AYDINLAR BU GERÇEĞİN FARKINA MI VARDI?

Ülkesinin yetişmiş beynine “tahammül” edemeyenler, polis-asker koruması altında yaşamaya mahkûmdur. Bu kural İdi Amin, Kaddafi, Marcos, Peron...

Ülkesinin yetişmiş beynine “tahammül” edemeyenler, polis-asker koruması altında yaşamaya mahkûmdur.
Bu kural İdi Amin, Kaddafi, Marcos, Peron, Franco, Mussolini vb. dönemlerinde de böyleydi, şimdi de böyle devam ediyor.
Korumalar, birer yatak odası aksesuarına dönmüştür çoğu için. Ya da yol çizgilerine, ceket düğmesine, kaldırım taşlarına vb... İçinde yaşadığı toplumdan korkmaya başladıysa eğer liderler...
Onlarca, yüzlerce korumayla bir yerden, ötekine...
Bu artık “terörden” korkmayı aşmıştır; bu ciddi bir yok edilme korkusudur ve beynin içgüdüyü sakladığı “lob”dan değil de, zekâyı sakladığı “lob”dan gelir.
Bu yüzden de dikkate alınmak zorundadır.
İşte korkulan budur. Aydınlar kıpırdama başlamıştır. Düşman “nitelikli” hale dönüşmektedir.
Yandaş “aydınlar” dirençle karşılaştıklarını fark ederler.
Yandaşlar da az değildir elbet. Akıllı, donanımlı, iyi eğitimli, zeki... Ama ücretli...
Ancak, boş olan meydanda koşmaktaydılar; şimdi “duvar” çıkıyor karşılarına; sık olmasa da çıkıyor işte.

Bu hafta, yorumcularımızdan Dara Çolakoğlu’nun hakim karşısına çıkmasıyla hareketli geçti. Müthiş bir dayanışma örneği gösterildi. Onlarca yorum yazıldı, ama “kardeşim, sen de yorum yazmasaydın,” diyen çıkmadı.
Tahammülsüzlüğün sınırlarında dolaşan bir yönetimin, “tutabildiğine” gücünü gösterdiğinin farkındaydı okurlar, yorumcular.

Kimdi Dara Çolakoğlu?
Vatan gazetesinde yazdığı bir yorum nedeniyle hapis cezası alan, “eli kalem tutan”, boş zamanlarında yorum yazan bir vatandaş...
Öyle mi?
Hiç de değil. Robert Lisesi mezunu bir “elit(!)” Çolakoğlu, “berber” gibi yurt dışında okumuş, ama bunu “yakasına asıp” dolaşmamış. Viyana’da birlikte okuduğu memleketlileri dünyanın en ünlü üniversitelerine, Harvard’a, Princeton’a öğretim görevlisi olmuş...
Su içinde iki dili; ana dili gibi bilen bir “aydın” Dara Çolakoğlu...
Sınıf arkadaşlarından biri de jeolog Celal Şengör.

Dara Çolakoğlu’nu bir kenara koyalım şimdi, Celal Şengör’e bakalım:
O da “sakıncalı yorumcumuz” gibi Robert lisesini bitirdikten sonra, ABD, New York Albany üniversitesinde jeoloji okumuş. Aynı üniversitede doktora yaptıktan sonra, İTÜ Maden Fakültesi Jeoloji Kürsüsü’ne önce asistan olmuş, sonra sırasıyla doçent, profesör.
Birçok ödül -bunları google’da bulmak mümkün, sıralasak sayfaya sığmayacak çünkü benzer bir yığın Türk aydını gibi- aldı.
YÖK’e atanması AKP tarafından engellenmiş, vb...
Tipik bir “Türkiye aydını” portresi...

Dara Çolakoğlu gibi o da biraz sesini yükseltmek, ülkenin gidişinde aksak gördüğü noktalara değinmek istediğinde de; “dur kardeşim” denmiş; “Sen zelzele ile ilgilen...”
Fazıl Say’a, “sen müziğinle ilgilen,” dedikleri gibi yani.
Ama, demiş Şengör hoca, deprem olunca da siz konuşuyorsunuz...
Eh yani?

Sınıf arkadaşının başına gelenleri Odatv’den okuyunca da dayanamamış bir not yazmış Şengör hoca. Notu olduğu gibi buraya yazmanın doğru olmadığını düşündüğümden, özetliyorum:

Sevgili Dara, tek diyebileceğim aklına ve ellerine sağlık. Geçenlerde ben de ... gazetesine Çetin Doğan’ın tutuklanması üzerine bir yorum gönderdim, ‘hocam biliyorsun üzerimize geliyorlar,’ dendi... Midem bulanmadı desem yalan olur.

Celal Şengör yorumunda, şu sıralar dilden dile dolaşan en önemli konulardan birine değinmiş: Emile Zola’nın dönemin cumhurbaşkanına gönderdiği ünlü “Dreyfus Savunması” mektubuna...

Duygusal yazmış, haksızlıklara dayanamadığından dem vurmuş, Zola’nın “hislerine tercüman” olduğunu tekrarlamış... Yazmış...
Bilsinler ki, demiş yorumunun bir yerinde, bundan sonra iki elimiz yakalarında olacaktır. Bilsinler ki isimleri tarih kitaplarına Zola’nın tarihin çöplüğüne sürüklediği isimlerle birlikte geçecektir. Bilsinler ki, bu utanç ile artık millet içine çıkamayacaklardır...

Bak sen! Ne cür’et...
Nerede yaşıyorsunuz hocam?

Oysa bu vatansever bir haykırış, bir kaygı, elem ve içselleştirme isteğidir...
Üniversite diplomasının kendisine verebileceği en üst noktaya ulaşmış bir “aydın”ın, Zola’dan yola çıkarak haksızlığa suskun kalmaması gerektiğini söyleme dürtüsüdür.
Üstelik Zola’nın başına gelenleri de bilerek yapılan bir ayağa kalkma çabasıdır bu... “İnsanlara ancak ‘insan’ sıfatının yakıştığını millete gösterme” çabasıdır bu...

Sonuçta, korumaları beş katına, harcamaları on katına çıkarmakla, yasaları yerle bir etmekle, hukuk içinde hukuksuzluğun yollarını zorlamakla bu işlerin yürümeyeceğine inananların sesi yükseliyor.
Çetinel rumuzlu bir yorumcumuz yazmıştı: “Haydi Arkadaşlar hepimiz yorumlar yazarak sesimizi duyuralım. Hepimizi de yargılayıp içeri atamazlar ya!!!” diye.
Elbette, düşünce bazında kaldığı sürece bu dayanışma örneği güzel. Eleştirel yorumlara tahammül edildiği günler de gelecektir.
Ama bu ülkenin beklediği oluyor gibi artık: “Aydınlar” susmamak zorunda olduklarını anladılar.
Ya da bana öyle geliyor, ne bileyim...

Mümtaz İdil
Odatv.com

dara çolakoğlu celal şengör arşiv