AKP'yi destekleyen liberaller bugün laiklik diyor

Bu hafta Nurzen Amuran'a konuşan isim CHP Yalova milletvekili Muharrem İnce. İşte o röportaj: Belediye seçimleri sırasında, ”Yalova Türkiye’nin...

Bu hafta Nurzen Amuran'a konuşan isim CHP Yalova milletvekili Muharrem İnce.

İşte o röportaj:

Belediye seçimleri sırasında, ”Yalova Türkiye’nin laboratuvarı” dediniz. Akıtılan onca para değil hangi gerçek Yalovalıları sizin düşüncelerinize yaklaştırdı?

Yalova, gerçekten Türkiye’nin laboratuvarıdır. Çünkü Yalova’da her ilimizden hemşerimiz var. Yalova Türkiye’nin en çok göç alan illerinden biri. Yalova’da Türkiye’nin bütün illerinden, bütün renklerini taşıyan hemşerilerimiz var. Bu özelliğinden dolayı Yalova Türkiye’nin laboratuvarıdır dedim.

Biz Yalova’da öyle büyük reklamlar, seçmeni etkilemeye çalışan şovlar yapmadık. Biz hemşerilerimizin sorunlarını, bu sorunlar karşısında hangi beklentiler içinde olduklarını çok iyi biliyorduk. Sorunlarını anlayan, buna çözüm getiren bir politik dil kullandık. Bizim seçim çalışmalarımız daha çok emek ağırlıklı, yüz yüze çalışmalara dayandı. Bununla da yetinmedik. Bu işlerde uzmanlaşmış bir araştırma grubundan destek aldık. Onlar bize düzenli olarak yaptıkları anketlerin, gözlemlerinin sonuçlarını aktardılar. Onlardan aldığımız bu destek bizim çalışma biçimimizde belirleyici oldu.

Yerel seçimler, genel seçimlerden çok farklı oluyor. Adayınız, orada yaşanan sorunlar, karşı tarafın adayı birçok şeyi önceden belirliyor.

Yalova seçimlerinde, devletin bütün imkânlarına karşı Yalovalıların bizi tercih etmesinin nedeni, bizi kendilerine daha yakın, daha samimi, güvenilir bulmalarıdır.

AKP'Yİ DESTEKLEYEN LİBERALLER BUGÜN LAİKLİK DİYOR

“İnançlar kişiden kişiye değişebilir ama Bilimin gerçekleri kişiden kişiye değişmez.” dediniz. O zaman bu anlayışın yaygınlaşması için laikliğin güçlendirilmesi gerekmez mi?

Dinin de tartışılmazları, değiştirilmezleri vardır. Bunlar iman ilkeleri ve ibadetlerdir. Ancak bunların yaşama geçirilmesi her insanda değişiklik içerir. Hiç kimse inananları bir düz çizgide bir araya getiremez.

Bilimin değişmezleri böyle değildir. Çünkü onlar bizim irademizle yaşama geçirilmezler. Bizden bağımsız olarak vardırlar. Oysa dinin bütün emirleri sonuçta benim aklımla, irademle yaşamımda yer alır. Ay tutulması şu gün şu saatte olacaktır denildiğinde bu bizim irademizden bağımsızdır. Dolayısıyla bu bilgi tersi kanıtlanmadığı sürece hepimiz için değişmez bir bilgidir. Doğa olaylarında bu kesinlik, sosyal alandaki bilimsel bilgi bu kadar kesin olmamakla beraber, benzer koşullarda benzer sonuçlar verir. Bu durum çok sayıda insanın araştırmaları sonucunda ortaya konduğunda yine bizim irademizden bağımsız bir gerçekliği ortaya çıkarmış olur.

Buradan laiklik konusuna gelelim.

Laiklik işte bu bilimsel bilginin bu bağımsız varlığını korur. Yaşamımızda yer almasının önünü açar. Bu dini ortadan kaldıran, onu etkisizleştiren bir ilke değildir. Yaşamımızdaki yerini doğru yere konumlandırır.

Laiklik sadece bilimsel doğrular için değil, devlet ile birey arasındaki ilişkiyi hukuk temeline oturtmak açısından da vazgeçilmezdir. Biz toplumun üyeleri olarak farklılıklarımızla bir arada bulunuruz. Bu farklılıklarımızla nasıl bir arada barış içinde ve özgürce yaşayacağımızı sağlayan da hukuktur.

Laikliğin bir başka kazanımı ise bireyin, kendi davranışlarının efendisi haline gelmesidir. Kendi davranışlarının sorumluluğunu üstlenen birey durumuna gelmesidir.

Laiklik, bu bireyin temel vazgeçilemez hakları olduğu gerçeğini kabule dayanır.

Laiklik bizim için bu nedenlerle vazgeçilmezdir.

AKP’ye destek veren bazı liberaller, bugün laiklik diyorlar. Laikliği tahrip etmedeki hünerlerini, hizmetlerini unutmuş gibi davranıyorlar.

BİZİM DİNİMİZLE SORUNUMUZ OLMADI OLAMAZ. BİZİM SORUNUMUZ DİN ÜZERİNDEN GEÇİNENLERLE

Bir röportajınızda “Cuma namazımı kılarım orucumu tutarım solculukta yaparım” demiştiniz. İlk iki özelliğiniz sizin vicdanınıza yönelik özellik. Toplumsal özelliğiniz ise solculuğunuz. Ahlak kuralları dışında dine ilişkin sohbetleri siyaset dışında tutabilsek AKP’yi bu konuda yalnızlaştırsanız laiklik ilkesi daha da güçlenmez mi?

Ben isterim ki ben veya bir başkası, özellikle de kamusal görev üstlenenler yaptıklarını, yapacaklarını dini referansla anlatmaya çalışmasın, dini inançlarını, değerlerini özel yaşamlarında tutabilsinler. Ama durum böyle değil, çünkü toplumda son yıllarda oluşturulan bir din algısı var. Bu algı eğer dini inançlarınızı göstermiyorsanız, bu konuda bir tavır almıyorsanız sizi acımasızca dinsizlikle, din düşmanlığıyla yargılıyor, sonra da asıyor. Bu gerçeği değiştiremiyorsanız, kendinizi toplum karşısında dini yaşamınızla da göstermek durumunda kalıyorsunuz. Bu sorunu ben Yalova’da, köyümde yaşamıyorum, çünkü orada insanlar beni bütün yaşamımla gözlemleyebiliyorlar. Onlar biliyorlar ki Muharrem İnce ve onun ailesi herkes gibi. Dini ibadetlerini yerine getiren bir aile.

Ben veya biz, CHP’liler, zaten hepimiz böyleyiz. Bizim dinimizle sorunumuz olmadı, olamaz. Bizim sorunumuz din üzerinden geçinenlerle. Halkımız bunların gerçek yüzünü bizlerin durumunu bilerek, gözlemleyerek bir karşılaştırma yaparak karar verebilir. Benim sözlerimi halkımızın bu karşılaştırma yapabilmesi bağlamında yorumlamak gerekir. Yoksa dini siyaset alanında kullanmak biçiminde yorumlamak bana yapılacak en büyük haksızlık olacaktır.

1940’larda, 50’lerde yaşamıyoruz. Her türlü iletişimin yaygınlaştığı, herkesin özel alanın da bu iletişim ağına aktarıldığı bir çağda yaşıyoruz. Toplumsal yaşamın içinde insanların din ve aile üzerinden görünümünü, mutlak özel alan biçiminde sınırlandırmak doğru olmaz. Burada ince çizgiyi görmek gerek. Mesele görünmekte değil, bunun siyaset yapma biçimine, oradan kamu yönetimi anlayışına dönüştürme isteği, buna yönelik uygulamaların varlığı asıl tehlike.

AKP KADIN CİNAYETLERİNE MEŞRUİYET SAĞLAYAN GELENEĞİ SAVUNUYOR

Bir de AKP, nüfusun yarısı kadın olmasına rağmen kadını işlevsizleştirmeye çalışıyor. Birey olmaktan çıkarıp kadının sosyal ve ekonomik sorumluluğunu erkeğe yükleyip toplumsal eşitsizliği özendiriyor. Kadın cinayetlerinin artması da bu gerçeğin sonucu değil mi?

Kadın cinayetlerinin artması veya nedenleri doğrudan bu politikaların sonucudur demek için elimizde ciddi bir bilimsel rapor bulunmuyor.

Bizim geleneksel kültürümüz, bu tür cinayetlerin işlenmesine meşruiyet sağlayan çok sayıda toplumsal değeri, bilgiyi içinde barındırıyor.

AKP'nin sorumluluğu bu cinayetler karşısında takındığı tutumda yatıyor.

AKP, bu cinayetlere meşruiyet sağlayan geleneksel kültürü savunmanın ötesinde, bunun yeniden üretimini sağlayan uygulamalarda da bulunuyor.

Kanunlar karşısında herkes eşittir. Hakları bakımından herkes eşittir.

Hukuk devletinde yönetici olan biri bu gerçeğin yerine “kadın ve erkek, yaratılış gereği, fıtratı gereği eşit değildir” diyemezsiniz.

Dini referansa dayandırılarak yapılan bu açıklama bizim dinimize de aykırıdır.

Kadın, erkek Allah’ın kuludur. Herkes, yaptıklarının karşılığını sevap ve günah olarak Allah karşısında verir. Allah’ın kul olarak eşitlediğini, siz, kadın, erkeğe emanettir biçiminde açıkladığınızda bu dinimizin mesajına uygun bir açıklama yapmamış olursunuz.

Bu yüz yılda bu çağda böyle bir anlayışla hiçbir yere varılamaz.

Kadını sadece zevce ve anne olarak düşünen bir toplum bir yere varamaz.

AKP BİZİ YOK EDİLMESİ GEREKENLER OLARAK GÖRÜYOR

Hakkınızda TBMM’ye gelen pek çok fezleke var. Benim dikkatimi çeken Sakarya’da yaptığınız bir konuşma üzerine savcılığın gönderdiği fezleke. Savcılık, hükümeti yıpratıcı konuşmalar yaptığınız için soruşturma izni istiyor. Siyasette sizin muhalefet göreviniz iktidarı ele geçirmek değil midir?

Fezlekenin gerekçesi tam anlamıyla bir mizah. Muhalefet milletvekilinin iktidarı eleştirmesi bu ülkede bir soruşturmanın, fezlekenin konusu olabiliyor. AKP iktidarında biz buna artık şaşırmıyoruz. Çünkü artık muhalefet olarak görülmüyoruz, yok edilmesi gerekenler olarak görülüyoruz. AKP’nin bakış açısından biz bu ülkeyi yönetmeye talip bir rakip değiliz. Yok edilmesi gereken insanlarız. Eğer bugün bunu yapamıyorlarsa, ellerine fırsat geçiremediklerindendir. İleride yapmayacaklarının garantisi yoktur.

AKP'NİN ASIL KORKUSU O İTİRAZLARDA SAKLI

Biraz da işleyen demokrasimizden söz edelim: Eleştiriye açık bir toplum değiliz. Örgütsel anlamda kimi AKP gibi eleştiriyi hakaret olarak anlamayı tercih ediyor, kimileri de eleştiriyi disiplinsizlikle özdeşleştiriyor. Demokrasiyi baskıyla mı öğreneceğiz?

Bir toplumun bir bütün olarak eleştiriye açık olmasından yada kapalı olmasından söz edemeyiz. Eleştiri ve öğrenme kültürümüzün, sorunlu olduğundan bahsedebiliriz.

Eleştiri, bilgi gerektirir. Hem mevcudun bilgisine hem de onun yerine koyacağınız bilgiye sahip olacaksınız. Bu yetmez, hem mevcudun, hem de yerini almasını istediğiniz bilginin bütün bağlamlarına, yarattığı ve yaratacağı sonuçlara hâkim olmanız gerekir. Böyle bir eleştiri ve öğrenme birlikte yürür. Bu bizde sorunludur. Bunun neden böyle olduğuna dair kültür bilimcilerin ortaya koyduğu epeyce nedenler var. Bunun değişmesi basının, siyasetin vb’lerin toplumun önünde onların bilincini yukarı çekecek, buna zorlayacak bir nitelik kazanmasıyla başarılabilinir. Bunu yapmıyoruz, çünkü halkla bütünleşmeyi, halktan olmayı, bayağılığa pirim vermek olarak görüyoruz.

Demokraside isteme bilinci çok önemlidir. Eğer vergi veriyorsan, yurttaş isen en iyisine layık olduğunu bileceksin doğal olarak da en iyisini isteyeceksin. Kaldırımda yürürken, o kaldırım taşlarına bastığınızda üstünüze çamur sıçrıyorsa, buna şükür demeyeceksin, ben “yurttaş olarak böyle bir hizmete layık görülemem” diyeceksin. İtiraz edeceksin, bunu ilgililere yansıtacaksın.

AKP tarafında, eleştirinin, bugün hakaret olarak görülmesinin bir tek nedeni var. Çünkü haklı değiller. Yalan, bir yere kadar çözümdür. Akşamın karanlığından çıkıldığında, güneşin aydınlığında herkes her şeyi görecektir. Korku budur.

Her eleştiriyi darbeci, paralelci diyerek bir yere kadar savuşturabilirsiniz.

Hep öyle olmuştur, gerçek, her zaman gerçek olarak kalır.

Demokrasi kolay öğrenilmiyor.

Demokrasi, biz ve ötekiler biçiminde bölünmüş bir toplumda, haklarını yurttaş olduğundan dolayı değil, her hangi bir grubun üyesi olduğu için kullanabilen bir toplumda, kendi bilincini kendi davranışlarının efendisi haline getirememiş bir toplumda demokrasi kültürünün gelişmesi, yerleşmesi zaman alacaktır.

Ama her şeye rağmen umutsuz değilim, yavaş da olsa öğreniyoruz.

Hala bu ülkede eksiklerine rağmen seçim yapılabilen, iktidarın seçimle değiştiği bir ülke. Eğitimli bir toplum, kendi deneyiminin yanında başkalarının deneyimlerinden de öğrenir. Biz henüz başkalarının deneyiminden çok, kendi deneyimlerimizin bilgisi ile yol alıyoruz.

SİYASET ALANINDA İNSANLAR ÖZGÜR YURTTAŞ OLARAK DEĞİL AİDİYET GRUPLARIYLA VAR OLUYORLAR

Osmanlıdan kalan saygıyla özdeşleştirilen bir biat kültürü var ülkemizde. Ben bazı siyasal yapılanmalarda bunu gözlüyorum. Bu anlayış da yönetenlerin işini kolaylaştırıyor galiba ne dersiniz?

Bizde güçlüye, ait olunan gruba, biat vardır. Bunun arkasında özgür yurttaşa dönüşememe bulunuyor. Cumhuriyet, bu özgür yurttaşı var etme mücadelesidir. Devrimler bunun içindir. Bizim vazgeçilemez hedefimiz de budur. Oysa siyaset alanında insanlar özgür yurttaşlar olarak değil aidiyet gruplarıyla var oluyorlar. Bu ilk anda siyasetçiye kolay geliyor. Örneğin sizin beceriniz, yeteneğiz yerine kimlerden olduğunuz, nereli olduğunuz, inancınız, kısacası kendinizin birey olarak özellikleriniz değil de doğuştan kazandığınız özellikler dikkate alınıyor. Bunun yarattığı dayanışma grubu, birer kapalı devre çalışan baskı gruplarına dönüşüyor. Politika yapıyorsanız kaçınılmaz olarak bu gerçeği dikkate alıyorsunuz.

AKP NASIL BİR TOPLUM İSTİYOR

Türkiye’de hiç kimse birbirine güvenmiyor çünkü sizin de değindiğiniz gibi korku düzeni var. Korkularımızla yüzleşme zamanı gelmedi mi? Özgüven eksikliği mi korkuyu tetikliyor?

AKP’nin istediği toplum tam olarak böyle bir toplum. Herkesin birbirinden kuşkulandığı, komşusuna ve devletine güvenmediği, güvenemediği bir toplum. Çünkü güven duygusunun olduğu toplumda insanlar, kendi hak ve hukuklarının savunucusudurlar. Buna karşılık güvensizliğin en üst noktaya ulaştığı toplumda birey, sadece kendini korumaya çalışır. Bunun doğal sonucu yaşananlar karşısında kayıtsız kalmaktır.

Aslında cesaret dediğiniz şey, korkuların üstüne yürümekle ortaya çıkar. Eğer korkuyorsak, korkuyla yaşanmaz, bunun üzerine gitmekten, cesaret sahibi olmaktan başka bir yolumuz yok. Ben bu gerçeği her yerde “Tepeden tırnağa cesaret, her şey Türkiye’yi sevmekten ibaret” biçiminde slogana dönüştürdüm. Kendi politikamı da bunun üzerine kurmaya çalıştım. Gittiğim her yerde, yaptığım her konuşmada cesaretli olma çağrısı yapıyorum.

YAPTIĞIMIZ POLİTİKA MİLLİ OLMAK ZORUNDA

Ülkemizde bir durumu vurgulamak istiyorum. Ulusal sol çizgide kimlik siyaseti var olabilir mi yoksa ileri demokrasi gibi ulusal sol da bir araç olarak mı kullanılıyor?

Türkiye siyasetinde kullanıma sokulan kavramlar, altı doldurularak, tartışılarak geliştirilip kullanılmıyor. “Ulusalcılık”, “ulusal sol” kavramları bunun en güzel örneğini oluşturuyor. Şimdi şöyle anlatayım:

Eğer biz bu ülkenin insanları olarak politika yapıyorsak yaptığımız politika milli olmak zorunda. Politikamız, kendi ülkemizin çıkarlarına dayanmak zorunda. Bunu yaparken insanlığın evrensel birikimiyle, değerleriyle birlikte yapmak zorundayız. Bu durumda milli olmak sizi zorunlu olarak evrensel düşünmeye ve davranmaya iter. Milli olmak, evrensel olanın dışında kalmayı gerektirmez.

Ulusalcılık, ulusal sol olarak kullanıma sokulan kavramlar, bizim kullandığımız politikada bağımsız olma, demokratik sol kavramlarının aynı içerikle kullanılmasıysa bir sorun yok. Yok eğer bu kavramlar, yurtseverlik ve kendi ulusunun çıkarlarını korumak, ulusu yüceltmek anlamındaki milliyetçilik (ulusçuluk) anlayışımızın, etnik temelli bir milliyetçilikle buluşturulması ise bunu reddetmek gerekir. Sol kavramı kendi başına bizim hem milli olma hem de evrensel düşünme ve davranmamızı içermektedir.

Kimlik siyaseti, bizim bugünkü toplumsal krizimizin temel nedenlerinden biridir. Sol düşünce bundan uzak durmalıdır. Toplumsal grupların özgürlüğü değil, bireyin özgürlüğü esas olmalıdır. Bu krizden çıkış yurttaş kavramında yatmaktadır.

AKP’de “Kılıçdaroğlu Türkiye’yi uluslararası alanda şikâyet ediyor” eleştirileri yapıldı. Ancak AKP’nin de, ABD ve zaman zaman AB’den talimat aldığı söylenmişti. Şikayet mi daha büyük sorumsuzluk yoksa talimat almak mı?

Parti olarak bizim kendi ülkemizi bir yerlere şikâyet etmemiz söz konusu olamaz. Ancak ülkemizde yaşananları ve bunlar karşısında kendi politikalarımızı dünyaya anlatmak gibi bir zorunluluğumuz var. Bizim yaptığımız budur.

Talimat almak da şikâyet etmek de yanlış. Her iki davranışta ülkenizde kendi gücünüze güvenememenin ortaya çıkardığı bir davranıştır.

TBMM ADINA DENETLEME YAPAN SAYIŞTAY RAPORLARININ GİZLENDİĞİ MECLİSTEN KAÇIRILDIĞI BİR ÜLKEDEYİZ

Türkiye’de iktidar ve muhalefette bulunan bütün partiler “Ahlak Yasasını” çıkarmadıkları için sorumlu. Bu yasanın çıkması için tekliflerinizde neden etkili olamadınız ? Kimse de “ben istemiyorum bu yasayı” demeye cesaret edemez?

Muhalefet neden sorumlu oluyor? Yasa çıkarabilecek sayısal çoğunluğa mı sahip? Ayrıca bu siyasal etik yasasının çıkarılmasını savunmuşuz, bununla ilgili çok sayıda kanun teklifi vermişiz, TBMM’de çoğunluğu elinde tutan partiye çağrılar yapmışız, çıkarılması için ikna etmeye çalışan taraf olmuşuz. Var olan durumdan neden sorumlu olalım?

İstemiyorum diyen bir taraf var, görmüyor musunuz?

CHP bu yasayı her yasama döneminde yeniledi. Son bir örnek vereyim, neden böyle bir yasanın çıkarılamadığı anlaşılır. Davutoğlu, yakın zamanda bir şeffaflık yasası paketi açıkladı. Sonuçta ne oldu, onu oraya atayan kişi, zamanı değil diyerek gündemden düşürdü. Davutoğlu’nun paketinde il başkanlarının mal varlığının açıklanması gibi olumlu bir madde vardı. Bizim il başkanlarımız, bu paket açıklanır açıklanmaz mal varlıklarını kamuoyuyla paylaştı.

Bagajına 17-25 Aralığı yüklemiş bir parti böyle bir yasa çıkarır mı?

Daha iktidara geldiklerinin ilk aylarında bu parti, “Nereden buldun” yasasının yürürlüğe giriş tarihini erteledi. Sonra da bu yasayı hiç uygulamadan yürürlükten kaldırdı.

Bizde Kamu Görevlileri Etik Kurulu var. Eskiden bu kurulun kararları en açık haliyle Resmi Gazetede ve kendi internet sitesinde yayınlanırdı. Sonra isimlerin yerini 2011’de X, Y harfleri aldı. 15.03.2012’den bu yana da hiç yayınlanmıyor.

TBMM adına denetleme yapan Sayıştay raporlarının gizlendiği, meclisten kaçırıldığı bir ülkedeyiz.

Bunları yapan bir parti sizinle iş birliği yapıp böyle bir yasa çıkarır mı?

AKP sosyal adalet, toplumsal barış deyince neyi anlıyor?

Sosyal adalet deyince yoksulluğun kontrollü sürdürülmesini, toplumsal barış deyince, kendine biat ve seçim manevrasını anlıyor.

Ben nasıl bir başkanlık sistemi istediklerini kavrayamadım. Türk tipi Başkanlık sistemiyle neyi amaçlıyorlar?

Bunların isteği başkanlık sistemi değil. Tek adam yönetimi. Şu anda var olanın düzenin, hukuk içinde formüle edilmesidir.

İnsan hakları demokrasi yanında eğitimin sağlığın halk için problem olmadığı ortak gelirin hakça bölüşüldüğü istihdam sorununun çözüldüğü bir düzen isteniliyor. Seçimlerde gezi eylemleriyle filizlenen bu ortak umut gerçekleşecek mi?

Bütün amacımız bu umudu gerçeğe dönüştürmek. Bunun için dünden daha umutluyum.

Teşekkürler.

Nurzen Amuran

Odatv.com

arşiv