AYM "dün dündür bugün bugündür" diyebilir mi

Odatv’de yayımlanan bir önceki yazıda (03.03.2013) Anayasa Mahkemesi (AYM) ve Danıştay kararlarına göre doğrudan “Anayasa’nın türbanı yasakladığını”...

Odatv’de yayımlanan bir önceki yazıda (03.03.2013) Anayasa Mahkemesi (AYM) ve Danıştay kararlarına göre doğrudan “Anayasa’nın türbanı yasakladığını” açıklamaya çalışmıştım. (İlgili yazı için tıklayın) Bu yazıda ise, Başbakan Erdoğan’ın türbanla ilgili söylemlerinin, AKP’nin “laiklik karşıtı eylemlerin odağı” olarak nitelendirilmesindeki etkisini belirtmeye çalışacağım.

Bilindiği gibi AYM, 30.07.2008 günlü, E.2008/1-SPK, K.2008/2 sayılı kararında, AKP’nin “laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğuna” hükmetmiştir. Kararda; kurulduktan hemen sonra girdiği ilk genel seçimlerde tek başına iktidar olarak ülkeyi yönetme yetki ve sorumluluğunu üstlenen davalı partinin sorumluluğun, yalnızca kendi siyasal tabanını değil, tüm ülkeyi kapsayan bir sorumluluk olduğu vurgulanmıştır. Karara göre; bu sorumluluğun, kamu yararı amacıyla ve devlet iktidarı kullanımı için gerekli tüm anayasal ilkelere uygun olarak yerine getirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmamaktadır.

Yine karara göre;

· Davalı partinin; üniversitelerde uygulanan başörtüsü yasağı, Kuran kurslarına yönelik yaş kısıtlaması ve imam hatip liselerine uygulanan katsayı sınırlamasının kaldırılması konularındaki “siyasal mücadelesini, laiklik ilkesinin Anayasa’nın somut kurallarında ortaya çıkan tercihe uygun biçimde yürüttüğü” savunulamaz.

· Dinin ve dinsel duyguların kötüye kullanılması nedeniyle laikliğe aykırı görülen davalı parti eylemlerinin toplumu devlete ve siyasete yabancılaştırması yoluyla “demokratik işleyişi engelleyebileceği ve anayasal düzenin meşruiyetinin sorgulanmasına yol açacağı” yadsınamaz.

BAŞBAKAN'IN KARARA DAYANAK OLAN SÖYLEMLERİ

AYM, yukarıya aynen alınan kararında, başörtüsü yasağının, laiklik ilkesinin gereği olduğunu bir kez daha vurgulamakta; buna aykırı siyasal eylemlerin, “demokratik işleyişi engelleyebileceği” ve “anayasal düzenin meşruiyetinin sorgulanmasına yol açacağı” sonucuna varmaktadır.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nca açılan bu kapatma davasında, AYM, AKP Genel Başkanı R. Tayyip Erdoğan’ın 12 eylemini delil niteliğinde görerek değerlendirmeye almıştır. Bunların 10’u türban konusunu içermektedir. Bu söylemler kararda yer aldıkları ifadelerle şöyledir:

· “Başörtüsü konusunun ülkenin bir gerçeği olduğuna inanıyorum… Toplumda mutabakat olduğuna göre, kurumlar arasındaki, kuruluşlar arasındaki uyumsuzluğu anlamak mümkün değil.”

· “Türban sorununu nihai kertede aşmak için referanduma gidilmesi gerekir… Tabii, bunun taymingi (zamanlaması) önemlidir.”

· “Kamusal alan sadece bizde var… Sivil toplum örgütleri vakıf üniversitelerinde başörtülü eğitime ilişkin bir dayanışma ortaya koyarlarsa, burada hazır bir hükümet var… Özel üniversitelerde türbanla eğitimi serbest bırakalım.” (9 Temmuz 2004, Kanal D, Teke Tek programı)

· “Başörtüyü devlet okuluna sokmuyorsun, bari bırak özelde okusun. Gelin bunun önünü açalım. Sen yarın yine bu çocukları devlette işe alma, özel sektörde çalışsın. Şimdi bunların mantığı şöyle; ‘Sen başörtünle tarlada çalış, çapa yap; ama sosyolog olma, psikolog olma.’ Bunu artık aşmamız lazım.” (9 Temmuz 2004, Kanal D, Teke Tek programı)

· “Başörtüsü, yüzde 98’i Müslüman olan Türkiye’de gerek Millet ve gerekse kurumların ortak sorunu. Biz bunu toplumsal mutabakatla çözmek istiyoruz. Ama sonuçta şunu da söylemek zorundayım ki, bu sorun Türkiye’de vardır.” (Ocak 2004, New York, Dışişleri Konseyi)

· Benim çocuğum Boğaziçi’ni kazandığı halde imam hatip lisesi mezunu olduğu için puanı düşürüldü, buraya gidemedi. Kızlarım başlarını örttükleri için Türkiye’de okuyamadı. Biz ailece bunun mağduruyuz.” (Nisan 2004, Ukrayna ziyareti)

· “Bunu yasaklayan bir konu yok ki, sıkıntı burada. Sadece şu anda buna yönelik olarak bir algılama var, yorumlama var. Ama biz özellikle ülkemizde bir toplumsal gerilim olmasın diye sabırla hareket ediyoruz. Ve diyoruz ki, toplumsal mutabakat olsun. Bakın benim kızlarım ABD’de okuyor. Burada o özgürlük anlayışı var. Ama ülkemde yok. Şu anda ben bu acıya sadece ülkemde bir toplumsal gerilim olmasın diye katlanıyorum.” (Haziran 2005, Washington, Amerikan CNN International televizyonu)

· Haziran 2005’te, AB büyükelçilerine Başbakanlık Konutu’nda verdiği yemekte, azınlıkların özgürlüklerinin anımsatılması üzerine, “Bu sorunu yalnız azınlıktaki gayrimüslimler değil, çoğunluktaki Müslüman kesim de çekiyor. Bu konu bizim için de zor” demiş ve türban yasağı konusundaki rahatsızlığını da, “Bu sorunu bizzat ben yaşıyorum. Eşim başörtülü. Eşim Başkanlık Konutu’nda takabiliyor, karşıda (Cumhurbaşkanlığı’nı işaret ederek) takamıyor. Bu konularda bir toplumsal ve kurumsal mutabakat henüz sağlanamadı.”

· “Bu (başörtüsü yasağı) 8 yıllık bir süreçtir. Bu süreç içerisinde üniversiteye giden kızlarımız, başları örtülü olarak devlet üniversitelerinde ve vakıf üniversitelerinde başörtülü olarak derslere girememektedir. Bu bana göre din ve vicdan özgürlüğünün kısıtlanmasıdır. AİHM’nin son kararı var. Ben bu kararlara şaşıyorum… Nasıl olur da bir insan başını örtüyor diye eğitim, din ve vicdan özgürlüğü ortadan kalkar? ‘İnanç hiçbir zaman yasanın önüne geçemez’ diyor. Benim kızımın böyle bir iddiası yok ki… İnancı böyle olduğu için başını örtüyor, o halde saygı duymak lazım. Mahkemenin de bu konuda söz söyleme hakkı yoktur. Söz söyleme hakkı ulemanındır. Açarsın o dinin mensubuna, Musevi ise o dinin mensubuna, Hıristiyan ise o dinin mensubuna sorarsın, bunun dinde gerçekten emredici bir hükmü var mı? Varsa saygı duymak zorundasınız… Ben diyorum ki, dinde bunun yeri var…” (Kasım 2005, Danimarka Avrupa Hareketi tarafından Kopenhag’da düzenlenen “Medeniyetler arası ittifak: Türkiye’nin rolü” konulu toplantıda)

· “Danimarka’da yaptığımız konuşmada, AİHM’nin Müslümanlara ait örtü ile ilgili karar verirken bu konuda bilirkişi olarak İslam’ın din bilginlerine sorması gerekirdi. Bu örtü ideolojik mi, sosyolojik mi, dinin gereği mi? … Sorduktan sonra kararı yine orası versin. Biz onların kararına uyarız. Türkiye’de de kimse bunu saptırma yoluna gitmesin.” (Açılışlara katılmak üzere gittiği Denizli’de)

(Burada bir not düşmek isterim. Başbakan, Kopenhag’ta “Açarsın o dinin mensubuna… sorarsın, bunun dinde gerçekten emredici bir hükmü var mı? Varsa saygı duymak zorundasınız”, yani ona göre karar vermek zorundasınız derken; Denizli’de, “Sorduktan sonra kararı yine orası versin. Biz onların kararına uyarız” diyerek bir öncekinden çok farklı bir sonucu ifade etmiştir. Kuşkusuz dünya işine ilişkin bir hukuksal olayda ulemaya sormanın laiklikle hiç mi hiç bağdaşmayacağını da vurgulamak gerekir. BS)

· Danıştay 2. Dairesi’nin, türbanlı bir anaokulu öğretmenine ilişkin 26.10.2005 günlü, E.2004/4051, K.2005/3366 sayılı kararıyla ilgili olarak: “Bu kararı hukuk ilkeleri içerisinde tanımlayamıyorum. Tarif edemiyorum. Kalkıp da bir anaokulu öğretmenine, öğretmenlik yaparken başını açtın, dışarıda da başın açık olarak gezeceksin deme hakkına kimse sahip değildir… Doğrusu kınıyorum. Bunu hiçbir yere sığdıramıyorum. İnsanın bir özel alanı vardır, kamusal alanı vardır, bir de kamu alanı vardır. Bu alanlara hükmetmeye kimsenin hakkı yoktur… Bunlar bu gidişle evin içine de karışacaklar. Şöyle böyle davranacaksınız diyecekler. Kusura bakmayın. Türkiye yolgeçen hanı değil. Herkes yerini belirlemek zorunda. Biz gerilim olmasını istemiyoruz. Birileri nemalanmasın diye sabrediyoruz. Ancak hukuk adına yargı makamını işgal edenler, bu ülkede böyle bir zemini hazırlama gayreti içine girmesinler…” (Şubat 2006, partisinin Mersin Merkez İlçe İkinci Olağan Kongresi’nde)

· Ocak 2008’de, Medeniyetler İttifakı Forumu için gittiği İspanya’da, “Türban sorununu yeni anayasa ile çözecek misiniz?” sorusu üzerine: “Semboller dediniz. Benim partim içinde nasıl başörtülü varsa diğer partiler içinde de var. Hepsinin siyasi tercihidir bu. Bu onların siyasi tercihine, dinin bir gereği olarak başını örttüğüne inanan ve bunu bu şekilde uygulayana zorla şu söyleniyor; ‘Sen bunu siyasi simge olarak takıyorsun’ deniyor. Hayır ben bunu siyasi simge olarak takmıyorum, diyor. Velev ki (türbanı) bir siyasi simge olarak taktığını düşünün. Bir siyasi simge olarak takmayı da suç kabul edebilir misiniz? Simgelere, sembollere bir yasak getirebilir misiniz? Özgürlükler noktasında dünyanın neresinde böyle bir yasak var?”

· “Kızlarımızın önündeki en önemli engel birinci derecede ‘Ben ülkemde üniversiteye gidemiyorum, neden?’, ‘Başörtüm olduğu için gidemiyorum’ İşte bunu aşabilmenin gayreti içinde… Hep sabır dedik… Din İşleri Yüksek Kurulu 1980’de Kuran-ı Kerim’den bir ayeti alıyor şöyle diyor: Cenab-ı Hak bu ayeti ile celile ile cahiliye devrinin bu adetini kesinlikle yasaklamış. Müslüman kadınların başörtülerini, saçlarını, başlarını, kulaklarını, boyun ve gerdanlarını örtecek şekilde yakalarının üzerine salmalarını emretmiştir.” (17.02.2008’de ATV’de)

ANAYASA MAHKEMESİNİN DEĞERLENDİRMESİ

AYM, delil niteliğinde gördüğü yukarıdaki eylemleri değerlendirerek şu sonuca varıyor: “Davalı parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ile…’nun eylemleri, Anayasa’nın 68. maddesinin dördüncü fıkrasına aykırı eylemlerin kararlılıkla ve parti üyeleri tarafından yoğun bir biçimde işlendiğini göstermektedir.”

AYM bununla yetinmiyor ve türbanı serbest bırakmak için Anayasa’nın 10 ve 42. maddelerinde yapılan değişiklik eylemini de değerlendirerek şunu söylüyor: “Anayasa Mahkemesi’nin E.2008/16, K.2008/116 sayılı kararıyla iptal edilen 5735 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un teklif edilmesi ve yasalaşmasının sağlanmasıyla davalı partinin bu eylemleri benimsediği anlaşıldığından odaklaşmanın kabulü gerekir.”

İşte durum bu. Bunca karara karşın eğer hâlâ “Türbanı yasaklayan kural yok” deniyorsa, benim de söyleyecek sözüm kalmadı.

Şunu sorabilirsiniz? Bunca karara karşın nasıl oldu da türban bugün üniversitelerde serbest bırakıldı?

Bunun asıl nedeni, “laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğuna” karar verilen bir siyasal partinin kapatılmayıp, iktidarda bırakılmasıdır. İkinci neden, darbe dönemlerinde olduğu gibi Anayasa’nın, AYM kararlarının, dolayısıyla hukuk devleti ilkesinin yok sayılıp “fiili durum” yaratılmasıdır. Demek ki bir sivil darbe döneminden söz edilebilir. Üçüncü neden; ne yazık ki ana muhalefet partisinin de bu fiili duruma destek vermesi, ortak olmasıdır.

Bülent Serim

Odatv.com

anayasa mahkemesi arşiv