Nihat Genç yazdı... Artık kendi 'çubuklarımızı' konuşalım

Nihat Genç yazdı

Afrika’da şempanzenler çoktandır milli parklarda yani hapishane gibi sınırlandırılmış alanlarda ‘esir köle’ olduklarını bilmeden yaşıyorlar.

Avlanma ve beslenme alanlarının daraldığının da farkında değiller. Ancak etraflarında bol miktarda karınca ve termit var ve bunları avlamak için çubuk kullanıyorlar.

Esaretlerinin farkında değiller ancak kendi yapımları çubuk kullanıyor oluşları kimbilir onlara evrimsel bir sıçrama yani insanlaşmanın önünü açabilir, yazımın konusu budur.

Şempanzenler hep şempanzen mi kalacak yoksa bugünkü insanlar gibi bir insanlaşma süreci yaşayacaklar mı, ciddi bilimsel bir sorudur.

Bilim adamları bir şempanzenin beslenme ve avlanma şekillerine ve kullandıkları çubuklara ve bu bilgilerini kendi çocuklarına aktarabiliyorlar mı sorusuyla merak içinde yüzlerce çalışma yapıyor.

Ancak şempanzenler çubuk kullanabiliyor ve çubuk kullanımını kendi çocuklarına öğretebiliyor ise insanlaşma süreçleri için bir umut var demektir.

CIA, İSLAMCILAR VE SAĞCILAR

15 Temmuz Amerika eliyle Fetö kalkışmasının karşısına tarihi bir direnişle her kesimden geniş kitlelerin katılmasıyla, yakın tarihimize, bunca zaman ‘esaretimizin’ ne kadar farkındaydık, kullandığımız çubukları biz mi ürettik diye sorarak yepyeni bir hayata bir daha başlamak lazım.

İtirafçı cemaat üyesi Latif Erdoğan’ın birkaç açıklamasını hatırlayalım, henüz 1968 yılında dini yapılar içinden çocukların ‘yaz kamplarına götürülüp ideolojik eğitimden’ geçirildiğini ve sonra halen şaşkınlığımı sürdüren, 70’li yıllarda Fetö’nün istihbarat başkanı Fuat Doğu ve Vehbi Koç’la birlikte yemek yediğini söylemesi.

60’lı yıllar hepimizin ezberindedir, 60’lı yıllarda CIA’nın ülkemizin istihbaratı dahil her yerinde cirit atması bilinen bir gerçektir, istihbaratın o yıllarda çıkarttığı Orta Doğu dergisini izleyenler, istihbaratımızın Mossad ve CIA’ya nasıl teslim edildiğini hatırlar, bu konuda yüzlerce hatırat anı ve itiraf ortadadır.

68 yılında dini yapıların yaz kampları ve yeni kurulan MHP’nin kamuoyunda komanda kampı olarak meşhur kamplarını ve yanına komünizme karşı dernekleri ve milli mücadeleci grupları ve CIA’nın orta-doğu istasyon şefi Ruzi Nazar’ı ve bu kamp ve derneklerin meşhur simalarının uzun yıllar sağ muhafazakar yapıların en önde gelen siyasi önder şahsiyetleri olduğu gerçeği, artık gizli müphem değil herkesin bilgisindedir.

CIA’nın gladyö olarak 12 Eylül öncesi başka bir yapıyı 1990’lı yıllardan sonra yine sağcı başka bir yapıyı devreye sokması hepimizin bilgisindedir.

İslamcı ya da milliyetçi siyasi yapıların içten içe ta 60’lı yıllardan beri CIA tarafından organize edildiği ve yeşil kuşak projesinde yani soğuk savaşta kullanıldığı açık bilgidir.

Umalım bu esareti, yakın tarihe bu kısacık kuşbakışıyla, sadece solcu ve araştırmacı bir grubun değil artık geniş sağcı kitleler de derinliğine görmüş yaşamış anlamış olsunlar, ki 15 Temmuz sonrası Amerika karşıtlığı ülkemiz tarihinde zirve noktasına ulaşmıştır.

Sağcı İslamcı milliyetçi yapıların 60’lı yıllardan beri CIA’nın kontrol ve yönlendirilmesinde olduğunun daha geniş kitlelerce farkına varılması başka şey, o halde Batı’yla ve Amerika’yla ilişkilerimizi keselim demek başka şey.

15 Temmuz’un gerçeği şudur, PKK, Fetö, sağcı milliyetçi ve İslamcı bir çok yapının CIA’nın kontrolünde ve kucağında ve gelişmesinde ve serpilmesinde ve siyasi ve sosyal alanda hızla büyütülmesi artık geniş kitlelerin de idrak ettiği hepimizin elinin altında gözlerimin önünde açık bilgidir.

Şüphesiz, 15 Temmuz, bu açık bilgiyi artık şeksiz şüphesiz geniş kitlelerin zihnine sokmuştur.

Artık ideolojik yapılara siyasi partilere ve geliştirdiğimiz her fikre bu ‘gerçeklik’ damgasını vuracaktır.

Bu GERÇEKLİĞİ çok geç de olsa sağcı milli İslamcı geniş kitlelerin nihayet anlamış olması ‘insanlaşma’ ve nihayet ‘toplumlaşma’ sürecimiz için evrimsel bir başlangıçtır.

Bu bize neyi öğretir?

Dikkat edin hızla büyüyen PKK, Fetö ya da İslamcı yapılara ‘yürü ya kulum’ diyen bir büyük güç vardı.

Son altmış yılda arkasına Amerika’yı almış siyasi yapıların hızla iktidar olduğuna şahit olduk, hızla kullanıldıklarına şahit olduk, hızla iç savaşlarda kullanıldıklarına şahit olduk, hızla ülke yıkımlarında kullanıldıklarına şahit olduk, hızla suikast ve cinayetlerde kullanıldıklarına şahit olduk. Hızla etnik ve mezhep bölünmelerine hizmet ettiklerine şahit olduk.

Ve bu yapıları operasyonel olarak Amerika hizmetinde yönlendiren gizemli sivil kurumların ve elit bir yazar kadrosunun hep başımızın üstünde ekranlarda tutulan varlığına şahit olduk.

Birinci ve İkinci Irak savaşı günlerini hatırlayın, bu savaşa özgürlük savaşı diyenleri ve Müslümanlar katledildiği halde siyaseten susan İslamcı yapıları.

Şimdi şu soruyu soralım, Amerika bugüne kadar Türkiye’yle diplomatik bir ilişki içinde miydi yoksa ‘şempanzenleri mi?’ yönetiyor yönlendiriyordu.

Bundan sonra da pek tabii batıyla ve Amerika’yla ilişkilerini büyütebilir hatta daha da geliştirebilirsiniz, ancak, ‘şempanzenler’ olarak yolumuza devam edemeyeceğimiz açıktır.

15 Temmuz sonrası yazar aydın ve akademisyenlerin geniş kitleleri birazcık daha insan görmesini umut ediyorum.

BAŞIMIZDAN AŞAĞI BOMBALAR YAĞMAYA BAŞLADI

Antropolojide Kargo Kült diye bir kavram geliştirildi, şöyle, kargo bildiğiniz taşınan mal, malzeme. II. Dünya Savaşı’nda okyanusta bir ada yerlileri, savaş boyunca havadan uçakların paraşütle kargo attığına şahit olur, kargolar yiyecek ve mühimmat doludur, bu çok hoşlarına gider.

Savaş bittikten sonra yine havadan kargo atılsın diye, sazlardan ve ahşaptan bir havaalanı kulesi ve ayaklarıyla çiğneyip düzlettikleri bir uçak pisti yaparlar.

Ahşap kuleye de koydukları nöbetçinin kulaklarına yine sarmaşıklardan bir ‘anten’ yapmışlar.

Bu ilkel uçak pisti ve ahşap kuleyi yapmalarına sebep, yeniden uçaklar gelsin, yeniden başlarından aşağı yiyecek taşıyan kargolar atsın.

Türkiye 15 Temmuz’u yaşamış ise artık sağcısı İslamcısı millicisi artık havadan kargo beklememeli.

Havadan kargo bekleyen zihniyetlerini fikirlerini ezberlerini gözden geçirmeliler.

Mesela bakın Türkiye’yi bir savaş alanına dönüştüren kavramların başında ‘vesayet’ kelimesi geliyordu, vesayet deyip deyip orduyu dağıttılar ve bir manyak şeyhe teslim ettiler. Vesayet diyen aynı kalemler bugün özür dilemiyor ama özür dileyenlerden daha çok ‘liyakat’ kelimesini kullanmaya başladı.

15 Temmuz sonrası bir nevi gitti (out) vesayet geldi (in) liyakat.

Bu yeni gerçekliği pekiştirmek aydınların medyanın elinde.

Bakın, bilim adamları farelerle bir deney yapıyorlar, yiyeceğe giden üç kapı var, fareler her defasında aynı kapıyı kullanıyor, bilim adamları, bütün fareler neden yiyeceğe ulaşmak için aynı kapıyı kullanıyor diye deneyi farklı şekillerde bozup kurup devam ettiriyorlar. Bir defasında kapıları aynı renge boyuyorlar. Olmuyor fareler yine aynı kapıyı kullanıyor. Bir defasında kapıların üstüne ve yiyeceğe değişik kokuları farklı şekillerde sürüyorlar, olmuyor. Gölgeleri yansımaları yok etmek için ortamın ışıklarını değiştiriyorlar, olmuyor, yine aynı kapı.

Derken, bilim adamları, deneyi yaptıkları masayı ayak seslerinden izole etmek için masanın altında kum koyuyorlar, böylelikle fareler peşlerine takıldıkları ayak seslerini duymaz oluyorlar ve sonunda fareler yiyeceğe ulaşmak için aynı kapıyı kullanmıyorlar, çünkü birbirlerini taklit edecek ses bilgileri yok.

Çok uzun sürmüş ve bir çok darbeye, iç ayaklanmaya, iç isyanlara, mezhep ve etnik savaşlarına ve komşu savaşlarına ve sonunda devletimiz ve toprağımızı büsbütün kaybetmeyle karşı karşıya kaldığımız seksen yıl.

Ve batıdan kargo gelir ümidiyle tahtadan meclis samandan özgürlük sarmaşıklardan demokrasi yaparsak, batılıların uçakları başımızdan aşağı durmaksızın yiyecek atacaklar sandık.

Oysa bizler samandan özgürlük ahşaptan siyasetler yaptıkça başımızdan aşağı bombalar yağmaya başladı.

Ve bir sonraki sağcı siyasetler bir önceki sağcı siyasilerin ayak izlerini seslerini taklit ederek yiyeceğe ulaşacaklarını sandılar, evet bir öncekiler gibi kendi karınlarını doyurdular, ama bir gecede hepsi kellelerini ve bütün servetlerini ve vatanlarını ve devletlerini kaybetme korkusu yaşadılar.

Bakın bu seksen yıla, sağcı milli İslamcı etnik ve mezhep önderleri, simalarıyla aynı siyasetleriyle aynı büyümeleriyle aynı desteklenmeleriyle aynı, etnik ve mezhep ayrışmaları ve savaşlarıyla, oynadıkları roller aynı, kullandıkları sloganlar aynı.

Çünkü siyasette kullandıkları çubukları ellerine başkaları tarafından tutuşturulmuş.

Esaretten kurtulma umudumuz bugün de yarın da yine de çok karamsar olabilir ama bugün 15 Temmuz’un mucizesini gördükten sonra hiç değilse şempanzenliğimi masaya yatırabiliriz.

Önce beslenmemiz ve avlanmamız için bizim elimize hangi ideolojileri hangi araçları hangi fikirleri verdiler, yani, beslenmek ve avlanmak için elimize tutuşturulan ‘çubuklar’ı üreten bizler miydik yoksa başkaları mı, sorularını sormanın tam sırası.

Bir topluluk esir olmadan etnik mezhep ayrımlara ve iç savaşlara muhatap olmadan yaşayıp soyunu sürdürmek istiyorsa, önce, kendi çubuklarını kendi üretmeli.

Kendi beslenme şekline kendi karar vermeli.

Ve kendinden sonra gelen kuşaklara çocuklarına kendi ürettiği ‘çubukları’ kullanabilme becerisini öğretmeli.

Seksen yıl sonra 15 temmuz sonrası, nihayet sesimizi duymaya başlayan geniş kitlelerle sıfırdan başlamak ve kendi ‘çubuklarımızı’ konuşmaya çalışalım.

Bu saate kadar esaretimizin dahi farkında değildik bu saatten sonra hiç değilse biz ve çocuklarımız ‘esaretimizin’ farkında olabilsin.

Altmış uzun yıldan sonra bir dönüp kendimize, bir dönüp coğrafyamıza bakalım, etnik, mezhep bölünmeler ve müslümanın müslümanı öldürdüğü bitmeyen savaşlar, iç karışıklıklar.

Acımasız gerçeğimiz budur:

Altmış uzun yıldır siyasette ve ideolojilerde beslenme ve avlanma ve yaşamımızı sürdürmek için, bizim ürettiğimiz, bize ait, fikirde siyasette ‘kendi çubuklarımız çok az oldu’, çoğunu hapislere tıktılar çoğunu yok ettiler, çoğunu marjinalize edip ufalaya ufalaya bitirdiler.

Direnişe katılmış sevgili kardeşim, kime itaat ediyoruz kime biat ediyoruz, kimin telkini altındayız, kimden talimat alıyoruz, hayatımız kendimize bu soruları sormakla geçti.

Siyaseten kullanıldığımız kuşkuları ne çok olursa olsun, ne diyor Yunus, kendini tanımalı insan.

Bu halkın eline alacağı düzgün çubuklar olmak bizim elimizde.

Yunus Emre Taptuk Emre’ye ormandan kırk yıl düzgün odun taşımış hikayesi bize neyi anlatır?

Kırk yıl sonra bugün, emniyette hukukta bürokraside orduda medyada, çubuklarımızın hangisi düzgün hangisi eğri, söyleyin neden bilemez hale geldik?

Nihat Genç

Odatv.com

Nihat Genç yazdı... Artık kendi 'çubuklarımızı' konuşalım - Resim : 1

15 Temmuz darbe nihat genç arşiv