Asiye Güldoğan: AKP’lilerin Cemaat düşmanlığının dozajı düştü

Eskiden beri iyi tanışan, sonradan biri AKP’li diğeri Gülen cemaatinden şeklinde ayrılmalarına rağmen, zaman zaman görüşen iki ailenin sohbetine...

Eskiden beri iyi tanışan, sonradan biri AKP’li diğeri Gülen cemaatinden şeklinde ayrılmalarına rağmen, zaman zaman görüşen iki ailenin sohbetine şahit oldum. Benim tanıdığım kişi AKP’li, zaman zaman fikirlerine görüşlerine başvurduğum, yorumlarını dikkate aldığım biri. Ayrıca aileden tanışıyoruz. Sözünü edeceğim sohbet onların evinde oldu.

Bizim misafir olduğumuz gün, Gülen cemaatinden olan arkadaşı da misafirliğe gelmişti. Selman adındaki topaç yüzlü, 30’lu yaşlarda görünen misafir ile ev sahibi Mustafa abi, yaşananlardan çok etkilenmemişler gibi samimilerdi. Doğrusu ilk başlarda hükümet-cemaat kavgasına dair bir konuya girmediler. Selman beyin Kırgızistan maceraları, hatıraları daha çok konuşuluyordu. Sonra bir ara çocuklarından bahsettiler. On yaşlarında görünen küçük oğlu, Selman beyin kulağına ikide bir, bir şeyler fısıldıyordu. Adam gülerek:

“Benim haşhaşi oğlum Selim proje ödevinden yıldızlı pekiyi almış Mustafa hocam,” dedi.

Öğretmenlik yapan Mustafa abi, gülümseyerek çocuğun başını okşadı, “aferin” dedi.

“Sağolsun bizim kayınpeder haşhaşi diye diye, bizi de alıştırdı. Bana da, torununa da haşhaşiden başka bir şey demiyor. Bizim de şikayetimiz yok çok şükür. Başçalan fedaisi olmaktan iyidir.”

“Selman hocam, kusura bakmayın ama kim olursa olsun bu kadar tarafgirlik rahatsız edici bir şey. Siz de, kayınpederiniz de olayı abartmışsınız.”

CEMAAT KENDİNİ SAHABE GİBİ GÖRÜYOR

Selman beyin eşi devreye girdi:

“Bu işleri hep başlatan Erdoğan,” dedi. “Hem hırsız, hem de Müslümanları birbirine düşürdü. Trilyonluk Aksaray’larda oturuyor, iyice diktatör oldu. Ülkemizin dünyada itibarı kalmadı. Muhterem Hocaefendimize etmedik hakaret bırakmadı. Aileleri, arkadaşları birbirine düşürdü. Babam bize tavır aldı. Bunların günahını nasıl çekecek?”

Kadın daha konuşacaktı ama kocası el işaretiyle susturdu.

“Gerek yok Sevim,” dedi. “Mustafa hocamlar AKP’li. Biz de misafiriz.”

“Allah aşkına nasıl böyle bir Tiran’a oy veriyorsunuz. Bu zulümleri bile bile nasıl destekleyebiliyorsunuz. Size de, babama da acıyorum. Sevdiğimiz insanları zalimlerle birlikte görmek çok üzücü. Münafıklarla birlikte olmak insanı cehenneme götürür Allah muhafaza.”

Kocası tekrar ikaz edince sustu kadın. Mustafa bey ile eşi birbirlerine baktılar.

“Hakkınızı helal edin,” dedi Selman bey. “Şu süreç gerçekten de insanın sinirlerini bozuyor. Her gün böyle şeylerle karşılaşınca, bazen istenmeyen şeyler söze dökülüyor. Siz artık kusurumuza bakmayın.”

“Bizim için sorun değil de, yalnız kendinizi sahabe yerine koyup başkalarını münafık ve cehennemlik görmek sıkıntı. Kaldı ki, Fethullah Gülen bir röportajında siyasi partilere oy vermek itikadi bir durum değildir demişti, CHP’ye ve MHP’ye de oy vermek konusunda. Neyse, bu meselelere girmemek en iyisi.”

Mustafa hoca bunları söylemesine rağmen, bu konu hakkında bir hayli tartışma yaşandı. Eğer ev sahibi ağırbaşlılığı olmasaydı, iş kavgaya bile gidebilirdi.

Birebir şahit olduğum bu olaydan ve süre gelen tartışmalardan anladığım, Cemaat mensupları belki de samimi olarak kendilerini haklı görüp bu tarz savunma ve saldırı durumuna giriyorlar. Anladığım kadarıyla kendilerini kesinlikle sahabeler kadar haklı ama “terk edilmiş, yalnız bırakılmış, hak yolunda çileye maruz kalmış” görüp zaman zaman hırçınlaşıyorlar, öfkeleniyorlar.

AKP’LİLERİN CEMAAT DÜŞMANLIĞININ DOZAJI DÜŞTÜ

O sohbette-tartışmada sık sık dile getirdikleri, “bu zavallı halk sürü gibi güçlünün yanında yer alıyor” tespitleri, “hadi onlar cahil de aklı başında olan insanlar, okumuşlar, aydınlar, alimler, diğer cemaatler nasıl güçlünün yanında oluyorlar, AKP’ye oy verme gafletinde bulunuyorlar” serzenişleri, “kendilerini terk edip giden kitleler” kadar “tarafsız kalıp sessizliğe bürünenlere” bir çeşit “münafıklık edenlere” öfkeleri, ruh hallerinin baya hırpalandıklarının göstergesi.

Hükümet-Cemaat kavgasında benim dikkatimi çeken, bazı fanatikleri saymazsak AKP’lilerin çoğu, Cemaat’e yönelik ilgilerini hayli kaybetmiş durumdalar. Evet sevmiyorlar, hala kızıyorlar ama düşmanlıklarının şiddeti düşmüş gibi. Öfkeli düşmanlıktan ziyade, onları yenmenin gururu, “itibarları kalmamış zavallılar” görme, hatta “hallerini acıklı bulma” hissi gibi duygulara sahipler. Özellikle Davutoğlu’nun Başbakanlığından beri dozajı düşük bir Cemaat öfkesi var.

Yine anladığım, Erdoğan cepheyi çok genişletip olayı halkın büyük kesimine mal ederken, Cemaat kitleleri kaybedip etrafındaki sadık müridleri tutmaya çabalayan ve iyice dar çerçeveye hapsolan bir küçülme içinde. Bu da onları hırçın, öfkeli, yalnız ve yenilmiş hissettiriyor.

Ancak, AKP’lilerin genelinde hissedilen dozaj düşüklüğü, her an Erdoğan tarafından yine yükseltilebilir.

KAFASI EN RAHAT YAZARLARDAN BİRİYİM

Bir yakınımızın hastalığı ve gelen bir kaç misafirle ilgilenmek durumunda olduğum için on beş gün kadar yazı yazamamıştım geçtiğimiz haftalarda. Birkaç defa yazmaya niyet ettiysem de, devam etmeye fırsat olmadı. Ancak zaman zaman maillere, tweetlere göz atabildim. Maillerde neden yazmadığımı, kayıplara karıştığımı, sesimin soluğumun çıkmadığını merak edip soranlar olduğu için böyle bir açıklamayla geç de olsa durumumu izah edeyim dedim.

Tabii bu arada, bazıları yazmadığım, yazamadığım hatta birkaç kişinin iddiasına göre yazdırılmadığım için sevinmişler. Bu konuda komplo teorisini dile getiren üç arkadaştan ikisi, “Çizgisi belli Odatv’nin türbanlı bir yazara tahammül edeceğini mi sanıyordunuz?” anlamına gelecek iddiada bulunmuşlar. Yine bu ikisinden biri, “Artık Cemaat hakkında yazacak konu bulamadınız değil mi?” demiş ayrıca. Üçüncü kişi ise, olaya daha ters bir açıdan bakarak “Odatv size çok bile tahammül etti,” anlamına gelen sözler sarfetmiş.

Yine bu zamana kadar gelen maillerden gördüğüm kadarıyla, benim gizemli olduğum, merak edildiğim, onca bilgiyi nasıl edindiğim tarzında görüşler de var ve çoğu iyi niyetle, samimi merakla dile getiriyorlar. “Siz gerçekte Soner Yalçın mısınız?” diye soranlar da var mesela.. Bir kaç cemaat mensubu da, benim “gerçekte Hüseyin Gülerce olduğumu” düşünüyor, hatta bunu tweetterde dile getirenler olmuş. Başka başka isimlere de yakıştıranlar var ayrıca.

Genelde kendimle ilgili şeyler yazmama taraftarıyım. Fakat okuyanlara, takip edenlere saygımdan dolayı yukarıda bahsedilen konulara kısaca değinmekte yarar görüyorum.

Öncelikle şunu ifade edeyim, kafası en rahat, en özgür, dilediğini yazmakta serbest olan yazarlardan biriyim. Ne zaman canım istersem yazabilecek özgürlüğüm var en başta. Kafamda konu hazır olduktan sonra, günde bir değil, iki üç yazı yazabilecek durumdayım. Ülkemizde o kadar çok gündem var ki, bir yazar günde birkaç yazı yazsa yeri. Yani istersem her gün, istersem hafta da bir, ayda bir yazarım. Ama normalde hafta da bir iki kez yazmayı yeterli görüyorum. Şimdiye kadar da böyle oldu. Çünkü yazmaya değer yazılar olmasına çalışıyorum.

Odatv’nin bana tahammül edip etmemesi diye bir durum da yok. Gördüğüm anladığım kadarıyla Odatv’nin üzerinde durduğu gazetecilik yapmak. Bugüne kadar ne bana şöylesin, böylesin dediler, ne de şunu yaz bunu yaz dediler.

Ben gerçekte Soner Yalçın, Hüseyin Gülerce, Yalçın Küçük, Yiğit Bulut, Nihat Genç de değilim. Hiç birini de tanımıyorum, yüz yüze görüşmem olmadı. Ayrıca proje filan da değilim. Dahası Erdoğan’ın hiçbir zaman danışmanı da olmadım, bazı sitelerde iddia edildiği gibi danışmanları da benim adıma yazmıyorlar.

SIRADAN BİR DEDİKODU YAZARIYIM

Ben aslında basit, sıradan bir dedikodu yazarıyım. Başka dedikodu yazarlarından bir farkım var; ben gerçekleri dedikodu havasında veriyorum. Yani düz bir köşe yazısında yazsam sert ve çok ciddi kaçacak bazı bilgileri, dolandırıyorum, araya mizah katıyorum, dedikodu havasına sokup yumuşatıyorum, yazının kıyısına bucağına gizliyorum, baya bir hafifletiyorum. Ben böyle yapıyorum ama gelin görün ki Odatv’nin editörleri, en başta da Barış Pehlivan tam da o hafiflettiğim, yumuşattığım, neredeyse gizlediğim şeyi bulup çıkarıyorlar ve manşet yapıyorlar. Yazı çıktığında da en çok ben şaşırıyorum, büyük bir merakla kendi yazımı sanki başka birisi yazmış gibi okuyorum.

Okurlardan, gelen maillerden yazılarımın çok ilgi gördüğünü, beğenildiğini, merak edildiğini, takip edildiğini söyleyenlere, yazanlara diyeceğim; bu yazılarda bir başarı varsa, en çok kendini okutturan o manşetlerde var.

Dedikodu yazarıyım, kendimi öyle görüyorum, o üslupta yazıyorum ama gerçekte filan arkadaşım şunu dedi, falan kişi bunu dedi diye yazdıklarım dedikodu değil. Okuyanlar da bunun farkında, o dedikoduların muhatabı olup kızanlar da, morali bozulanlar da..

Peki o dedikodulara nasıl ulaşıyorum? Sanıldığı gibi kulis yaparak filan değil. Biz Türk milleti zaten genelde çok konuşmayı seviyoruz hangi görüşten olursak olalım. Benim çevrem, ailem, bazı büyüklerim, arkadaşlarım, dostlarım daha düne kadar birlikte olan AKP-Cemaat çevresinden. Bu çevrenin en üst tabakasında olan tanıdıklarım da var, o bünyelerin içinde olan samimi dostlarım da. Hangi taraftan olursa olsun bir araya gelinince, malum konu konuyu açıyor, yazılarımın konusu da ortaya çıkıyor.

Birkaç belediye başkanıyla sohbet ederken, Erdoğan’ın kendileriyle yaptığı istişare toplantısında “eşimle ilgili görüntü almışlar” dediği ya da kırk yedi yaşına kadar Cemaat’e hizmet etmek için evlenmemiş Rabia hanımın 17-25 aralıktan sonra Cemaat’ten koptuğu, bazı kız öğrencilerinin de gelip “her gün tweet ata ata yorulduk” diye şikayette bulunduğu ortaya çıkıyor. Ben işte bu tarz bilgileri, kendimce çapraz sorgulama yaparak teyit ettirdikten sonra dedikodu olarak sizlere coşkuyla, keyif duyarak yazıyorum.

Bir farkım da, işte keyif duyarak, enerji dolu olarak yazmak. Bu keyif, bu enerji okuyanlara bulaşıyorsa yazmamın bir anlamı var demektir. Asıl yapmak istediğim de bu.

Asiye Güldoğan

[email protected]

@AsiyeGuldogan

Odatv.com

asiye güldoğan Tayyip Erdoğan cemaat arşiv