AKP kendi adaylarına konuşma fırsatı dahi vermedi

Nurzen Amuran sordu, CHP Genel Başkan Yardımcısı Ünal Çeviköz yanıtladı

Nurzen Amuran: Yerel seçimler yapıldı. Elde ettiğiniz başarılı sonuçlar için sizleri kutluyoruz. Seçim sonuçlarıyla ilgili haberleri gelişmeleri okuyoruz, dinliyoruz ama ben seçim kampanyalarıyla ilgili bir soruyla söyleşimize başlamak istiyorum. Seçim kampanyaları eşit koşullarda yapılamadı. Kampanya süresince bir tarafta tehdit ve bolca hakaret vardı. Gerçek olmayanlar, gerçek gibi anlatıldı. Öte yanda ise sabır ve ölçülülük hakimdi. Bu görüntüye rağmen halkımızda sağduyunun egemen olduğunu gördük. Hiç bu kadar gerilim içinde bir seçim kampanyası yürütüldüğü olmuş muydu?

Ünal Çeviköz: Bu seçimlerin en önemli özelliği Türkiye'yi kamplaştırma çabalarının en üst düzeye çıkmış olmasıdır. Kutuplaşma, ötekileştirme, insanları haksız yere “terörist” olarak itham etme ve muhalefeti zan altında bırakma seçim kampanyası sırasında iktidar tarafından bir seçim stratejisi olarak benimsendi ve kullanıldı. Bu yöntem ve bu söylem yaşamımızın bir parçası haline getirildi. Mevcut olmayan suni sorunlar yaratıldı, halka dayatılarak o suni sorunlar üzerinden seçim kazanma gayreti içine girildi. Ancak halk, bu gergin ortamdan hoşnut olmadığını bu seçimlerde gösterdi. Özellikle İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkan Adayımız Sayın Ekrem İmamoğlu'nun sakin, bütünleştirici, kapsayıcı, ayrımcılık yapmayan ve sabırlı davranışı, seçmenin bu hoşnutsuzluğunu gideren bir etken oldu. Halkımızın sağduyu doğrultusunda davranmasının altında yatan temel unsurun da bu olduğu düşüncesindeyim.

Ankara adayımız Mansur Yavaş’a da hiçbir hukuki dayanağı olmayan ithamlarda bulunuldu, tamamen siyasi olan soruşturmalar açıldı ve hatta seçildiği takdirde yerine kayyum atamakla tehdit edildi; İzmir adayımız ile ilgili de benzer hedef göstermeler söz konusu oldu fakat AKP’nin demokrasinin en temel prensiplerinden olan serbest seçimlerin uygulanmasına bile izin vermeyen antidemokratik uygulamaları yurttaşlarımızın, bu gidişe dur demelerine katkı sağlamıştır.

Üzülerek eklemeliyim ki, seçim kampanyasını eşitsiz hale getiren, sadece kullanılan ayrıştırıcı ve yıkıcı söylemler değil, devlet imkanlarının ölçüsüz ve denetimsiz bir şekilde iktidar partisinin içinde olduğu ittifak lehine kullanılmasıydı. İktidarın boyunduruğu altındaki medya da bu eşitsizlik tablosuna ne yazık ki büyük katkı sundu.

Amuran: Kampanya süresince Cumhur ittifakı sizce en çok hangi argümanları kullandı, hangi konulara hiç değinmedi?

Çeviköz: Cumhur İttifakı tamamen suni argümanlar kullandı. Ülkenin bir beka sorunu olduğunu iddia etti, oysa halkta kesinlikle böyle bir endişe yoktu, dolayısıyla bu yanlış algı yönetimi, işe yaramadı. Recep Tayyip Erdoğan seçmenlerin önemli bir kesimini terörle işbirliği içinde olmakla suçladı, öyle göstermeye çalıştı. Ama halk işe hukuki açıdan bakarak hem milyonlarca seçmenin oy ve destek verdiği siyasetçilere olan güvenini gösterdi, hem hukukun bu şekilde siyasileştirilmesine tepkisini gösterdi. Haklarında ithamlarda bulunulan adayların YSK tarafından adaylıklarına bir engel görülmemesi ve aday olma hakkını kazanmaları itibar gördü. Öte yandan, Cumhur ittifakı ülkenin, halkın ve özellikle belediyelerin temel meseleleri üzerinde hiç durmadı. Sanki bir genel seçim yapılıyormuş gibi bir kampanya yürüttü. Neye ihtiyaç duyulduğunu değil, geçmişte neler yapıldığını anlatıp durdu. Halk neyin yapıldığını çok iyi bildiği gibi, neyin yapılmadığını da biliyor. Bu kampanyayla eksiklikleri gün yüzüne çıktı. Eksiklikler çıktıkça ekonomideki kötüye gidişin üzeri örtülmeye çalışıldı, işsizlik, hayat pahalılığı, enflasyon gibi insanların temel yaşam ihtiyaçlarını doğrudan etkileyen konular Cumhur ittifakı tarafından tamamen unutturulmak istendi.

AKP, bu seçimlerin halka en yakın hizmette bulunacak yerel idari birimlerin yöneticilerinin seçimi olduğu gerçeği üzerinde durmadı, kendi adaylarına konuşma fırsatı dahi vermedi. Yerel projelerden, kente dair uygulanacak olan projelerden, insan onurunu ve sağlığını önceleyen belediyecilik hizmetlerinden bahsedilmedi. Yerel yönetimlerin, kuruluş amacına aykırı bir seçim çalışması yürütüldü.

Kısacası, 31 Mart yerel seçimleri ülkemizde bir beka sorunu olmadığını ancak iktidarın kendi geleceğine ilişkin endişe taşıdığını gösterdi.

BU SEÇİMLERİ YEREL OLMAKTAN ÇIKARIP BİR GENEL SEÇİM HAVASINA SOKAN İKTİDARIN KENDİSİYDİ

Amuran: Kısa birkaç soruyu birlikte soracağım. Yaşanan yerel seçimdi ama sonuçlar genel seçimler için yeni bir yol haritası çizer mi, bu yerel seçimleri, güven tazeleme olarak da değerlendirebilir miyiz, sözgelimi erken seçim ve rejim tartışmalarını gündeme getirecek midir?

Çeviköz: Biliyorsunuz son yerel seçimler 2014'te, genel seçimler de 2015'te yapılmıştı. Bu seçimlerden beş yıl sonra yerel, dört yıl sonra da genel seçimlerin yapılması öngörülüyordu. Yani, 2019 yılında hem yerel hem genel seçimler yapılacaktı. Ama iktidar bunu istemedi. Genel seçimleri erkene aldı, böylece iki seçimin aynı yıl yapılması imkanı da ortadan kalktı. Aslında yerel ve genel seçimlerin farklı zamanlarda yapılması halkın siyasi nabzını tutmak açısından yararlıdır. Halk yöneticilerin izledikleri politikalar hakkındaki değerlendirmesini vermek için bir fırsata kavuşur. Yerel seçimler bu anlamda önemli bir fırsattır. 31 Mart seçimleri bu fırsatı yaratmıştır. Dolayısıyla bu seçimlerde seçmenin verdiği mesajın, özellikle de büyük şehirlerde görülen sonuçların çok iyi ve dikkatle değerlendirilmesi gerekir. Bununla beraber, yerel seçimleri genel seçimler için bir yol haritası çizer nitelikte görmüyorum. Sayın Genel Başkanımız da bu seçim sonucunda erken seçim tartışmalarına fırsat verilmesinin gereksiz olduğunu ifade etti. Rejim tartışmalarına gelince, esasen Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi adı altında Türkiye'de değiştirilen siyasi sistemin tam olarak içselleştirildiğini söylemek zor. Bu konuda Cumhuriyet Halk Partisi'nin görüşleri de bellidir. Ancak yapılan seçimlerin yerel seçimler olduğunu, seçmenin memnuniyetsizliğini de yerel yönetimler bağlamında dile getirdiğini kabul etmek, birbirinden farklı iki konuyu karıştırmamak yerinde olur. Bu seçimleri ‘yerel’ olmaktan çıkarıp bir genel seçim havasına sokan iktidarın kendisiydi. Bu nedenle, iktidar genel bir kayıp yaşadı.

Yurttaşlarımız, 17 yıllık AKP zihniyetinin hegemonyasında geçen seçimlerin ardından, iradesini ortaya koyarak büyükşehirlerin birçoğunun yönetimini Millet İttifakı’nın adaylarına teslim etmiştir. Bu vesile ile ülkenin en büyük ekonomisine sahip Ankara, İstanbul ve İzmir büyükşehir belediyelerinin yönetimini yurttaşlarımız Cumhuriyet Halk Partili adaylara teslim etmiştir. Bu durum, yıllardır süren yolsuzluklara, belediye kaynaklarının halka hizmet için değil ranta hizmet amacıyla kullanılmasına, tanzim kuyruklarına varlık kuyruğu denmesine, yoksulu daha da yoksullaştıran zihniyete tepkiden doğmuştur. AKP bu seçimlerin yerel seçim olduğunu sadece, kendilerine bir ders verileceğini anladığı zaman telaffuz etmiştir, dolayısıyla bu seçim iktidarın yönetemiyor olduğunun hatırlanmasına vesile olmuştur.

Amuran: Beni en çok rahatsız eden konu terörün, seçim kampanyalarında bir araç olarak kullanılmasıydı. Terör örgütleriyle “irtibatlı veya iltisaklı” olan adaylar olduğu iddia edilmişti. Oysa aday olmak için ön koşullar terörle bağlantılı olanlara asla izin vermeyecek koşullardır, değil mi?

Çeviköz: Bu konuda Sayın Genel Başkanımız gerekli açıklamaları yapmıştır. Toplumun geneline yapılmış büyük bir haksızlık söz konusudur. Demokratik olması gereken bir süreç, “terörist” suçlamalarıyla geçmiştir ve toplumun sağduyusu bu suçlamalara karşı gereken tepkiyi göstermiştir. Ne seçmenin oy davranışını sorgulamak, ne adaylar hakkında bu tür iftiralarda bulunmak doğru görülebilir. Bu tür suçlamalarla bir yere varılamaz. Özellikle de Yüksek Seçim Kurulu tarafından adaylığı onaylanmış ve hiç bir hukuki engelle karşılaşmadığı görülmüş olan kişiler hakkında bu tür iddialarda bulunulması yakışıksız bir davranıştır.

Amuran: Terör ulus olarak tepki gösterdiğimiz evrensel nitelikteki ortak mücadele hedefimizdir. Bu konuda en güzel sınavı Yeni Zelanda verdi. Siz de acıyı paylaşmak üzere gittiniz. Bulunulan ortamla ilgili orada sizi, en fazla etkileyen ne oldu?

Çeviköz: Yeni Zelanda'nın Christchurch kentinde yaşanan terör saldırısı bu ülkenin tarihindeki en karanlık gün olarak kabul edilmektedir. Barış ve huzur içinde yaşayan bir halkın böyle bir saldırı ile karşılaşması tüm dünya için büyük bir şok etkisi yaratmıştır. Benim Christchurch'te gördüğüm ve beni en çok etkileyen ülkenin tam bir birlik ve beraberlik içinde, ırk, dil, din, mezhep, cinsiyet ayrımı gözetmeksizin birbirini kucaklaması oldu. Yeni Zelanda Başbakanı Jacinda Ardern bu bütünleşmenin baş mimarı oldu. Onun "hepimiz biriz, onlar biziz" şeklindeki birleştirici üslubu bu bütünleşmenin sağlanmasına katkıda bulundu. Ben bu davranışı tüm dünya halklarının örnek alması gereken bir davranış olarak görüyorum. Liderlerin de Ardern’den alması gereken dersler olduğunu düşünüyorum. Topluma yukarıdan bakan, hiyerarşik ilişkiler kuran liderlerin yerine, halkın içinde, onlarla yan yana duran liderler tarihin beyaz sayfalarına yazılıyorlar.

TÜRKİYE’NİN JACİNDE ARDERN GİBİ İLERİCİ DÜŞÜNCELERE SAHİP SİYASETÇİLERE ÇOK İHTİYACI VAR

Amuran: Dediğiniz gibi en duyarlı önlemin birlik ve bütünlük çağrısının, barış dilinin siyaset diline egemen olmasıydı. İngiliz köşe yazarı, Suzanne Moore, “Terör, farklılıkları görür ve yok etmek ister. Ardern farklılıkları görüyor ve onlara saygı gösteriyor, kucaklıyor ve bağ kuruyor” dedi. Bu mücadele yöntemi bütün dünyaya herkese örnek olabilecek nitelik taşıyor, ne dersiniz?

Çeviköz: Bu çok doğru bir tespit. Farklılıkların yok edilmesi ve tek tip insan yaratılması çabasının silahlı şekilde uygulamaya konulmasını terör olarak adlandırmak mümkün. Ancak terör sadece bu şekilde olmuyor. Otoriter ve totaliter rejimlerin yaratılması çabaları da hukuku, demokrasiyi, adaleti ortadan kaldırmak suretiyle bir tür terör uyguluyor ve amacına bu yolla ulaşmayı deneyebiliyor. Bu açıdan bakıldığında Yeni Zelanda Başbakanı tam bir adalet, hukuk ve demokrasi mücadelesi vermektedir. Farklılıklarla zenginleşen, zenginleştikçe güçlenen bir çoğulcu demokratik toplum örneğine sahip çıkıyor. Bu kucaklayıcı ve birleştirici yaklaşım aslında her türlü demokrasi düşmanı odaklara karşı verilen mücadelede örnek alınmalı. Türkiye toplumunun da bu örnekten çıkarabileceği önemli sonuçlar var, olmalı da. Türkiye'nin Jacinda Ardern gibi ilerici düşüncelere sahip siyasetçilere çok ihtiyacı var. Daha net bir ifadeyle, temel hakların insanlara eşit ve parasız bir şekilde sunulduğu, yoksullukla mücadeleyi önceleyen ilerici bir vizyon, ülkemize refah ve barışı getirecek temel anlayıştır.

Amuran: “İlerici bir sosyal demokrat” olduğu bilinen Yeni Zelanda Başbakanı Jacinda Ardern’in, “parasız eğitim”, çocuklar arasında yoksulluğun yok edilmesi gibi önemli konularda mücadele verdiği yazılıyor. Ülkemizdeki siyasetçiler için örnek olacak en önemli özelliği sizce nedir?

Çeviköz: Ben Jacinda Ardern'in örnek alınacak en önemli özelliğinin halkının tamamıyla bütünleşmesi, hiç bir ayrımcılık yapmaması ve bunu da gösteriş için değil, içinden gelerek yapması olduğunu düşünüyorum. İnsanları “insan” oldukları, yani var oldukları için sevmek aslında her siyasi kişiliğin kendine düstur olarak kabul etmesi gereken bir haslettir. Bundan yoksun olmak demokratik ve paylaşımcı bir anlayışla değil her konuda kendi düşüncelerini dayatan ben merkezci bir yaklaşım sahibi olmak anlamına gelir.

Amuran: Yeni Zelanda bu güzel örneği dünyaya sergilerken, Trump’da, farklı bir siyasetçi kimliğiyle ortaya çıkıyor. Aldığı son karar en büyük gösterge. ABD’nin Ortadoğu’da İsrail tarafından işgal ve ilhak edilen Golan tepelerinin uluslararası anlaşmaları yok sayarak İsrail’in toprakları olduğunu bir kararnameyle kabul etmesi, Ortadoğu’daki kırılmaların sorumlusunu ortaya çıkarmıyor mu?

Çeviköz: Ortadoğu'daki kırılmaların başında tabii ki Arap-İsrail uyuşmazlığı geliyor. Bu sorunun çözümü için, özellikle de Filistin meselesinin halli için yıllardır çaba gösteriliyor. Ancak Ortadoğu sorununun çözümüne yönelik çabalarda bölgede yaşayan tüm halkların eşit ve adil bir yaşam hakkı olduğunu kabul etmek, buna saygı göstermek gerekir. Trump'ın son zamanlardaki kararlarında önceliğin İsrail olduğu izlenimi ağır basıyor. Bu da ABD'nin Ortadoğu sorununun çözümüne adil bir yaklaşım içinde olduğuna inanılmasını güçleştiriyor. Birleşmiş Milletler’in kararlarını çiğneme pahasına girişilen ve Golan özelinde son örneğini gördüğümüz dış müdahaleler ne Orta Doğu’nun geleceğine ne dünyanın güvenliğine hizmet eder.

NESİLLER SONRA DA OLSA, KİN VE NEFRET TOHUMLARI EKEN SALDIRGAN VE YAYILMACI DAVRANIŞLAR BEDEL ÖDETEN SONUÇLAR DOĞURMUŞTUR

Amuran: İsrail tarafından, 1967'de işgal, 1981'de ilhak edilen Golan tepeleri stratejik yönden Suriye için neden önemlidir, İsrail’in Golan tepelerinden vazgeçmemesinin nedeni sadece kendi güvenliği için elzem bir bölge olması mıdır?

Çeviköz: Suriye için neden önemli olduğu belli. Toprak Suriye'nindir ve Suriye'nin egemenliğine ve toprak bütünlüğüne saygı gösterilmesi gerekir. Bu konu Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin aldığı çeşitli kararlarla uluslararası hukuk açısından da teyit edilmiş bir gerçekliktir. Topraklarını bir savaş sonucu kaybetmiş olması Suriye açısından bu gerçekliği değiştirmez. Değiştirecek olsaydı, Birleşmiş Milletler kararları Golan Tepeleri'ni Suriye toprağı olarak tanımlamazdı. İsrail için bölgede bir güvenlik sorunu ve tehdit algılaması olduğu doğrudur. Bu tehdidin ortadan kaldırılması ve İsrail'in güvenliğinin güçlendirilmesi ancak kalıcı bir barış anlaşması ile mümkündür. İsrail Golan Tepeleri'ni kendi güvenliği açısından stratejik konumda görse de güvenliğini işgal ve ilhak ile sağlayamaz. Bu yaklaşım kuvvet kullanma yolu ile sorunların çözümü demektir. Böyle bir çözümün kalıcı olmadığını insanlık tarihi göstermiştir. Nesiller sonra da olsa, kin ve nefret tohumları eken saldırgan ve yayılmacı davranışlar bedel ödeten sonuçlar doğurmuştur.

Öte yandan, Golan tepeleri su kaynakları bakımından da çok önemlidir. İsrail, kullandığı suyun önemli bir kısmını işgal altında tuttuğu Golan bölgesinden elde etmektedir. Ayrıca, Golan Şam’ı görebilecek bir noktada bulunması ve etrafındaki düzlükleri düşündüğümüzde avantajlı bir coğrafi konumda bulunması nedeniyle de önemlidir. İsrail’in Golan’da petrol arama faaliyetleri yürüttüğü ve orada bir kayak merkezine sahip olduğunu da bu vesileyle not edelim.

Amuran: İsrail jetlerinin Gazze’yi bombardıman altına aldığı dakikalarda ABD Başkanı Donald Trump’ın Golan Tepeleriyle ilgili kararnameyi imzalaması bir rastlantı mıdır yoksa Ortadoğu’nun yeniden dizayn edilmesinde döşenen paket taşlarından biri midir?

Çeviköz: Ortadoğu'nun kalıcı bir barışa ihtiyacı var. Böyle bir barışı sağlamak için Ortadoğu'da sadece İsrail'in değil tüm bölge ülkelerinin güvenliğini gözeten yaklaşımlara ihtiyaç var. ABD Başkanı Donald Trump'ın bir süredir Ortadoğu ile ilgili bir barış planının hazırlığı içinde olduğu, bunun ayrıntılarının ise gizli tutulduğu söyleniyor. Ancak böyle bir planın bölgedeki sorunlara eşitlikçi bir anlayışla çözüm getireceği izlenimini engelleyen adımlar da atılmaya devam ediyor. Bu yaklaşımın sürmesi halinde maalesef kalıcı barışa ulaşmak mümkün olmayacaktır. ABD'nin Kudüs'ü İsrail'in başkenti olarak tanıması, Golan Tepeleri üzerinde İsrail'in egemenliğini tanıyarak Suriye'nin toprak bütünlüğünün, uluslararası hukuka aykırı bir şekilde ihlal edilmesini onaylaması bu adımların başında geliyor. Ortadoğu'da kalıcı barış ancak güvenlik ve işbirliğini tüm bölge için yaygınlaştıran ve bölge ülkelerinin tümünün katılımıyla kurulan bir ortak anlayış ile sağlanabilir. CHP'nin bu konuda Ortadoğu Barış ve İşbirliği Teşkilatı (OBİT) önerisi aslında böyle bir altyapının hazırlanması için ilk adımı oluşturacak niteliktedir. Biz bölgenin sorunlarına, bölgesel sahiplenme anlayışıyla yaklaşalım istiyoruz.

Amuran: Bu süreçte Türkiye’nin hem kendi güvenliği için hem de Ortadoğu’nun istikrara kavuşabilmesi adına, alması gereken en önemli karar ne olmalı?

Çeviköz: Türkiye diplomasiye olan güveni pekiştiren, sorunların çözümüne kuvvet kullanmayla ya da kuvvet kullanma tehdidiyle yaklaşmayan bir dış politika anlayışını yeniden hayata geçirdiği takdirde hem kendi güvenliği için hem Ortadoğu'nun istikrarı için en önemli adımı atmış olacaktır. Bizim bölge ülkeleri ile olan ilişkilerimizi kesintiye uğratmak ya da seviyesini düşürmek gibi bir politikamız olamaz. Kahire, Tel Aviv, Şam gibi bölgenin en önemli ülkelerinin başkentlerinde Büyükelçi bulundurmazsanız, Filistin konusu ile ilgili yüksek perdeden konuşup da Filistin nezdinde görev yapan Kudüs Başkonsolosunuzu görevine gönderemezseniz bölgede topal bir diplomasi uyguladığınızı gösterirsiniz. Bu bir dış politika zafiyetidir. Böyle bir zafiyet size karşı olan çevrelerin işine yarar ve durumu onların lehine avantaja dönüştürür. Doğu Akdeniz'deki enerji denkleminde Türkiye'yi sürekli olarak devre dışı bırakmaya yönelik hazırlıkların artmasının başlıca sebebi budur. Ortadoğu ve Doğu Akdeniz politikaları Türkiye'siz düşünülemez. Ancak Türkiye böyle düşünülmesi için elinden geleni yapmaktadır. Bölgesindeki sorunlarda heveskâr bir şekilde taraf olan bir ülkenin sorun çözme ve gerginlik yatıştırma kapasitesi düşer. Değişmesi gereken budur.

Amuran: Ülkemizden başlayarak çevremizde kısa bir ufuk turu yapalım istedik. Şu anda itirazlar nedeniyle yoğun bir çalışma içindesiniz. Buna rağmen bize vakit ayırdınız. Çok teşekkür ederiz.

Çerviköz: Ben teşekkür ederim.

Nurzen Amuran

Odatv.com

AKP kendi adaylarına konuşma fırsatı dahi vermedi - Resim : 1

Nurzen Amuran odatv arşiv