AKP MAĞDUR OLMAK MI İSTİYOR

Olaylar çok yoğunlaştığında ve karmaşıklaştığında, sade yurttaşın çözümleme yapması güçleşiyor. Böylesi anlarda seçici algı mekanizması yoğun...

Olaylar çok yoğunlaştığında ve karmaşıklaştığında, sade yurttaşın çözümleme yapması güçleşiyor. Böylesi anlarda seçici algı mekanizması yoğun biçimde işlemeye başlıyor ve sıradan insanlar durumları olduğu biçimiyle değil, görmek istediği hâliyle yorumlamaya başlıyor. Ancak buradan, postmodern yaklaşım yandaşlarının ele aldığı gibi, gerçeğin kişilere göre değiştiği sonucu çıkarılmamalıdır. Gerçek olanca acıtıcılığıyla yaşanıyor, ancak bireyler John Berger’in “Görme Biçimleri”nde değerlendirdiği üzere, konumlandıkları yere göre; birikimlerine, beklentilerine uygun algılamalarda bulunuyorlar...

Ülkede son yaşananlar, gerçekten kafa karıştırıcı. Arınç’a yönelik suikast girişiminin ardından, kozmik odada arama yapan hâkimin askerler tarafından izlenmesi;(artık ne kadar izlendiyse) belli bir iletinin altının çizilmesine yarıyor. Ayrıca yine görevli hâkime postayla mermi yollanması; ordunun, yargı ve -daha ötesi- hükümet üzerindeki baskısının vurgulanması anlamına geliyor. Malum hükümet burada doğrudan ya da dolaylı, kozmik odadaki aramayı destekliyor. Bu satırların sahibinin de içinde bulunduğu OdaTV yazarları ise, bütün bu yaşananların kökeninde, ABD’nin yıkıcı Türkiye talepleri karşısında duran Türk ordusunun hedef tahtasına yatırıldığını ve yıpratılmaya çalışıldığı gerçeğinin yattığını düşünüyorlar. Bu sıralanan iddiaların hiçbiri şu an itibariyle kanıtlanmış değil ve kanıtlanacağa da benzemiyor. Sonuç olarak bütün bunların aslı zamanla ortaya çıkacaktır.

Bunca gürültü patırtı arasında dikkat edilmesi gereken bir ayrıntı var. Gerçi bugün itibariyle bu noktanın artık çok ilerisine geçildiği düşünülebilir ama ben bu noktanın çok da hafife alınmaması gerektiği kanısındayım… O da şu, bugüne kadar ordu karşısında mağdur duruma düşenlerin toplum tarafından ödüllendirildiğine sıkça tanık olduk. Yakın dönem Türkiye tarihi bunun örnekleriyle dolu. Yoksa AKP yapay bir mağduriyet durumu yaratmaya mı çalışıyor?

İsterseniz bu örnekleri kısaca anımsayalım. Türkiye 27 Mayıs Askeri Müdahalesi’ne giderken yaşananlar ilginçti. Demokrat Parti 1950 ve 1954 seçimlerini kazandıktan sonra, benimsediği dışa bağımlı kapitalist modelin sancılarını çekmeye başlamış, ekonomik açıdan iyice sıkışma sürecine girmişti. Bu nedenle son genel seçimleri bir yıl erkene almış, çok önemli ölçüde oy kaybetmesine karşın, seçim sistemi sayesinde milletvekili sayısını artırarak iktidarını koruyabilmişti. Ne var ki bu erime sürecinin devam edeceği koşullar fazlasıyla sürmekteydi. Ekonomik açıdan daralan her hükümet gibi DP de baskıcı yöntemler uygulamaya başlamıştı, muhafazakar eğilimlerini artırmış, toplumun iyice gerilmesine neden olmuştu. Bu koşullarda geniş kitlelerin, demokrasi kaygılarından dolayı DP’den uzaklaşmaya başladığını öne sürecek değilim elbette. Ancak hem dünya hem de ülke ekonomisinin iyice bozulması, büyük oranda yapılan devalüasyon, pahalılığın had safhaya ulaşması; geniş kitleleri DP’den uzaklaştırmaya başlamıştı. 1961’de, zamanında yapılacak bir seçimde bu partinin iktidardan uzaklaşması çok kuvvetle muhtemeldi. Ancak ileride daha ayrıntılı olarak ele alacağım nedenlerden dolayı gerçekleşen bu askeri müdahale, kamuoyunun kanaatinde önemli değişikliğe yol açmıştı. Yassıada duruşmalarında düşüklerin yaşadığı mağduriyet ve idamlar ciddi tepkilere neden olmuştu. Geleneksel CHP seçmeni dahi yaşananları pek içine sindirememişti. Hareketin Türkiye’ye 1961 Anayasası gibi dünyanın en ilerici anayasalarından birini kazandırmış olması bile kitleleri ikna etmeye yetmemişti. 27 Mayıs yandaşı CHP, 1961 genel seçimlerinde, DP’nin varisi Adalet Partisi ve Yeni Türkiye Partisi’nden daha az oy almıştı. Ancak DP oyları bu iki parti arasında paylaşıldığı için aradan sıyrılıp birinci parti olabilmişti. Zaten daha sonra 1965 genel seçimlerinde AP tek başına iktidara gelmişti. Ordu karşısındaki mağduriyeti DP’nin varisi olan AP’ye hayli yaramıştı.

1961-1969 yılları arası Türkiye’nin bayağı iyi yönetildiği bir dönemdir. 1961-1965 arası CHP koaalisyon hükümetleri ile son dönemdeki merkez sağ koalisyon süresince, bir yandan DP’nin mahvettiği kamu maliyesi onarılmış, bir yandan çok zengin bir kültürel iklim yaratılmış, bu arada işçi sınıfına grevli toplu sözleşmeli sendikal haklar sağlanmıştı. Demirel’in ilk tek başına iktidar dönemi olan 1965-1969 yılları ise montaj ağırlıklı da olsa sanayileşmenin hızlandığı, çok ciddi ileri teknoloji arayışlarının yaşandığı bir zaman dilimi olmuştu... Bunların konuyla ilgili yanı, bu olumlu gidişe tahammülü olmayan Batı’nın, yapısı değişen; NATO’cu, CENTO’cu anti-komünist orduya müdahale yaptırmasıydı. Türkiye sosyalist soluna çok ağır darbeler vuran bu hareket, aynı zamanda kendi kahramanını da yaratmıştı. CHP Genel Sekreteri Ecevit, daha müdahalenin soldan geldiğinin sanıldığı ilk anda bile muhtıraya karşı çıkmış ve bunun üzerine genel sekreterlikten uzaklaştırılmıştı. Ödediği bu bedel Türk halkı tarafından son derece olumlu karşılanmıştı. Sonuçta bu ara dönem içinde parti genel başkanlığına yükselmiş, daha sonra yapılan ilk genel seçimlerde, 1973’te Karaoğlanlaşarak partisini iktidara taşımıştı.
XX. yüzyılın en büyük komplolarından biri olan 12 Eylül Askeri Müdahalesi de Türkiye’nin üzerinden silindir gibi geçtikten sonra, o da kendi başaktörünü ortaya çıkarmıştı. Cunta yönetimi, ABD’nin istekleri doğrultusunda ülkeyi ABD’nin uzak karakolu haline getirmiş, Türk-İslam Sentezi politikalarıyla ülkenin laik yapısını zedelemeye başlamış, bu arada, NATO’ya dönüş konusunda Yunanistan’a veto hakkımızı kullanmayarak, Kıbrıs’ta elde edeceğimiz kazanımları elinin tersiyle itmişti. Kısacası okyanus ötesi “Sahip”e gerçekten sadakatle hizmet etmişti. Ancak 1983 genel seçimlerine girilirken, Türkiye’nin, Batı tarafından kendisine verilen yeni ekonomik rolü hayata aktarması gerekiyordu. Neoliberal politikaları uygulayabilmek Cuntanun boyunu çok aşıyordu. Evren seçimlerden önce ABD’nin yeni yıldızı Özal hakkında televizyon ekranlarında aşağılamalarla dolu bir konuşma yapmıştı. Sonuç ANAP tek başına iktidarı olmuştu. Mağduriyet ANAP’a da yaramıştı yani.

Türkiye benzer bir gelişmeyi 2007 genel seçimleri öncesinde de yaşamıştı. Ahmet Necdet Sezer’in Cumhurbaşkanlığı süresinin dolmasına aylar varken konu tartışılmaya başlamıştı. O günlerde Aydınlık dergisinin 3 Aralık 2006 tarihli 1011. sayısında sunları yazmıştım.

Peki, AKP yönetimi Cumhurbaşkanlığı makamına talip olduğunda ortaya çıkacak büyük gerilimi ne kadar taşıyabilir ya da bunu taşımak ister mi? Acaba AKP, cumhurbaşkanlığı makamından çok, gerilim stratejisinden bir seçim başarısı çıkarmayı mı umuyor? Sözgelimi ortamı iyice gererek, örtülü ya da açık bir muhtıraya maruz kalarak seçime mağduriyet söylemiyle mi girmek istiyor?...

Gelişmeler bu öngörümü doğrular biçimde yaşanmıştı. O çok karmaşık 27 Nisan 2007 e-bildirisi AKP’ye –gerçekten- önemli ölçüde kan pompalamıştı. Kuşkusuz AKP’nin % 47’lik seçim başarısında ABD ve AB desteğinin inanılmaz boyutlara varmasını, şişkin erzak torbalarını, borsaya dışarıdan pompalanan sıcak parayı göz ardı etmemek gerekiyor. Diğer örnek olaylarda da belirleyici olan başka faktörleri değerlendirmek -elbette- zorunlu oluyor. Ancak yine de ordu karşısında tavır almak ve mağdur duruma düşmek Türkiye’de genellikle işe yarıyordu.
Şu sıralar ABD’nin çok ağır taleplerini karşılamak isterken AKP’nin ciddi bir erime sürecine girdiği görülüyor. Bu nedenle AB-ABD desteğinin yanı sıra seçimler öncesinde yine böyle bir ortam yaratmak istediği düşünülebilir mi?

İnsanın aklına takılıyor doğrusu...

Dr. Vakur Kayador

Odatv.com

AKP bülent arınç Ordu ABD batı arşiv