"Atatürk’e doğrudan saldıramayanlar bunu İsmet Paşa üzerinden yapıyor"

Yazar Haluk Şahin’in Johnson Mektubuadlı kitabı Kırmızı Kedi Yayınevi etiketiyle yayımlandı.

Haluk Şahin, Türk-Amerikan ilişkilerinde bir dönüm noktası olan Johnson Mektubu’nun perde arkasını yazdı. Şahin kitabında, mektubu kaleme alanlarla yaptığı söyleşilere, sürecin aktörlerinin yazdıklarına ve arşiv belgelerine yer verdi

Odatv olarak, Türk-Amerikan ilişkilerinde önemli bir yere sahip olan Johnson Mektubu ve Türkiye-Amerika ilişkisi üzerine Haluk Şahin ile bir söyleşi gerçekleştirdik.

İşte o söyleşi:

-Dün Johnson Mektubu, bugün Trump’ın tweetleri… Amerika’da gazetecilik yapmış bir olarak, Amerikalı yetkililer sizce neden bu tür yöntemlerle muhataplarına mesaj verme ihtiyacı duyuyorlar?

Johnson mektubu ile Trump’ın tehdit tweetini karşılaştırırken çok önemli iki şeyin değişmiş olduğunu hatırda tutmamız gerek. Birincisi, artık iki kutuplu Soğuk Savaş dünyası yok; “yeni bir dünya” var. İkincisi, iletişim teknolojileri değişti, bazı liderler artık geleneksel diplomasi kanallarıyla yetinmiyorlar. Tweetçi Trump bunların başında geliyor. Ülkesindeki büyük medya ile kavga halinde olan Donald Trump, yerleşik Amerikan kurumlarını dehşet içinde bırakmak pahasına da olsa, dünyayı tweet yaylım ateşine tutuyor. Mesajlardan bazılarının dili ya da imlası bozuk, çoğu hukuken sakıncalı, olgusal olarak yanlış olsa da onu kimse kontrol edemiyor. Oysa Amerikan Başkanı’nın söylediği ve yazdığı her şeyin hukuki ve siyasi sonuçları var. 1964’teki Johnson mektubu ise Amerikan hariciyesine yazdırılmış ve olağan diplomasi kanallarından gönderilmiş bir mektup idi. Tartışma, gönderilmiş biçiminden değil içeriğinden ileri geliyordu. Evet, Lyndon Johnson da zaman zaman kaba olabilen biri idi, o da bir Amerikalı lider olarak dünyaya tepeden bakıyordu ama, tweetçi Trump’ı kendi başına bir kategori saymak gerekir.

-Johnson Mektubu, üzerinden yarım yüzyıl geçmesine rağmen hala güncel ve ne zaman Türk-Amerikan ilişkileri gergin olsa, bu mektup gündeme gelir. Sizce bu mektup bizim diplomasimizde artık neyi temsil ediliyor?

Johnson mektubu Türk-Amerikan ilişkilerinde bir kırılma anıdır. Bir “uyanma anı” da diyebiliriz. Türkiye İkinci Dünya Savaşı’nın ardından tüm güvenliğini ABD’ye emanet etmiş, özellikle askeri açıdan tamamen bağımlı hale gelmişti. Johnson mektubu Türkiye’nin aslında sandığı kadar güven içinde olmadığını ortaya koydu. Türkiye böyle bir şey beklemiyordu. “Peki öyleyse ne yapmalıyız” sorusu sorulmaya başlandı.

-Johnson Mektubu’nu bizzat yazanlarla görüştünüz. Sonrasında ne düşünüyorlardı? Bu mektup hedefleri açısından yararlı oldu mu? Yoksa Türk-Amerikan ilişkilerinde bir tahribat mı bıraktı?

Kitapta ayrıntılarıyla anlattım. Şöyle deniyordu: Bu mektubun amacı iki NATO müttefiki, yani Yunanistan ile Türkiye arasında savaş çıkmasını önlemekti. O açıdan amacını gerçekleştirdi. Ancak, içeriği ve üslubu nedeniyle eleştirenler de vardı. Bu eleştirel görüş zamanla yaygınlaştı. “Başka türlü yazabilirdik” diyenler çoğaldı. Hatta, en başta bile, kantarın topuzunu kaçırdıklarını fark ettikleri için Washington’a geldiğinde İnönü’ye özel bir ilgi gösterdiler. Gene de, olan olmuş, güven sarsılmıştı. Türk-Amerikan ilişkileri bir daha hiçbir zaman eski haline dönmedi.

-Johnson Mektubu’na İnönü’nün verdiği tepkiyi nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce gerekli tepkiyi verdi mi, yoksa bugün bazılarının iddia ettiği gibi alttan mı aldı?

İnönü ihtiyatlı, sabırlı, attığı her adımın sonuçlarını düşünen bir devlet adamı idi. Fevri bir tepki göstermesi söz konusu değildi. Zaten, kitapta anlattığım üzere, Amerikalıların “Kıbrıs’a çıkmayın” anlamına gelen bir mektup yazmasını bizzat o tahrik etmişti. Çünkü Türk ordusunun böylesine zor bir askeri operasyon yapmaya hazır olmadığını biliyordu. İçinden çıktığı ordunun ve Türkiye’nin bir yenilgiye uğraması riskini göze alamazdı. Ama muhalefet ve sokaklardaki kitleler “Kıbrıs! Kıbrıs’a” diye bağırmaktaydı. Johnson mektubu ona istediği bahaneyi sağladı. Çıkarma yapılması ertelendi. Eğer 1974’te Kıbrıs çıkarması başarıyla ve az zayiatla yapılmışsa bu Johnson mektubu sayesindedir. Çünkü Türkiye askeri açıdan hazırlık yapacak zaman kazanmıştı. İnönü’nün alttan aldığını ileri sürenler diplomasinin bir sokak kavgası ve ağız dalaşı olmadığını anlamayanlardır. Ne yazık ki iç siyaset gibi dış politikanın da o düzeyde tartışıldığı bir dönem yaşamaktayız.

- Yeri gelmişken soralım: İnönü’nün tam da bugün Johnson ziyareti sırasındaki bayrak sallamasıyla eleştirilmesini, genel bir İnönü karşıtlığının olmasını neye bağlıyorsunuz?

Atatürk’e doğrudan saldıramayanlar bunu İsmet Paşa üzerinden yapıyorlar. Bu baştan beri böyleydi. İnönü’nün laiklik konusundaki ödünsüz tutumunu istismar ederek siyasi malzeme elde etmeye çalışanlar var. İnönü’nün Amerikan bayrağını sallamasıyla ilgili son olay tipik bir örnek. İnönü’nün sözüyle “Haydi canım sen de” demek lazım böylelerine. İnönü’yü vatanseverlik konusunda eleştirmek kimin haddine! Zamanla İnönü’nün de gerçek yeri daha iyi anlaşılacaktır. Ben bu sürecin başladığını düşünüyorum.

- Johnson Mektubu kuşkusuz doğrudan Kıbrıs sorunuyla ilgili. Mektubun sahipleri, sizce Kıbrıs konusunda ne istiyorlardı? Mektuba bakıldığında ABD’liler Yunanlılardan yanaymış gibi yorumlanıyor. Ama siz Yunanistanlı yetkililerin o süreçteki görüşmelerini de incelemiş biri olarak farklı bir sonuca ulaşmış görünüyorsunuz kitabınızda? Nedir o sonuç?

Evet, uzun yıllar Türkiye’de ABD’nin Yunan yanlısı olduğu görüşü hakimdi. Bunun kültürel, demografik, dinsel nedenleri vardı. Ancak, aslında, ABD gibi bir süper güç için Türkiye “gayrimenkul” olarak çok daha değerliydi. Üstelik Yunanistan’da Amerikan karşıtlığı yaygındı. Bu nedenle, baba-oğul Papandreu’ların da şikayet ettiği üzere, Amerikan yönetimi için Türkiye’yi tatmin etmek daha fazla önem taşıyordu. Ben üç yıl kadar Washington’da Cumhuriyet’in muhabirliğini yaptım, oradan biliyorum. “Süper güç” dünyanın her yerindeki her olaya kendi büyük planları açısından bakar. Yunanistan nihayet ihmal edilebilir küçük bir devlettir, petrol kuyularının ve İsrail’in yanı başındaki Türkiye öyle mi?

Johnson mektubunun yazıldığı dönemde Amerika’nın Kıbrıs konusunda net bir çözüm önerisi yoktu. Ama onun mutlaka NATO kontrolü altında kalmasını istiyordu. Enosis olabilirdi, taksim olabilirdi, hatta Acheson Planında olduğu gibi Türkiye’ye küçük bir üs ya da ada vererek olabilirdi. Yeter ki orası Sovyetlerin eline geçmesin. Makarios’un Sovyetlerle flört etmesinden hiç memnun değillerdi, ona güvenmiyorlardı. Türkiye ise daha güvenli idi. Tarihin cilvesine bakın ki Johnson mektubu bunu değiştirdi. Yunanistan ve Kıbrıs gibi Türkiye’de de “Yankee go home” sloganları atılmaya başlandı.

Söyleşi: Furkan Karabay

Odatv.com

"Atatürk’e doğrudan saldıramayanlar bunu İsmet Paşa üzerinden yapıyor" - Resim : 1

haluk şahin Johnson Mektubu kırmızı kedi yayınevi söyleşi arşiv