Aman bu İstanbul'da sergilenmesin

Elif Aktuğ yazdı...

Özel günleri, özel günlerde kutlamayı sevmeyen bir eşim var, Sevgililer Günü’nü, ayın 11’inde Londra’da Cirque De Soleil’in Luzia gösterisini izleyerek taçlandırdık. Luzia, İspanyolca luz ve lluvia kelimelerinin art arda söylenirken oluşturduğu kelime aslında; tek başına anlamı yok gibi görünse de, bu şekilde okursak "yağmur ışığı" anlamına geliyor.

Gösterinin gözlerimi faltaşı gibi büyütmesi, ağzımın bir karış açık kalmasına sebep olması ve ruhumu ihya etmesi dışında; Royal Albert Hall’da yapılması da ayrı bir yazı konusu. Arkadaş adam 1871’de yapmış binayı! Adam dediğim de aslında dönemin kraliçesi Victoria. İtalyan mimarisi örnek alınarak yapılan "bina", ki bina demeye yüreğim elvermiyor, başlı başına sanat eseri, git sabahtan akşama kadar otur, öyle bak sahneye duvarlara, kırmızı kadife koltuklu localara, 41 metre yüksekliğindeki tavana…

Aman bu İstanbul'da sergilenmesin - Resim : 1

Aman bu İstanbul'da sergilenmesin - Resim : 2

İSTANBUL’DA SAHNELENMESİN AMAN

Kraliçe Victoria pek sevdiği ve kendisinden yedi yıl önce ölen kocası Prens Albert anısına yaptırmış Royal Albert Hall’u, bir sanat ve bilim merkezi aslında. Şehirde önemli ne varsa, ev sahipliği yapıyor. Luiza’nın İstanbul’da sergilenme ihtimali olamaz büyük ihtimalle, rabbim göstermesin elektrik kabloları arasından şelaleler akıyor, 41 metreden arkadaşlar balıklama atlayıveriyor, sahnede 44 kişi aynı anda farklı hareketler yaparak (bunları tarif edemem, çok acayip) oradan oraya koşturuyor ve 5272 kişi sahneyi takip edebiliyor ve ses/ışık bir an bile falso vermiyor.

Aman bu İstanbul'da sergilenmesin - Resim : 3

İstanbul’da şöyle sıkı bir sanat ve gösteri merkezi yapılamadı gitti, Taksim AKM’yi beklemekten heba oldu sanatsever, bak Britanyalı 150 yıldır aynı binada sanatla haşır neşir. Üstelik daha onlarcası var Londra’da, anlaması güç, binaları yıkmıyor koruyorlar, gözleri gibi bakıyorlar.

Her neyse; çocukluktan kalma olsa gerek, sirkleri hiç sevmem, hayvanlara bayıldığım halde; akrobatlara da çok sıcak değilimdir. Cirque De Soleil, başka bir şey tabii, hele bu gösteriyle, teatral bir anlatımı da müzik ve koreografiyle birleştirince, dakikalarca ayakta alkışlıyorsunuz, yukarıda dediğim gibi ağzınız bir karış açık vaziyette. Daha önce Avrupa’da birkaç kez izledim Cirque De Soleil’i, ancak bu gösteri başka, sizi temin ederim, yemeyin içmeyin gelin izleyin, ruhani bir yükselme yaşayın.

Neticede Londra şehrimiz sadece alışverişten ibaret değil!

Aman bu İstanbul'da sergilenmesin - Resim : 4

TİFFANY’DE KAHVALTI LONDRA’DA

Aa alışveriş dedim aklıma geldi, Harrods şehrin en popüler, en havalı, en pahalı, en trand mağazası biliyorsunuz. 14 Şubat’ta bir pop-up mekan olarak ‘Tiffany The Blue Box Cafe’ açıldı. Tiffany, şu meşhuurrr mücevher markası, hah bildiniz işte o. Marka 185. yılında Londra’da hayranlarına Tiffany’de kahvaltı deneyimi yaşatacak. New York’ta açılmıştı ilk Blue Box Cafe, markanın ünlü rengi mavi ile yapılan dekorun aynısı Londra’da yapıldı. Tiffany’de Kahvaltı filminden bahsetmeden de konu tam anlaşılmayacak. Audrey Hepburn’un başrolünde oynadığı ve Blake Edwards’ın yönettiği şahane bir filmdir, romantik komedi olarak tarif edilse de, bana kalırsa başka bir şekilde konumlandırma gerekir. Hikaye salt bir eğlencelik değil çünkü, hayata tutunmaya çalışan, türlü eziklikleri ve tutkuları olan iki insanın hikayesidir. Audrey Hepburn’un canlandırdığı karakter Tiffany mağazasına hayrandır ve lüks bir hayat peşindedir. Filmin açılış sahnesinde sabahın köründe bir taksiden iner, son derece şıktır (film kostümlerini de Givenchy hazırlamıştı zaten), mağazanın önünde durur ve vitrinlere bakarak, çöreğini yer, kağıt bardaktaki kahvesini içer…

Aman bu İstanbul'da sergilenmesin - Resim : 5

Tiffany, tam bir "Instagamlık" mekan açarak kendi reklamını yine dünyaya yapacak bu şekilde, neticede Londra’ya gelip de burada bir beş çayı içmeyecek turiste turist demem ben.

Tiffany’nin sahibi Fransız iş adamı (iş insanı demeye alışamadım) Bernard Arnault, 14 milyar dolara almıştı markayı.

Louis Vuitton ve Christian Dior’u satın alarak ve bir anda Jeff Bezos’u dünyanın en zengin adamı listesinde iki numaraya yollayarak tahta kurulan işadamı Bernard Arnault’un kişisel serveti 117 milyar doları geçti diyorlar… Gucci de onun, YSL da, ayy sayamayacağım daha bir dolu markayı satın aldı.

Aman bu İstanbul'da sergilenmesin - Resim : 6

BU KAFE İSTANBUL’A YAKIŞIR AMA

Tiffany’de kahvaltı İstanbul’a da yakışır bence, orta doğunun ne kadar varlıklı ailesi varsa illa geliyor alışverişe. Hem lüks bir hayat ve zengin koca hayaliyle yaşayan filmin kahramanı gibi, Tiffany’de kahvaltı yapmak isteyecek çok kadın olduğuna da eminim, herkes markanın meşhur milgrain evlilik yüzüklerinden alacak ve mavi kutuyla gönülleri fethedecek değil ya (gerçi 1500/2000 pound’a sade bir evlilik yüzüğü almak mümkün).

Aman bu İstanbul'da sergilenmesin - Resim : 7

Gider bir selfie çeker, beş çayını içer, markaya özel hazırlanan mönüde yer alan mavi çikolatalardan, sandviçlerden yer; iki kişi için bin lira öder, olur biter. Atmıyorum New York’ta çay, kurabiye, sandviç ve kanepelere 140 dolar veren iki kadın tanıyorum, he evet biri benim noolmuş!

Aman bu İstanbul'da sergilenmesin - Resim : 8

Aman bu İstanbul'da sergilenmesin - Resim : 9

Elif Aktuğ

Odatv.com

elif aktuğ odatv arşiv