyacını öne çıkardı: Şeffaflık, hesap verilebilirlik. Türk halkının vazgeçemeyeceği iki önemli konu var: Bireyin hak ve özgürlükleri, onları güvenceye alan demokrasi ve hukuk. Cumhurbaşkanlığı sistemi belli konularda tıkandı. CHP “128 Milyar Nerede?” sorusuyla bu tıkanıklığı açacak siyasi bir hareketi başlattı.

Bu sorunun alt başlıkları da var. Sorunun doğru yanıtları alınırsa, şeffaflık, hesap verilebilirlik başlıyor demektir. Bugün diğer muhalefet partileri tarafından da desteklenen “128 Milyar Nerede?” sorusu, ulusun haklarının korunması ve yeniden güven ortamının sağlanması açısından da önemlidir. Geçtiğimiz hafta sırayla TC Merkez Bankası (TCMB) Başkanı, Hazine ve Maliye Bakanı, son olarak da Cumhurbaşkanı açıklamalar yaptılar. Bu açıklamalarla sorunun gerçek yanıtı alındı mı?

Bu hafta CHP Genel Başkan Yardımcısı, Parti Sözcüsü, Tekirdağ Milletvekili Sayın Faik Öztrak’la hem bu soruyu, hem de demokrasinin vazgeçilmez koşullarından olan etik siyaseti ve gündeme oturan skandalları konuşacağız.

Sayın Öztrak uzun yıllar bürokraside çalıştınız. DPT kültürüyle yetiştiniz ve Hazine Müsteşarlığı ile bürokrasideki kariyerinizi tamamladınız. Bu nedenle sizin vereceğiniz yanıtlar, bizim için daha da önemli. En başa dönelim ve ilk olarak dünyada merkez bankalarının dayandığı genel ilkeler üzerinde duralım:

Dünyada Merkez Bankalarının “piyasaya SÜREKLİ döviz sağlama taahhüdü” var mıdır, rezervlerini hangi amaç için elinde tutar, rezervleri ülke ekonomisinin gücünün bir sembolü değil midir?

Faik Öztrak: Sayın Amuran, Türkiye 2001 Şubat ayında dalgalı kur rejimine geçti. Bugüne kadar da Türkiye bu rejimi uyguladığını, Merkez Bankası’nın yayımladığı politika metinleriyle de taahhüt etti. Bu rejimde Merkez Bankaları belli bir kur seviyesini korumayı taahhüt etmez. Dolayısıyla da piyasaya sürekli döviz sağlama veya döviz piyasasına sürekli müdahale taahhüdünde bulunmaz. Dalgalı kur rejiminde, Merkez Bankası’nın döviz büfesi olma gibi bir fonksiyonu yoktur. Dövizin fiyatı yani döviz kuru, arz ve talebe göre piyasada oluşur.

Eğer piyasada çok anormal, spekülatif bir dalgalanma varsa, Merkez Bankası piyasaya müdahale eder. Bu müdahaleler de son derece istisnai ve sınırlıdır.

Müdahalelerin hangi yöntemle yapılacağı da bellidir. Merkez Bankası ya ihale açar, ya da doğrudan müdahalede bulunur. Bunların miktarı da gün gün “şeffaflık” ve “hesap verme” ilkeleri çerçevesinde kamuoyu ile paylaşılır.

Türkiye’de de işler, 2017’ye kadar, bu şekilde yürümüştür. Ancak 20 Temmuz 2016 OHAL sivil darbesinin ardından bürokrasinin her kademesinde olduğu gibi, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nda da ne şeffaflık kalmıştır, ne de hesap verme. Merkez Bankası’nın döviz rezervleri arka kapıdan, hiçbir açıklama yapılmadan, satılmaya başlanmıştır.

Belli bir seviyedeki döviz rezervi, ülkelerin güvencesidir. Bir anlamda spekülatif saldırılar karşısında teminat ve sigortasıdır. Ülke dış borç ödemelerinde kısa vadeli bir zorluk çekerse, ya da dış dünya ile alışverişinde sıkıntılar oluşursa rezervler kullanılacak bir teminattır. Uluslararası kuruluşlar ve finansal kurumlar rezervlerinizin kısa vadeli borçlarınızın ne kadarını karşıladığına ya da elinizdeki rezervlerle kaç ay ithalat yapabileceğinize bakarlar.

Rezervleriniz ne kadar güçlüyse, sahip olduğunuz teminat o kadar güçlüdür. Bu da size yönelik risk algısını düşürür, daha kolay ve ucuza dış kaynak bulmanızı sağlar. Rezervleriniz düşükse durum tam tersi olur. Riskiniz ve borçlanma maliyetiniz artar.

Amuran: Hazine ve Maliye Bakanı Lütfü Elvan, “2017 yılından itibaren o dönemin Hazine Müsteşarlığı ile Merkez Bankası arasında imzalanan protokole dayanarak, Hazine hesapları üzerinden, TCMB döviz alım ve satım işlemleri gerçekleştiriliyor" demişti.

Protokolün, “Hazine Müsteşarlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun'un 2. Maddesi ile TCMB Kanununun 4. Maddesine dayanılarak hazırlandığını” söylemişti. Ancak daha sonra yapılan kurumsal değişikliklerle bu maddelerin kaldırıldığı ortaya çıktı. O zaman bu protokolün yasal dayanağı neydi, siz ne zaman bu protokolden bilgi sahibi oldunuz, şeffaflık ilkesine neden uyulmadı? Neden Hazine hesapları üzerinden TCMB döviz alım ve satım işlemleri gerçekleştirildi? Tüm bu soruların yanıtını toplu olarak alalım.

Öztrak: Sayın Amuran, TCMB’nin sahip olduğu döviz ve altın varlıklarından, döviz borçlarını ayıklayarak hesaplanan, serbestçe tasarruf edebileceği dövizleri gösteren net rezervlerdeki erime 2019 yılı başında kamu oyunda görünür hale geldi.

Ancak geriye dönüp baktığımızda, 2017’nin Mart ayından itibaren TCMB net rezervlerindeki erimeye ben sosyal medyadan dikkat çekmeye başladım.

2017 Mart ayı kritik bir tarih. Türkiye’yi Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi denen, tek adam vesayet rejimine götürecek Anayasa değişikliği referandumunun hemen öncesi. TCMB ve Hazine 21 Şubat 2017’de bir protokol imzaladıkları dört yıl sonra ortaya çıktı. Bu protokole dayanarak da, Hazine’nin TCMB nezdindeki hesapları kullanılmış. Kamu bankaları aracılığıyla gizli saklı döviz piyasalarına müdahale edilmiş.

Bu protokolün varlığını ilk doğrulayan çiçeği burnunda TCMB Başkanı oldu. Daha sonra bu protokol bir gazetede yayımlandı. Protokolün maddelerine baktığımızda, Hazine’ye, TCMB’nin rezervlerini kullanarak, kamu bankaları üzerinden döviz piyasasına müdahale imkânı vermiyor.

Kaldı ki, bu yetki ve görev, kanunla TCMB’ye verilmiş. Kanunla, bağımsızca kullanması için TCMB’ye verilmiş bir görev ve sorumluluk, bir protokolle, başında siyasilerin olduğu bir kuruma devredilemez. Bu hukukta normlar hiyerarşisine aykırı.

Diğer taraftan sizin de söylediğiniz gibi Hazine Müsteşarlığı’nın Kuruluş ve Görevlerini düzenleyen kanun da 2 Temmuz 2018’de kadük olmuş. Ve bu Müsteşarlığın yerine, 10 Temmuz 2018’de Hazine ve Maliye Bakanlığı kurulmuş. Dolayısıyla yeni bir ek protokol ya da bu protokolün revizyonu yapılmadıysa 2017’deki protokole dayanarak, 2018’in 2 Temmuz’undan sonra usule uygun işlem yapamazsınız.

Bunlar elbette işin hukuki tarafı. Ama bir de siyasi tarafı var. Bu rezervler, bir şahsa ait değil, millete ait. Ve millete ait rezervler ilkin 2017 Referandumundan önce, ardından 2019 Mahalli İdare Seçimlerinden önce siyasi kararla satılmış. Erdoğan ve damadı ekonomide suni bir istikrar görüntüsü vererek, kendi siyasi ajandalarını gerçekleştirebilmek için millete ait dövizleri tüketmişler.

Yetmemiş bir de fark edilmesin diye çok kısa vadeli emanet dövizleri, sattıklarının yerine kasaya koymuşlar. TCMB’yi kendi evinde kiracı durumuna getirmişler.

Amuran: “128 Milyar Dolar” diye sembolleştirdiğiniz dövizin, bir bölümünün yabancı sermaye çıkışı için kullanıldığı, bir bölümünün de reel sektörün döviz cinsinden borcunu azaltmak için talep edildiği, vatandaşların da döviz ve altın alarak, tasarruf tercihlerinde değişikliğe gittikleri açıklandı. Burada sorgulanması gereken yurt içindeki alıcıların TL’ye duydukları güvenin kaybolması yanında, alınan dövizin de yatırım ve üretime yönelmemesi, sadece Türk Lirası’na değil ülke ekonomisinin geleceğine de güven duyulmadığının göstergesi değil midir? Siyasi iktidarın bu kararda kazancı sadece siyasi bir yatırım mıdır?

Öztrak: Sayın Amuran, sermaye hesabı açık bir ekonomide hem faizin hem de döviz kurunun aynı anda kontrol edilemeyeceği, en azından bir makro ekonomi kitabının mürekkebini yalamış herkes tarafından bilinen bir husustur.

Bu, dibi delik kovaya rezervleri boca etmekten başka bir şey değildir. Buna rağmen Erdoğan, 2019’dan başlayarak ekonomide suni bir istikrar havası yaratarak mahalli idare seçimlerini kazanmaya çalışmıştır.

Damat da önce kayınpederin kerameti kendinden menkul “faizin enflasyonun sebebi olduğu” teorisini doğrulamak ve faizi düşürürken dövizi de tutmak için rezervleri çarçur etmeye devam etmiş; ardından, pandemide ekonomiyi krediyle aşırı şişirme stratejisi izlenmiştir. Burada da damat, dövize baskıyı önlemek için rezervleri tüketmeye devam etmiş, TCMB kasasını tam takır ettikten sonra da bırakıp gitmek zorunda kalmıştır. Rezervler buharlaşmış ama faizler artmış, TL de pul olmuştur.

Şimdi ortada çok ciddi bir kamu zararı var. Hesaplamalara göre 2019 Şubat ayı ile 2020 Kasım ayları arasında TCMB’nin serbestçe kullanabileceği 128 milyar dolar döviz rezervi arka kapıdan gizli saklı satılmıştır. Son olarak Erdoğan bu rakamı 165 milyar dolara kadar çıkarmıştır.

128 milyar dolarlık rezerv ortalama 6,28 TL dolar kurundan satılmıştır. Bugün dolar kuru 8,20-8,30 TL civarındadır. Yani 128 milyar doları bugün yerine koymaya kalksanız, kur farkı nedeniyle 256 milyar lira ilave ödemeniz gerekmektedir. Bu zararın hesabını birinin mutlaka vermesi lazım…

Kaldı ki, bu dövizleri satarak ne elde ettik? Faizler mi düştü? Döviz kuru mu düştü? Enflasyon mu düştü? İşsizlik mi azaldı? Hayır. Bugün Türkiye dünya üzerinde en yüksek politika faizine sahip 7. ekonomi. Yine en yüksek enflasyona sahip 14. ekonomi. Türk Lirası, bize benzeyen ekonomiler arasında Şubat 2019’dan bu yana en fazla değer kaybeden ikinci para birimi. 10 milyonun üzerinde işsizimiz var.

128 milyar dolar rezervi bir protokolle TCMB yetkilerini gizli saklı Hazine ve Maliye Bakanına devrederek eritmek, dünya finans ve ekonomi tarihine geçecek bir skandaldır. Ve bunun sorumluları mutlaka hesap vermelidir.

Amuran: AKP Genel Başkanı Sayın Erdoğan, bir grup toplantısında, “128 milyar dolar, ne buhar olmuştur ne de haksız ve hukuksuz yere herhangi birinin cebine girmiştir. Bu para ve çok daha fazlası ekonominin aktörleri ve vatandaşımız arasında dolaşıma girmiştir” dedi. Yapılan açıklamalar sonrasında yeniden sorunuzu tekrarladınız. Sizin yanıtını alamadığınız konu nedir?

Öztrak: Sayın Amuran, ortada çok ciddi bir usulsüzlük ve kamu zararı var. “Ben yaptım oldu. Bunun hesabını da vermem” diyemezsiniz. Şimdi de “Dövizleri millete sattık” diyerek kabahatlerine milleti ortak etmeye çalışıyorlar. Hatta yeni TCMB Başkanı “Pandemide kimsenin burnu kanamadı” diyerek, sanki 128 milyar dolar pandemi de kullanılmış gibi gerçeklerden kopuk bir açıklama yaptı. Yüzlerce kişinin bu pandemi döneminde ekonomik zorluklar nedeniyle yaşamına kıydığından bile haberleri yok.

Biz, 128 milyar dolar, hangi tarihlerde, hangi kurdan, kime, ne kadar satıldı öğrenmek istiyoruz. Bunu milletimiz adına istiyoruz. Yeni Hazine ve Maliye Bakanı Sayın Elvan da, “TCMB bunları açıklamalı” dedi. Yine öğrenmek istediğimiz bir başka husus, bu döviz satış talimatlarının altında kimlerin imzası var? Bu döviz müdahalelerinin dışarıya sızmaması için ne tür önlemler alındı? Tüm bunların açıklığa kavuşması lazım… Bunun için de, “TBMM’de bir Araştırma Komisyonu kuralım. Bu dönemde görev almış TCMB başkanlarını, TCMB Para Kurulu üyelerini, Hazine ve Maliye Bakanlığı bürokratlarını ve kamu bankalarının Genel Müdürlerini dinleyelim. Milletin dövizlerinin neden, nasıl, kime, kaça satıldığının açıklamasını milletimiz adına alalım” diyoruz.

Ya bunu yaparlar ya da seçimlerden sonra bizim iktidarımızda kurulacak bir Yolsuzlukları Araştırma Komisyonu’nda 128 milyar doların nasıl buharlaştığının hesabını verirler.

Amuran: Efendim şimdi de pandemi süresinde uygulanan önlemleri değerlendirelim… Halka sunulan sosyal ve ekonomik destek paketleri, halkın emekçilerin derdine deva olamadı. Cazip kredilerle yeniden borçlandılar. Verilen krediler, sosyal destek gibi sunuldu. İhtiyacı olanlar dışında ihtiyacı olmayanlar da bu fırsattan yararlandı. Destek imkanları genişletilmeden verilen tam kapanma kararı, özellikle günlük emeğiyle yaşama tutunan vatandaşlarımızı, küçük esnafımızı nasıl etkileyecek?

Öztrak: Son derece haklısınız. Uluslararası Para Fonu (IMF) ülkelerin pandemi sürecinde ne kadar destek verdiğini yakın zamanda açıkladı. IMF’ye göre, Türkiye vatandaşlarına en az gelir desteği sunan ülkeler kategorisinde yer aldı. Meksika ve Mısır’dan sonra, akran ekonomiler içinde vatandaşlarına en az doğrudan gelir desteği veren Hükümet, Erdoğan Şahsım Hükümeti oldu.

Tüm akran ekonomiler vatandaşlarına milli gelirlerinin ortalama yüzde 4’ü kadar doğrudan destek verirken, Türkiye bunun yarısını bile verememiş. Türkiye akran ekonomiler kadar destek verebilseydi, yurttaşlarımıza 202 milyar liralık destek sağlanmış olacaktı. Oysa 15 Nisan itibariyle hükümetin kendi açıkladığı rakamlara göre destek tutarı 60 milyar lira civarında. Bunun da sadece 6,5 milyar lirası bütçeden doğrudan verilen destek. Geriye kalan İşsizlik Sigortası Fonu’nun kaynaklarından ve vatandaşlarımızın bağışlarından karşılanmış.

İktidar, vatandaşa destek verme konusunda son derece cimri. Bunu son alınan 17 günlük kapanma kararında da gördük. Oysa günlük yevmiyeyle ayakta durabilen yüz binlerce yurttaşımız var. Yine bu dönemde özellikle esnaflarımızın ciddi ciro ve gelir kaybı olacak.

Cumhuriyet Halk Partisi Ekonomi Masası olarak yakın zamanda, 17 günlük kapanma dönemi için Hükümetin alması gerektiğini düşündüğümüz tedbirleri madde madde açıkladık. Esnaf ve ticaret erbabının gelir kayıplarının telafi edilmesi, yeme-içme sektörüne ciro desteği verilmesi, kira desteğinin artırılması, günlük ücret ile çalışan emekçilerimize, seyyar satıcılara aylık net asgari ücret kadar destek verilmesi, vergi ve sigorta prim borçlarının ertelenmesi gibi pek çok unsuru içeren bu destek paketi mutlaka çıkarılmalıdır. Aksi halde özellikle düşük ve dar gelirli yurttaşlarımızın daha da yoksullaşması ve telafi edilemeyecek sosyal hasarların, beşeri sermaye kayıplarının oluşması kaçınılmazdır. Dünya Bankası’nın yaptığı bir çalışma, son iki yılda mutlak yoksulluk sınırında yaşayan yurttaşlarımızın sayısının 3,3 milyon kişi artarak 10 milyonu aştığını gösteriyor.

Salgının kontrol altına alınamaması, doğrudan gelir desteği sağlanmadan ekonomide kapanmalar, iflasların, işsizliğin ve yoksulluğun 2021’de ne yazık ki daha da derinleşeceğini gösteriyor.

Diğer taraftan, neden ülkeler esnaflarına, KOBİ’lerine, çiftçilerine kesenin ağzını sonuna kadar açıyor? Çünkü artık herkes biliyor ki pandemi sonrasında esnafını, KOBİ’sini, çiftçisini, yetişmiş işçisini ayakta tutan ülkeler, bu dönemin galibi olacaklar. Yeni fırsatları onlar değerlendirecek. Erdoğan Şahsım Hükümetinin yanlış politikaları yeniden şekillenen küresel değer zincirlerinde sahip olduğumuz avantajları yeterince kullanmamızı engelleyecek.

Amuran: Ekonomi dışında son günlerde yeni skandallar gündemimize girdi: İlki, eşi ile birlikte kurduğu kendi şirketinden, başında bulunduğu bakanlığa alım yapan bir Bakanın hem etik kurallara hem de İhale Yasasına uygun olmayan ticari satışı gündeme oturdu. Skandalı ortaya çıkaran ilk haber, Can Özçelik imzasıyla OdaTV’de çıktı. Bu haber nedeniyle önce Odatv’yi kutlamak gerekir. Haberden sonra Bakan görevinden alındı. Sizce bu skandal ilk miydi? Nüfuz kullanılması, koşullara uymayan, liyakat gözetilmeden yapılan atamalar, yakınlara verilen ihaleler üzerine de, bu yeni sistemde, etkin muhalefet denetimini yapabiliyor musunuz?

Öztrak: İyi işleyen demokrasilerde yasama-yürütme ve yargı organları birbirini denetler ve dengeler. Bu üç gücü denetleyip, dengeleyen bir diğer güç ise bağımsız medyadır. Bağımsız medyanın önemini bu skandalda bir kez daha gördük.

Nüfuz ticareti dünyanın neresinde olursa olsun, etik değildir, ahlaki değildir, hukuki değildir. Ortada çok ciddi iddialar var. Bunun bağımsız yargı önünde hesabının verilmesi gerekir. Ancak Erdoğan, bu Bakana hizmetleri için teşekkür ederek bir anlamda yapılan işi ve bakanı himayesine aldı. Normal bir demokraside bunlar olmaz. Kamu kaynaklarını kullanan yetkililer çıkar, yaptığının hesabını verir.

Bu ucube sistemin çirkin yüzü her geçen gün daha iyi görülüyor. Liyakat yerine sadakati önceleyen bu sistem Türkiye’ye son derece hafif geliyor. Türkiye’yi yönetilemiyor. Ardı ardına patlayan skandallar da bunu gösteriyor. Bir hafta on gün içinde pek çok skandala daha imza atıldı. Bu skandalların önemli bir kısmını da muhalefet ortaya çıkardı. 128 milyar dolar meselesinden, gri pasaport skandalına kadar pek çok skandalı biz gündeme getirdik.

Amuran: Evet gri pasaportla yurt dışına yapılan insan kaçakçılığı da büyük bir skandal. Bazı belediyelerin aracı olduğu skandalın iki sonucu var: İlki TCK’yı ilgilendiren adli yanı. Dileriz üstü örtülmeden soruşturmalarda sonuna kadar gidilir, sorumlular bulunur. İkincisi ise bence çok önemli… Devleti temsil eden gri pasaportun, aracı olarak kullanılması… Bu sorun dış politikamızda bundan sonra ne gibi riskler doğurabilir?

Öztrak: Pasaport bir devletin itibar belgesidir. Hele hele gri pasaport bir kamu görevlisine yurt dışında yapacağı görev için devletin verdiği kefaletnamedir. Devlet gri pasaport vererek yurtdışındaki belirli bir görev için pasaport hamiline kefil olur. Bu skandalın boyutu çok büyük ve en büyük mağduru da Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin itibarıdır. İçişleri Bakanı’nın çok açık bir görev ihmali var. 804 kişi gri pasaportla yurt dışına VIP yöntemlerle kaçırılırken, İçişleri Bakanı buna seyirci kalmış. Şimdi yurt dışında da yürüyen soruşturmalar var. Ne yazık ki bundan sonra kamu görevlilerin kullandığı pasaportlara dışarıda da kuşkuyla bakılacak, belki de bu pasaportlar için ilave tedbirler alınacak.

Amuran: Beni en çok tedirgin eden bir başka konu da, gençlerimizin hedeflerinde yurt dışında iş bulup çalışma arayışı. Üniversite mezunu kariyer yapmış gençlerimize neden ekonomik ve sosyal güvence veremiyoruz? İşsizlik problemini çözecek en önemli adım sizce nedir?

Öztrak: Kaygılarınızda son derece haklısınız. Türkiye’nin iki önemli göreli üstünlüğü var. Bunlardan ilki genç nüfus, diğeri ise coğrafi konumu... Bu iki göreli üstünlüğümüzü layıkıyla kullanabilirsek, Türkiye’yi kimse tutamaz. Ancak biz her iki avantajımızı da kullanamıyoruz. 19 yıldır iktidar olan bir kadro gençlerimize ne iyi bir eğitim ne de doğru düzgün iş verebildi. 15-24 yaş arasındaki her 100 gencimizden 29’u ne eğitimde ne de işte. Evde oturup, anasının babasının eline bakıyor. Bu hükümet elinde “ev genci” diye bir kavramla tanıştık. Türkiye’den umudunu kesen iyi eğitimli gençlerimiz ise yurt dışına gitmenin planlarını yapıyor. Türkiye’nin bu iyi eğitimli gençleri küstürme ve kaybetme gibi bir lüksü yok. Ama bu Hükümet, her şeyle olduğu gibi gençlerle de kavgalı.

Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşananlara bir bakın. Üniversitesine sahip çıkan gençlere yapılmayan zulüm kalmadı. Biz bunları aşacağız. Bu ülkeyi gençleri için yeniden umut kapısı haline getireceğiz. Gençlerimiz kendi ülkelerinde çalışarak dünyadaki en yüksek yaşam standartlarını yakalayabileceklerine inanacaklar. Buna giden yol ise sandıktan geçiyor. İlkin bu iktidarı sandıkta evine göndereceğiz. Ondan sonra güçlendirilmiş yeni demokratik parlamenter rejimle ülkemize rahat bir nefes aldıracağız. Ülkemizde güven ve umut iklimini yeniden yeşerteceğiz. Güven en önemli sermayedir. Güven sağlandıktan sonra yatırım, aş, iş artar.

Amuran: Muhalefet Partisi olarak, yaşadığımız bu süreçte erken seçim olasılığı var mı, siyaset nereye doğru gidiyor?

Öztrak: Erdoğan Şahsım Hükümeti, Türkiye’yi yönetemiyor. Milli çıkarlarımızı koruyamıyor. Her gün ayrı bir skandal patlıyor. Salgında lebalep kongreler yaptılar. Bedelini milletimiz canıyla ve cüzdanıyla ödedi. Tüm dünya açılmaya başlarken, bunların sorumsuzluklarını telafi etmek için 17 gün için evlere kapandık.

Bu arada hükümet eve kapattıkları insanlara, kapattıkları işyerlerine, insanları biraz daha rahatlatacak destek vermiyor.

Vatandaşına beş maskeyi bedava dağıtamayan hükümet, her alanda patinaj yapıyor. Aşı derseniz, aşı yok. Verilen aşı randevuları iptal ediliyor. Sağlık Bakanı’nın bir dediği bir dediğini tutmuyor. Vatandaşlar sabah kalkıyor, telefonlarına ikinci doz aşılarının ertelendiği bilgisi geliyor.

Ekonomi derseniz perişan… Eritilen 128 milyar doların hesabını veremiyorlar.

Dış politikada ise tüm Cumhuriyet tarihimizin en zayıf noktasındayız. Önüne gelen Erdoğan Şahsım Hükümetine parmak sallıyor. Doğu Akdeniz’de, Ege’de milli menfaatlerimiz büyük tehdit altında. Artık en haklı davalarımızı bile savunamıyorlar. Türk diplomasisinin 50 yıldır geçit vermediği Ermeni iddiaları, bu yıl ABD yönetimi tarafından kolaylıkla kabul ediliyor. Buna karşı ciddi bir tepki bile gösteremiyorlar. Aciz bir hükümet görüntüsü, dışarıdaki hasımlarımızın iştahını kabartıyor. Artık ülkeyi daha fazla hırpalamadan sandığın milletin önüne getirilmesi gerek. Milletimiz de bunu görüyor ve sandığın bir an evvel önüne getirilmesini istiyor.

Amuran: Sizin de ifade ettiğiniz gibi ABD’nin kolaylıkla kabul ettiği Ermeni iddialarına karşı hükümet beklenen sert tepkiyi gösteremedi.Neden sizce?

Öztrak: İlk defa bir ABD Başkanı, 1915 yılında yaşanan trajediyle ilgili, sözde “soykırım” ifadesini kullanmıştır. Bu talihsiz açıklamayı hiçbir suretle kabul etmiyoruz.

Tarih yazmak, politikacıların görevi değildir.

Hele hele bu topraklarda, emperyalistlerin tahrikleriyle yaşanan ortak acıları tahrif ederek, yeni bir tarih yazmak, buradan da sözde bir insanlık suçu isnat etmek, “bir daha olmasın” diye ders vermek, siyasetçilerin görevi de değildir, haddi de değildir.

Bu müessif açıklama, Türkiye-ABD ilişkilerine zarar vermiştir.

Güney Kafkasya'da, işgal altındaki Azerbaycan topraklarının kurtarıldığı, Türkiye, Azerbaycan ve Ermenistan halklarının, barış, huzur ve refah içinde, geleceğe bakma arayışında oldukları bir sırada, yapılan bu açıklama, manidardır.

Bu talihsiz açıklamayı kınıyor ve reddediyoruz.

Ülkeyi yönettiği iddiasında olan kişinin, bu süreçte tavşan uykusuna yatması ve açıklamanın ardından gelen sessizliği, üzüntümüzü katlamıştır. Her şeye ve herkese “Eyyy!” diye kükreyen Erdoğan, Biden karşısında kükremek bir yana cılız bir miyavlama sesi bile çıkaramamıştır. Bu, tüm dünya kamuoyunun da dikkatini çekmiştir.

Bugün Merkez Bankası kasasındaki rezervleriniz eksi bakiye veriyorsa, kasada para kalmadıysa, bir yıl içinde çevrilecek dış borcunuz 190 milyar dolar civarındaysa dışarıya karşı sesiniz soluğunuz kesilir. Biz bunlara çok söyledik. “Borç alan emir alır” dedik. “El atına binip çalım satanın yalımı çabuk söner” dedik. Dinlemediler.

Amuran: Demokrasilerde muhalefet denetim sorumluluğunu üstlenmiştir. Denetimin özünde ise hem yol gösterici olmak hem de eksikleri gündeme getirmek vardır. İktidar ise muhalefetin sesine ne kadar kulak verirse o denli başarılı olur. Yönetim ve denetimin dengede tutulması demokrasinin gereğidir. Bunun yolu ise şeffaflık ve hesap sormak ve yanıtını almaktan geçer. Gündeme getirdiğiniz sorunların bir an önce çözümü dileğiyle bu söyleşi için çok teşekkürler.

Öztrak: Ben teşekkür ederim.

Nurzen Amuran

Odatv.com

Bağımsız medyanın önemini bu skandalda bir kez daha gördük - Resim : 1

Bağımsız medyanın önemini bu skandalda bir kez daha gördük - Resim : 2

Bağımsız medyanın önemini bu skandalda bir kez daha gördük - Resim : 3