M. Hüsnü Bozkurt: AKP’nin Cemaat'in siyasi ayağıyla bir sorunu yok

GATA’nın bahçesinde Suriyeliler eğlence düzenliyor... YAŞ'ın yeni yapısıyla ordunun terfi geleneği alt üst edildi

Nurzen Amuran: Öncelikle FETÖ darbe girişiminden sonraki süreci değerlendirelim: Geçtiğimiz günlerde gazetelerde bir haberyer almıştı “Suriye'de IŞİD saldırısında ağır yaralanan uzman çavuşumuz GATA'nın yanık tedavi bölümü dolu olduğu için Adana'da bu konuda uzmanlığı bulunmayan bir hastanede şehit oldu.” denilmişti. Bakanlıkta, 'GATA'da yanık ünitesinde nöbetçi doktor yok' yanıtını vermişti. Sayın Bozkurt, uzun yıllar askeri doktor olarak görev yaptınız. Terörün yoğun yaşandığı bir süreçte, askeri hastanelerin Sağlık Bakanlığına bağlanmasını doğru buluyor musunuz?

M. Hüsnü Bozkurt: Hiçbir yönden doğru bulmuyorum bu kararı. Darbe girişimi ile nasıl bir ilişki kuruldu bilemiyorum, ama OHAL bahane edilerek gerek GATA’nın, gerekse askeri hastanelerin Sağlık Bakanlığı’na devredilmesi ile TSK, askeri hekimlik hizmetlerinden mahrum bırakılarak ciddi ve ağır sonuçları ileride ortaya çıkacak bir zafiyet içine düşülmüştür. Üstelik “FETÖ sızmış” gerekçesi bahane edilerek alınan bu karar, tam bir kara mizah örneğidir. Zira, devredilen bakanlığın da bir başka tarikat – Cemaat yapılanması ile anıldığı bilinen bir gerçektir. Hele Sağlık Bakanı’nın GATA ve askeri hekimler hakkındaki haksız ve hakaretamiz sözlerinin devlet adamı ciddiyeti ile de bağdaştırılması hiç mümkün değildir.

GATA’NIN BAHÇESİNDE SURİYELİLER EĞLENCE DÜZENLİYOR

Dünyanın pek çok ülkesinde askeri hastaneler var değil mi?

Elbette.NATO üyesi bütün ülkelerin ordularında kendi sağlık hizmetleri ve buna bağlı uzmanlık alanları bulunmaktadır. Keza Çin, Güney Kore, Hindistan ve daha pek çok güçlü ordular için de durum aynıdır. Kaldı ki; kimyasal, biyolojik, nükleer tehditlere karşı savunma, hava, uzay, su altı hekimliği, harp cerrahisi gibi özel uzmanlık gerektiren alanlarda, sivil tıp fakültelerinde eğitim verilmediği de ortadadır. Ülkemizde de bahsi geçen hekimlik faaliyetlerini yürütmekle sadece GATA ve askeri hastaneler yetkili kılınmıştır. Aynı şekilde, rehabilitasyon merkezleri ve gazi uyum evlerinde sunulan hizmetler de askeri uzmanlık gerektirmektedir. Bu uzmanlık alanlarında Sağlık Bakanlığı’nın yetişmiş hekimi olmadığı gerçeği göz önüne alındığında, oluşan zafiyet ve sonuçları, umarım yanlıştan kısa sürede dönülerek giderilir.

Öte yandan GATA’da tedavi gören yakınlarını ziyaret edenler, devir öncesi ziyaretlerinde hastane girişinde güvenlik kontrolünden geçtiklerini, ancak mevcut durumda hiçbir kontrole tabi tutulmadıklarını dile getirmektedir. Hastane bahçesini Suriyelilerin mesken tuttuğu, burada kendi aralarında eğlence düzenledikleri dahi tarafıma iletilen şikayetler arasındadır.

YAŞ'IN YENİ YAPISIYLA ORDUNUN TERFİ GELENEĞİ ALT ÜST EDİLDİ

Türk ordusunda subay olarak görev yaptığınız için soruyorum. Ordu da KHK’lerle gelen yapısal değişikliklerin hangilerini onaylıyorsunuz, onaylamadıklarınızın sakıncaları gelecekte neler olabilir?

Elbette TSK’da bir takım yapısal ve kurumsal değişiklikler yapılma ihtiyacı olduğu söylenebilir. Bu söylem doğru da olabilir. Ama bu tür çok önemli ve ülke güvenliği ile ilgili değişikliklerin herhalde OHAL kararnameleri ile yapılması düşünülemez. Esasen OHAL ilan gerekçeleri dışında ve süresini de aşan bu kalıcı değişikliklerin Anayasamıza aykırı olduğu da kesindir.

Kararnamelerle, Türk Ordusu; Genelkurmay Başkanlığı Cumhurbaşkanlığı’na, YAŞ’ı Başbakanlığa, Kuvvet Komutanlıkları Milli Savunma Bakanlığı’na, Jandarma ve Sahil Güvenlik Komutanlıkları İçişleri Bakanlığına, Hastaneleri Sağlık Bakanlığına, Okulları Milli Eğitim Bakanlığına, yargısı Adalet Bakanlığına bağlanarak, 7 ayrı merkezden yönetilen, komuta bütünlüğü kalmamış, kendi subayını eğitme ve personelini yargılama olanakları elinden alınmış bir garip yapı ile adeta paramparça edilmiştir. Hele YAŞ’ın yeni yapısı ile (siyasetçi çoğunluk ) ordunun terfi geleneklerini alt üst etmesi ve siyasete bulaştırması kaçınılmazdır, ki akıl alır gibi değildir. Bu nedenle yapılan değişikliklerin hiç birini onaylamıyorum.

Gündeme oturtulan bir başka konu da idam cezasının geri gelmesi. Ünlü Ceza Hukuku profesörü Faruk Erem Hocamız, ”İdam, öç alma duygusunun tezahürüdür” derdi. Siz bir hekimsiniz. Hayat kurtarmakla yükümlüsünüz. Siyasi idamların yol açtığı sorunlarıyaşayan bir toplum olarak,idam tartışmasını doğru buluyor musunuz?

Ben idamın tartışılmasını hiçbir koşulda doğru bulmam, bulmuyorum. Hele şimdi tartışıldığı zeminde asla. 15 Temmuz sonrası ortaya atılmış, tamamen - sizin de sorunuzda belirttiğiniz üzere - öç alma duygusu ve popülist yaklaşımla başlatılmış yapay bir tartışmadır. Kaldı ki, geriye yürümeyeceği, dolayısıyla gündeme getirilme nedeni olan darbecilere uygulanamayacağı da açıktır.

AKP’NİN FETULLAH GÜLEN CEMAATİNİN ANA UNSURLARI VE SİYASİ AYAĞI İLE BİR SORUNU YOK

Darbe komisyonu oluşturulurken, Komisyona seçilen AKP’li üyeler tartışma yarattı. Özellikle medyada Fetullah Gülen’i övücü konuşmalar yapan kişilerin seçilme tercihi, AKP’nin FETÖ tepkisiyle nasıl örtüşüyor? Bu seçimlerde sadece siyasi kaygılar mı rol oynadı?

AKP iktidarı ve Sayın Erdoğan’ın; “ Allah’ın lütfu “ saydıkları bu darbe girişimini fırsata çevirerek, laik cumhuriyeti “referansı İslam olan” bir din devletine dönüştürmek üzere kendi karşı devrim darbelerini yapmakta oldukları yaygın bir kanıdır. Buna ben de katılıyorum. Bu nedenle, 2013 Aralık ayından sonra, AKP’nin terör örgütü olarak tanımladığı Fetullah Gülen Cemaati’nin ana unsurları ve özellikle siyasi ayağı ile bir sorunları olduğunu da hiç düşünmüyorum. Darbeyi de, FETÖ dedikleri yapılanmayı da, komisyonu da, OHAL’i de kendi menzillerine (ki o menzilin kimlerin menzili ile aynı olduğu kendi ifadeleri ile sabittir ) ulaşmak için bir tramvay olarak kullanıyorlar, tıpkı demokrasiyi kullandıkları gibi. Bu nedenle araştırma komisyonundaki AKP üyelerinin kim oldukları artık fazla bir önem taşımıyor. Zira niyet bellidir.

FETÖ konusunda ABD’nin rolünü ve etkinliğini biliyoruz. Darbe girişiminin somut kanıtlarını gösterdiğimiz halde ABD olaya kayıtsız kaldığı gibi geçenlerde ABD Eğitim Bakanlığı, Teksas'taki FETÖ bağlantılı sözleşmeli Harmony Okullarına 26,7 milyon dolar finansal destek kararı aldığını duyduk. Bunun Türkiye açısından anlamı nedir? FETÖ’ye sahip çıkmak mıdır, Gülen’in İadesi artık hayal midir?

Bu konuda söyleyebileceğim Fetullah Gülen hareketinin bir ABD ( CIA ) projesi olduğu ve emperyal planlar doğrultusunda, özellikle BOP kapsamında, kullanıldığıdır. Bu bağlamda ABD’ nin, Gülen’ i de, örgütünü de işine yaradığı sürece kullanacağı ( ki halen yaradığı görülüyor ), işi bittiğinde de terk edeceği, tüm dünya örnekleri ile bilinmesi gereken bir gerçektir. Tıpkı, ülkemizde ve bölgemizde kullandığı diğer kişi ve kurumların da bilmesi gerektiği gibi. Gülen’ in iadesine gelince, bunun söz konusu olduğunu bile sanmıyorum. Ne AKP ve Erdoğan istemektedir, ne de ABD ve CIA vermeyi düşünmektedir.

Ülkemizde başarılı oldukları bilinen 155 okul bir proje kapsamına alındı. Gerek öğrencilerde gerekse velilerde büyük endişe var. Bilimsel eğitim yerine dindar bir kuşak yaratma hedefiyle bu düzenlemelerin yapıldığı söylentisi yaygın.. Proje okullarında neler oluyor?

Proje okullar dedikleri ve 155 okulu kapsayan bu uygulama ile çağdaş, laik ve bilimsel eğitim uygulayan, akademik başarı anlamında kendini kanıtlamış öğretmen kadrosu ve öğrenci profili bulunan Türkiye’nin gözde okullarının içinin boşaltılması ve bunların da dindar ve kindar nesiller yetiştirecek diğer malum okullara benzetilmesinin hedeflendiği anlaşılmaktadır. Nasıl emperyalist güçler bölgemizde laik ve demokratik bir Türkiye’yi kendi gelecek planları açısından bir tehdit olarak algılıyorlarsa, AKP de yaratmak istediği yeni Türkiye’de eğitim veren okullara tahammül edemiyor.

KİMSE HİTLER’İN ADALET BAKANI FRANK’A ÖZENMEMELİDİR. HUKUK BİR GÜN HERKESE LAZIM OLUR

Batı, darbe girişiminden sonra şu uyarıyı yaptı: ”Darbede aktif olanları elbette cezalandıracaksınız.” Ancak, “Suçun ve cezanın şahsiliği, savunmanın kutsallığı kanunsuz ceza olamayacağı, ceza hukukunun geriye yürümeyeceği ve de masumiyet karinesi” ilkeleriyle bağdaşan bir yargılama olmasını talep ediyoruz” dedi. Bu konuda siz ne düşünüyorsunuz. Yargı, kumpas davalarındaki adaletsizliklerden bir ders çıkardı mı, ne dersiniz?

En ufak bir ders çıkarılmadığı ortadadır ve esasen böyle bir niyet de yoktur. Çünkü, kumpas davaları ile ne yapılmak istenmişse, bugün de aynı amaç güdülmektedir.Biraz önce de belirttiğim gibi, Erdoğan – AKP iktidarının nihai hedefi, 1923 Cumhuriyeti ve Atatürk Türkiye’sini kendi hedefleri doğrultusunda dönüştürmektir. Hukukun üstünlüğüne dayanan bir adalet sistemi, tarafsız ve bağımsız yargı, demokrasinin olmazsa olmazıdır. Demokrasiyi tramvay sayanlarınsa böyle bir derdi olmadığı açıktır. 15 Temmuz sonrası yaşadığımız süreçte, suç tanımı yapılmamış, neyle suçlandıklarını bile bilmeyen onbinlerce insan, sorgusuz sualsiz, savunma hakları da ellerinden alınarak, kamudan atılmış, neredeyse açlığa mahkum edilmişlerdir. Kimi zaman,“At izi it izine karıştı “ diyenler, hemen ardından “ Ne mağduru, mağdur falan yok “ diyebilmişlerdir. “ İktidarımızda FETÖ 15 kat güçlendi“diyenler sonrasında “FETÖ bizim zamanımızda palazlanmamıştır“ demekte beis görmemişlerdir. Bu denli gayri ciddi yaklaşımlar ve söylemlerle yürütülen bir sürecin, adalet üretmesi de, vicdanlarda adalet duygusu uyandırması da beklenmemelidir. Batı’ da bizimle aynı endişeleri taşımakta haklıdır, ki yıllardır Türkiye ile ilgili raporlarında aynı uyarılara yer veriyorlar. Sonuç olarak, adaletin büyük yara aldığı görülmektedir. Nihayet Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda yapılan bir açılış töreniyle yürütmenin himayesine sokulan ve cübbesinde ilik düğme arayan bir yargı ile karşı karşıyayız. Bağımsız ve tarafsız yargıyı, evrensel hukuk ilkelerini özümsememiz şarttır. Hukukun ideolojilere göre işlemesi vahim olduğu kadar, tehlikelidir. Kimse Hitler’in Adalet Bakanı Frank’a özenmemelidir. Hukuk bir gün herkese lazım olur.

DEMOKRATİK OLGUNLUĞA ERİŞEMEYEN SİYASİLERİN ÇOĞUNLUKTA OLDUĞU BİR ÜLKEDE BAŞKANLIK SİSTEMİ NELERİ DEĞİŞTİRİR

Sayın Bahçeli’nin Başkanlık açıklamalarından sonra Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş da, “Başkanlık sisteminin, Türkiye'nin daha etkin bir yönetime kavuşması bakımından doğru olacağı kanaatindeyiz.” deme fırsatını buldu. Başkanlık sistemi bir yönetim modeli midir, yoksa bir rejim değişikliği midir?

Parlamenter demokrasi içinde Cumhurbaşkanı çıkıp, “Mevzuat hazretleriyle bu işi yürütmeye kalksaydık yanmıştık” sözleriyle açıkça yasalara uymadığını, yasaları ayak bağı olarak gördüğünü beyan ediyorsa, “Ben seçildim isteseniz de istemeseniz de Türkiye’nin yönetim şekli fiilen değişmiştir, şimdi bu fiili duruma uygun anayasa yapılmalıdır “ diyerek Anayasa’yı yok saydığını açık açık söyleyebiliyorsa, Kuvvetler Ayrılığı değil, Kuvvetler Uyumu isteyebiliyorsa, neyin amaçlandığı bellidir. Dediğim gibi hedef 1923 Cumhuriyeti ve Atatürk Türkiye’sini tasfiye etmek, Başkanlık diyerek, örneği bulunmayan, ne olduğu da söylenmeyen bir modelle Yeni Türkiye denilen Din Devleti’ne ulaşmaktır. Elbette demokrasi tramvayına da artık ihtiyaç duyulmayan bir Yeni Türkiye…

Demokrasilerin özelliği kurumların birbirini denetlediği dengelediği düzeni getirmesidir. Sizin de değindiğiniz gibi henüz demokratik olgunluğa erişemeyen siyasilerin de çoğunlukta olduğu bir ülkede başkanlık sistemi neleri değiştirir? Sözgelimi TBMM etkin rolünü koruyabilir mi, denetim görevi kimin eline geçer?

Zaten Erdoğan – AKP iktidarı 7 Haziran 2015 seçimlerinden beri TBMM’ni işlevsizleştirmek, devre dışı tutmak için elinden geleni yaptı, yapıyor. 15 Temmuz ihaneti ve ardından girdiğimiz OHAL sürecinin de bu amaçla kullanıldığı çok açık. Cumhurbaşkanı’nın “Allah’ın lütfu“ dediği, Başbakan’ın da “Başkanlığın kapısını açtığını” belirttiği 15 Temmuz’ un OHAL ortamında, KHK’lerle yönetilmeye çalışılan ülkemiz, şimdi bir de BAŞKANLIK adı verilmiş keyfi TEK ADAM yönetiminin cenderesine sokulmak isteniyor. Henüz Parlamenter Demokratik Sistem yürürlükte olduğu halde; darbe fırsatçılığı ile anayasa ve yasalar hilafına bir TEK ADAM yönetimi oluşturulmuş, denge denetim mekanizmaları berhava edilmiş, kuvvetler ayrılığı rafa kaldırılmış, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı yok edilmişken, ne olduğu tarif bile edilmeyen Türk Tipi Başkanlık SistemindeTBMM’nin yasama ve denetim görevini yerine getirebileceğini, değil söylemenin, düşünmenin bile mümkün olmadığı kanısındayım.

YSK’nın oy pusulalarını bastırdığı haberiyle birlikte bu pusulaların erken seçim için mi yoksa başkanlık sistemine yönelik halk oylaması için mi bastırıldığı tartışmaları başladı. Erken seçim AKP’yi hangi sıkıntılardan kurtarır? Erken seçim FETÖ’nün siyasi kanadını temizlemek için kurtarıcı mı olacak, ne dersiniz?

Erken seçimin AKP’yi ve Erdoğan’ı herhangi bir sıkıntıdan kurtarması da, bugünkü sandalye sayısını koruması da mümkün değil kanısındayım. Kaldı ki, yıllardır TBMM’yi yok sayan bir anlayışın, bir erken seçimle Meclisin ülke gündeminin ana konusu olmasını tercih edeceğini hiç düşünmüyorum. Erdoğan’ın tek gündeminin, Başkanlık tramvayı ile 2023 hedefine ulaşmak, olduğunu düşünüyorum. Bunun için tüm gücünü Başkanlık adını verdiği tek adam yönetimini elde etmek için kullanacaktır. Dolayısıyla, TBMM'den geçirebilirlerse, referandum beklenebilir. Ama ülke, içeride terör, dışarıda savaş belaları ile boğuşur, OHAL ile yönetilirken, üstelik ekonomi ciddi bir kriz yaşarken bunun da – bu koşullar devam ettiği sürece – çok zor olacağı söylenebilir. Yaşayıp göreceğiz tabii.

Varsayalım erken seçim olacak. Siz erken seçime hazır mısınız?

Az önce de ifade ettiğim gibi, bir erken seçim olasılığı görmüyorum. Ancak CHP; Kuvva-yı Milliye ruhundan ve Atatürk’ün aydınlanma devriminin siyasal örgütü olma bilincinden aldığı güçle, devrimci - sol kimliği ve kadrolarıyla, toplumun her kesimini kucaklayan - iktidarın da kopyaladığı - projeleri ve ülke sorunlarına yönelik çözüm politikalarıyla her zaman seçime hazırdır. Ve unutulmamalıdır ki; özellikle bugün, yani Türkiye’yi 21. yy da darbe yapılabilir bir ülke olma ayıbı ile yüz yüze bırakmış, AKP kadrolarının iktidarını, ancak OHAL rejimi ile sürdürebildiği böylesi bir ortamda, CHP’ye her zamankinden çok daha fazla ihtiyaç olduğu kesindir.

Son sorumuz dış politikamızla ilgili. Amacımız,Irak ve Suriye’nin toprak bütünlüğü ise dış politikada nasıl bir üslupla talebimizi ve kararlılığımızı dile getirmeliyiz? Bölgesel istikrarın korunmasında Türkiye’ye düşen sorumluluk ne olmalı?

Erdoğan – AKP İktidarının yıllardır inatla sürdürdüğü dış politikanın ne denli yanlışlarla dolu olduğu ve 180 derece değiştirilmesi gerektiği defaatle Genel Başkanımız ve parti sözcülerimizce dile getirildi, biliyorsunuz.

Üstelik AKP ve Erdoğan; Atatürk ve İnönü’yü “ İki ayyaş “ ayıbı ile küçümsemenin, öğütlerini kulak ardı etmenin,

CHP’nin uyarılarını dinlememenin bedelini milletimize ve özellikle de çocuklarımıza ödetiyorlar.

Ne demişti Atatürk; “ Türkiye’yi yönetirken şu 3 temel doğrudan ayrılmayınız:

A) Kuzey komşumuzla (SSCB – Rusya) ile iyi geçinin,

B) Emperyalist planlara asla dahil olmayın,

C) Yakın Doğu (Orta Doğu) Arap devletlerinin kendi aralarındaki mezhep kavgalarına taraf olmayın, bulaşmayın !”

Ya İsmet İnönü ne söylemişti; “Büyük devletlerle politika yapmak ayı ile yatağa girmek gibidir, dikkat etmezseniz ezilirsiniz !”

Erdoğan – AKP iktidarları bu uyarıların hiç birini dinlemedi ve dört hatayı da yaptı. Hem de tüm ikazlarımıza rağmen.

Rus uçağını düşürme, BOP Eşbaşkanlığı, hem Suriye’de, hem Irak’ta, hem de İsrail ile ilişkilerde uyguladıkları mezhepçi, dinci politikalar ve büyük devletlerle ilişkilerdeki özensizlik, verilen sözlerin tutulmaması, imzalanan anlaşmaların yok sayılması v.s. Bu yanlış politikaların ve akıl dışı tercihlerin başımıza ne dertler açtığı ortada.

Bundan sonra ne yapılmalı?

Şimdi, Basra harap olduktan sonra yani, bu yanlışlardan kısmen de olsa dönülme çabaları elbette desteklenmelidir, destekliyoruz. Rusya ile ilişkilerin düzeltilmesi ( aslında hiç bozulmamalıydı ) tabii ki doğrudur. Keza İsrail ile de ( Elbette imzaladıkları anlaşmanın utanç verici haksızlığını saklı tutuyorum ) öyle.

Ancak kimi yanlışlarda hala ısrar etmekten, bölgeye hala Sünni gözlükle bakma inadından ne yazık ki bir türlü kurtulamıyorlar. Hala Suriye’de El Nusra hamiliğinden ( ki Erdoğan arabuluculuk yaparken Çavuşoğlu terörist diyor ), ÖSO’dan demokratik güç üretme hayalciliğinden vazgeçemiyor, meşru Suriye yönetimi ile ilişkileri düzeltme yoluna giremiyorlar. Hala “ Musul’a Sünni Türkmenler, Sünni Araplar, Sünni Kürtler girmelidir. Şii milisler olmamalıdır “ diyor, Irak nüfusunun % 65 inin Şii olduğu gerçeğini görmezden geliyor, meşru Irak yönetimini ve Başbakanını aşağılıyor, sonra da görüşmek için heyet gönderip, ciddiye alınmayı bekliyorlar. Fırat Kalkanı harekatının kamuoyuna yansıyan nihai hedefi ( Cerablus hattı boyunca 98 e 40 km, lik güvenli bölge ) ile sınırımıza 250 km uzaktaki Rakka’ya uzanacağı söylemlerinin nasıl bağdaştırıldığı da meçhul.

Konu çok kapsamlı, daha fazla uzatıp okuyucularınızı sıkmak istemem, ama Erdoğan – AKP politikalarının ne ülkemizde, ne bölgede istikrara hizmet ettiğini söylemek, yazık ki, mümkün değil.

Dileğimiz muhalefetin eleştiri ve önerilerinin yol gösterici olması özellikle dış politikada iktidar-muhalefet arasındaki diyalog sürecinin oluşturulması. Çok teşekkürler.

Ben teşekkür ederim.

Nurzen Amuran

Odatv.com

GATA AKP arşiv