AKP ilk kez o destek olmadan sandığa gidiyor

AKP, en azından şu an itibarıyla Kasım 2002’den bu yana ilk kez, arkasında dünyaya nizam veren büyük güçlerin, küresel mali sermayenin net ve bütüncül desteği olmadan sandığa gidiyor...

Nisan ayı içerisinde yapılacak Anayasa değişikliği referandumunda “evet” mi yoksa “hayır” mı çıkacak? Halkın, tercihini belirlerken en çok dikkat edeceği konulardan birisi de referandum sonuçlarının zaten çok zor durumda olan ekonomiyi nasıl etkileyeceği.

Siyaset kurumu tarafından önlerine başka bir ekonomik politika seçeneği konmadığı için, dışarıdan para girişi kesilirse ekonominin duracağının herkes farkında. Doğal olarak da ülkemize borç para vererek, ekonominin çarklarının öyle ya da böyle dönmesini sağlayacağını düşündükleri uluslararası mali sermayenin ve ardındaki emperyalist ülkelerin Anayasa değişikliği konusunda ne düşündüğünü merak ediyorlar. Fitch ne dedi, S&P ne yaptı, Dolar/TL ne oldu, yakından takip ediyorlar. Televizyonlarda konuşan piyasacıların verdiği mesajları dikkatle izliyorlar.

Toplumun bu ilgisi evet ve hayır yanlısı partileri de etkiliyor. Evet yanlıları piyasanın “istikrar” isteyeceğini düşünüyorlar. İstikrarı getirecek şey ise kolay ve hızlı karar almayı ve uygulamaya koymayı sağlayacağını söyledikleri güçlü başkanlık. Tabii ki hızlı karar alıp uygulamak tek başına bir anlam taşımıyor. Alınacak, uygulanacak kararların borç verecek olanların beklentilerini karşılıyor olması gerekiyor. Bu yüzden de, bir yandan faiz lobisi ve finansal terörden, saldırıdan bahsedip yaşanan ekonomik krizin siyasi sorumluluğu küresel finans güçlerine, ABD ve AB’ye yüklerken diğer yandan aynı kesimlere, referandumda evet çıkmasının ardından hızla atılacak adımlarla ilişkilerin yeniden yoluna konulacağı mesajını veriyorlar. Bu arada da boş durmuyorlar, her gün yeni teşvik paketleri açıklayıp, yatırım vaadinde bulunarak toplumun ekonomiye ilişkin görüş ve beklentilerini olumlu yönde etkilemeye çalışıyorlar. (http://www.dunya.com/ekonomi/simsek-reformlar-ekonominin-temellerini-guclendirecek-haberi-347496)

ZORUNLU BES KESİNTİLERİNE KARŞI AKTİF BİR TAVIR ALMIYORLAR

Hayırcı kesimin parlamentoda temsil edilen kısmının fikri ise bunun tam tersi. 2007 sonrası özellikle sermayeye verilecek hukuki garantiler ve küreselleşmeci neo-liberalizmin Anayasal güvenceye kavuşturulmasına ilişkin girişimlerin, parlamento içi muhalefetin (CHP, MHP ve HDP) onay vermesine karşın bizzat iktidar kanadı tarafından engellendiğini, bu durumun AKP yönetiminin neo-liberal küreselleşmeciliğe, batı “değerlerine” bağlılığı konusunda ciddi kaygılar oluşturduğunu düşünüyorlar. (https://t24.com.tr/haber/chpli-boke-statukonun-bekcisi-olmus-akpden-reform-beklemek-hayal,320073)

Ekonomiye ilişkin eleştirilerini, anayasada yapılan değişikliklerin ülkemize yeni fon/borç girişlerini engelleyeceğini, bu durumun ekonomiye etkisinin olumsuz olacağını söylemekle sınırlı tutuyorlar. “Evetci” kesim’ gibi onlar da, uluslararası mali sermaye ve arkasındaki güçlere güven vermeye çalışıyorlar. Bu yüzden olsa gerek, ne fahiş ücretli "yap işlet devret"lere, ne sağlıkta ve ulaşımda yapılan zamlara, halkı soyan serbest piyasacı uygulamalara ne de vatandaşın zaten az alan ücretinden kesilerek sermaye kesimine çerez yapılacak zorunlu BES kesintilerine karşı aktif bir tavır almıyorlar.

Küresel mali sermaye ve hegemon güçlere güven verme konusunda kimin daha başarılı olduğunu söylemek şu an itibarıyla pek de kolay değil. Yaklaşık 6 ay öncesine kadar nispeten kolayca verilebilecek bu yanıt, neo-liberal küreselleşmeci dünya düzeni konusundaki eleştirilerini yüksek sesle ifade eden Trump’ın ABD Başkanı olması sonrası oldukça zorlaşmış görünüyor. Önümüzdeki dönemde Avrupa Birliğinin merkez ülkelerinde yapılacak seçimlerde, Trump benzeri neo-liberalizm karşıtı partilerin güç kazanma olasılığı bu belirsizliği daha da artıyor.

Neo-liberal küreselleşmeci dünya düzeninin inşası konusunda yaklaşık 45 yıldır birlikte çalışan, sisteme direnenleri ekonomik yaptırımlarla, turuncu devrimlerle, olmadı doğrudan askeri müdahalelerle “yola getiren” uluslararası mali sermaye ve emperyalist ülkelerin birlikteliğinin bozulmaya başladığına ilişkin sinyaller oldukça güçlenmiş durumda.

ARTIK KAMUOYU ÖNÜNDE TARTIŞIYOR

Göründüğü, basına yansıdığı kadarıyla eskiden kapalı kapılar ardında kozunu paylaşıp, çektirilen aile fotoğraflarında birlik beraberlik mesajları veren, birbirlerine Bill, Tony, Angela diye hitap eden ve kendilerini “uluslararası toplum” diye adlandıran neo-liberal cephe, 2008 krizi sonrasında savundukları sistem kendi ülkelerini/vatandaşlarını da vurunca birbirlerini suçlamaya başladılar. Artık kamuoyu önünde tartışıyor, son 40 yılda birlikte kirlettikleri, milyonlarca cana, ekonomik yıkımlara mal olan çamaşırları ortalığa dökerek birbirlerini eleştiriyorlar.

Trump’ın neo-liberal küreselleşmenin can damarı küresel ticaret ve sermaye akımlarının serbestliği konusundaki ezber bozan olumsuz açıklamaları, Obama-Putin, Obama-Trump, Trump-Merkel, Trump- Theresa May tartışmaları, Çin Devlet Başkanının Davos’da yaptığı neo-liberal küreselleşmeciliği candan savunan açıklamalar kafaları iyiden iyiye karıştırmış durumda. Kim, kimle birlikte, kim neyi savunuyor, kim kimle dost, kim kimle düşman belli değil. Dünyanın geleceğine ilişkin olarak kim nasıl adım atacak, önümüzdeki yıllarda nasıl bir dünya oluşacak kimse net tahminlerde bulunamıyor.

Dünyayı saran bu belirsizlik ortamı, doğal olarak uluslararası mali sermaye ve ardındaki emperyalist ülkelerin Türk halkının onayına sunulan anayasa değişiklikleri hakkında ne düşündüğü sorusunu yanıtlayabilmeyi de oldukça zorlaştırmış durumda.

MAKUL VE MANTIKLI YANITLAR BULMAK GEREKİYOR

Soruyu yanıtlayabilmek için öncelikle, “mevcut neo-liberal küreselleşmeci dünya düzeni projesi devam edecek mi etmeyecek mi, etmeyecek mi? Devam etmesi durumunda neo-liberal küreselleşmeciliğin karar merkezi uzak doğuya mı, Avrupa’ya mı kayacak? AB ve Şangay işbirliği ülkelerinin başat rol üstlendiği yeni bir neo-liberal küreselleşme dönemine mi giriyoruz? Neo-liberalizm savunucusu olmuş Çin ve Trump’a yakın duran Rusya arasındaki ilişkiler önümüzdeki dönemde nasıl şekillenecek? Ya da, piyasacıların öcü gibi korktuğu ‘popülizm’ diyerek gözden düşürmeye çalıştığı, AB gibi bölgesel yapıların parçalandığı, ulus devletlerin ekonomi üzerindeki kontrol ve denetimlerinin arttığı yeni bir dünya düzenine doğru mu gidiyoruz? sorularına (bu soruları artırmak mümkün) makul ve mantıklı yanıtlar bulmak gerekiyor ki, bu şu an itibarıyla ne dünyaya nizam verme iddiasındaki ülkeler ne de kendisini doğrudan etkileyecek bu tartışmaları dışarıdan izlemekle yetinen, çıkarcı siyaset yapma biçiminin sonucu olarak kendi içerisinde çekişmelere mahkum edilmiş ülkemiz açısından çok da kolay değil.

Sonuç olarak AKP, en azından şu an itibarıyla Kasım 2002’den bu yana ilk kez, arkasında dünyaya nizam veren büyük güçlerin, küresel mali sermayenin net ve bütüncül desteği olmadan sandığa gidiyor. Bu tespitin, toplumun bugün ve geleceğe ilişkin ekonomik ve sosyal kaygılarına çare olacağı umudu vermeyen bir hayır kampanyasının başarılı olacağı anlamına gelmediğini ise özellikle vurgulamak gerekiyor.

Ahmet Müfit

Odatv.com

AKP sandık küresel güçler referandum ekonomi finans arşiv