Alper Görmüş’e Balyoz dersi

Savunma tarafının ve gerçeğe saygı duyan basının ısrarlı çabalarıyla, kamuoyunun büyük bölümü artık Balyoz davasının ne menem bir şey olduğunu...

Savunma tarafının ve gerçeğe saygı duyan basının ısrarlı çabalarıyla, kamuoyunun büyük bölümü artık Balyoz davasının ne menem bir şey olduğunu öğrendi.

Silivri mahkemelerinde yapılan şeyin "âdil yargılama" olmadığı, uluslararası hukukçulardan oluşan resmî bir organ olan BM Keyfî Alıkoyma Çalışma Grubu'nca da saptanıp, gereğini yapması Türk hükümetinden istendi bile. O nedenle her şeyi baştan anlatmak niyetinde değilim. Tam tersine, bu yazıdaki amacım, kendi uzmanlığım (bilgisayar mühendisliği) açısından bakarak durumu becerebildiğimce kısa ve anlaşılır şekilde özetlemek.

Ceza alan kişilerin yüzlercesi için gerekçede belirtilen tek delil, adlarının kendileriyle ilgisi olmayan bir yerlerde "bulunan" dijital belgelerde geçmesi. Ocak ayında gerekçeli kararı okuduğumdan beri bunun şokunu üstümden atabilmiş değilim. Böyle bir delil olamaz. Üç kuruşluk bilgisayar bilgisi olan herkes, canının istediği herkesin ismini, oluşturduğu bir dijital belgenin gerek içeriğine, gerekse de "yaratan kullanıcı" gibi üstveri bilgilerine rahatça yazabilir. Bir insanın adı alâkasız bir yerde bulunan bir dijitalde geçti diye ona ceza vermek, sokakta bulunan imzasız, filigransız, alelade bir kağıtta "Ben Ahmet. Adam öldürdüm." yazısı basılı diye Ahmet'i cinayetten mahkûm etmekle aynı şeydir. Allah korusun, böyle bir delil Yargıtay'ca kabul edilirse hasımlarınız hemen adınızın geçtiği bir Word belgesi yazıp CD'yi savcının kapısına bırakabilir; o yüzden siz siz olun, onlardan önce davranın!

Sanırım hakkında sadece bu "başkasında bulunan dijital" kategorisinde delil olan sanıkların, bu delillerden sadece doğruluğunu bizzat kabul ettikleri kalemlerle suçlanabileceği konusunda anlaştık. "Hayır, benim bundan haberim yok" demesi halinde böyle bir kişinin bu tip bir delille suçlanması düşünülemez.

ALPER GÖRMÜŞ’ÜN YAZISI

Geriye birkaç sanık kalıyor. Bunlar, Gölcük ve Eskişehir'de "bulunan" dijitallerin doğrudan sahibi olduğu savlanan kişiler. Mâlum, 2010'da şu ünlü bavuldan çıkan belgelerin incelenmesi sonucu yüzlerce mantıksal çelişki fark edilince bazı çevrelerde bir "hay aksi, biz bu delillerin gerçek olmasını çok istiyorduk, yok mudur bunun bir çaresi?" süreci yaşanmıştı. Sonra bir gün "Gölcük'te Donanma Komutanlığı'nda filanca odada yükseltilmiş zeminin altına bakın" diye bir ihbar geldi, savcı hemen gidip baktı, birtakım diskler buldu, ve o disklerden de aynı dijitaller çıktı. Sonra (herhalde "sağlam olsun" diye) aynı şey bir kez de Eskişehir'de emekli bir askerin evinde yaşandı. "Mahkeme" de kararını "ne kadar saçmalık içerirse içersin, bu kadar çok yerde kopyaları bulunan bir belge sahte olamaz!" mealinde bir mantık şaheseriyle taçlandırdı.

Eskişehir dijitalinin enteresan "bulunuş" hikayesini Pınar Doğan ve Dani Rodrik o kadar güzel yazmışlar ki, benim ekleyecek tek kelimem bile yok. Lütfen şu bağlantıyı tıklayıp okuyun:

Sıra geldi Gölcük dijitaline. Bunu sona bıraktım, çünkü "mahkeme" bu "delil"le ilgili bir "son dakika golü" atmaya çalışmış. Yani ne iddianamede, ne de (bilebildiğim kadarıyla) duruşmalarda dile getirilmemiş, bu nedenle de savunma tarafının cevap verme şansına hiç sahip olmadığı bir iddiayı gerekçeli kararda ortaya atıp son bir gayretle kamuoyunu delillerin sahte olmadığına ikna etmeyi denemiş, basın organları da canla başla ona destek vermiş. Bakın nasıl:

Zaman gazetesinin 9 Ocak tarihli "Gerekçeli karar Balyoz taktiklerini de çürüttü" başlıklı "haber"inden:

"Gölcük'te çıkan 1 No'lu CD, Balyoz planının olduğu 11 No'lu CD ile aynı. Hard diskteki şifreler de, sanıklardan Kemalettin Yakar ve Erdinç Yıldız'ın şifreleri ile aynı. Yani dışarıdan birilerinin koyma imkânı yok."

Taraf'ta Alper Görmüş'ün 15 Ocak tarihli yazısından: "Gerekçeli kararda açıklanan yeni bilgi ise şuydu: 5 No'lu hard diskteki bazı dokümanların şifreleri, Kemalettin Yakar'a ait beş ayrı diskteki şifrelerle aynıydı.

Gerekçeli kararda daha sonra, buna dayanarak şöyle deniyordu: 'Bu tespit, Gölcük Donanma Komutanlığı İstihbarat kısmından elde edilen dijitallerin sanık Kemalettin Yakar'la irtibatlı olduğu ve doğru oldukları sonucunu oluşturmaktadır.'" Görmüş, bu "bilgi"nin belgelerdeki çelişkileri sanıkların (herhalde sırf saçmalık olsun diye) kendilerinin ürettiği teorisini desteklediğini yazıyor.

Nasıl? İnsanın kafası karışıyor değil mi? Savunma tarafı başından beri Gölcük'teki odanın zemininin altındaki depolama alanına kullanımdan kalkmış disklerin konulduğunu, oraya ilgisiz kişilerin erişiminin içler acısı şekilde kolay olduğunu, tüm bu sahte dijitalleri hazırlayan çetenin bir mensubunun diski alıp, içine verileri kopyaladıktan sonra geri koymuş olması gerektiğini söylüyordu. Ama yukarıdaki alıntılara bakılırsa sanık Yakar'ın şifresini bilmeden bunu yapmak mümkün değildi! Bu da mı gol değil?

ŞİFRELİ GERÇEĞİN YANINDAKİ ŞİFRESİZ SAHTE

Değil. Çünkü "mahkeme" burada bir kelime oyunu yapıyor, Zaman ve Taraf da (inşallah bilmeden) bu oyuna geliyor. Bakın şöyle: Hard diskin eskiden sözkonusu sanıklarca mesaide kullanıldığı, günün birinde de bilgisayardan çıkarılıp kullanımdan kaldırılarak depoya konulduğu konusunda herkes mutabık. Mesai döneminde Yakar'ın sabahları bilgisayarı açarken girdiği Windows şifre bilgisi tabii ki hâlâ diskte duruyor. Davadaki diğer disklerde olduğu gibi bunda da dijital ortamda herkesin doğru olduğunu kabul ettiği suç içermeyen belgeler (sözgelimi, vaktiyle bu sanıkların yarattıkları) ile suç delili gösterilen çelişkili belgeler yan yana bulunuyor. "Suç" belgelerinden hiçbiri şifreli değil! Dahası, Zaman'ın dediğinin aksine, diske Yakar'ın şifresini hiç bilmeden istediğiniz dokümanı ekleyebiliyorsunuz! Nereden mi biliyorum? Bunların hepsi denendi de ondan! Diskin tıpatıp bir kopyası savunma tarafına verildi. Onlar da hiç bir şifre girmeden istedikleri sorunlu belgeyi açabildiklerini ve yeni belge kaydedebildiklerini deneyerek gördüler. Deliller ortada, inanmayan kendisi deneyebilir.

Yani "mahkeme", kararında "gerçek belgelerin yanında duran sahte belgeler de gerçek sayılır" icadıyla yetinmemiş, "şifreli gerçek belgenin yanında duran şifresiz sahte belge de şifre sahibinin sayılır" gibilerden bir buluş daha yapmış. Zaman'la Taraf da bunu işlemiş.

Kamuoyunun bilgisayar teknolojisi hakkındaki bilgisizliğinin hakkında hiç bir geçerli delil olmayan yüzlerce insana zulmetmek için kullanılması, bir bilgisayar hocası olarak vicdanımı sızlatıyor. Eğer elde yukarıdaki sakıncaları içermeyen, "dijital olmayan" deliller varsa, ve onlar gerçek bir suçu kanıtlar, doğru düzgün bir davada delil olarak kullanılabilir niteliktelerse kullanılsınlar, adalet yerine gelsin elbet. Ama şimdiki durumda ülkemiz Dreyfus davası utancının bin beterini yaşamakta.

Prof. Dr. Cem Say

Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümü

Odatv.com

alper görmüş Balyoz arşiv