AKP-HDP'nin yeni anayasa oyunu

HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, terörist başının talimatıyla, Frankfurt’ta Haziran 2015 genel seçimlerine parti olarak gireceklerini...

HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, terörist başının talimatıyla, Frankfurt’ta Haziran 2015 genel seçimlerine parti olarak gireceklerini açıklamıştır.

Bilindiği gibi yüzde 10 ülke seçim barajı nedeniyle 2007 ve 2011 seçimlerine Kürt siyasal hareketi bağımsız adaylarla katılmış; seçimi kazanan milletvekilleri Meclis çatısı altında toplandıktan sonra yeniden partilerine katılmışlardır. Böylece seçim barajı hülle ile aşılmıştır.

Selahattin Demirtaş ise, Cumhurbaşkanı adayı olarak katıldığı seçimde yüzde 9.76 oranında oy almıştır. HDP’nin bu oy oranına güvenerek 2015 seçimlerine parti olarak katılacağını düşünmek büyük yanılgıdır. Çünkü yüzde 9.76’lık oyun içinde, CHP ve MHP’nin ortak adayını benimseyemeyen, Başbakan Erdoğan’ın seçimi kazanmasını kesinlikle istemeyen ve Demirtaş’ın da seçimi kazanamayacağından emin olanların oyunun bulunduğunu sağır sultan bile bilmektedir.

Ayrıca Cumhurbaşkanlığı seçimine katılım yine aynı nedenle yüzde 74’te kalmıştır ki, bu oranın artmasının Demirtaş’ın aldığı oyu aşağılara çekeceği açıktır.

Kürt siyasal hareketinin hiçbir seçimde yüzde 6’yı aşamadığı ortadadır. 2007’de bağımsız adaylarla alınan toplam oy oranı yüzde 5’tir. 2011 genel seçimlerinde yine bağımsız adayların aldığı toplam oy oranı ancak yüzde 6’ya ulaşabilmiştir. 2009 yerel seçimlerinde alınan oy yüzde 5.7’de kalmıştır. 2014 yerel seçimlerindeki oy oranı ise yüzde 5,5’tur.

Bu gerçek ve 2015 seçim tahminleri karşısında, seçime parti olarak girileceğinin açıklanması, yeni anayasanın yapılması konusunda siyasal iktidar ile terörist başının anlaşmış olduğu olasılığını akla getirmektedir.

İKİ OLASILIK

Bu anlaşmada iki olasılık karşımıza çıkmaktadır:

Ya seçim barajı değişmeyecek, HDP Meclis dışında kalacak; barajdan kaynaklanan olanakla AKP yeni anayasayı tek başına yapacak çoğunluğa ulaşacaktır. Bu durumda, Kürt açılımında verilen sözler AKP iktidarı tarafından yeni anayasaya yansıtılacaktır.

Bu olasılık ayrıca HDP’lilere, TBMM’nde temsil edilememe bahanesiyle bölgede kendi yasama, yürütme ve yargı organlarını oluşturma, idari, mali, güvenlik yapılanmasını pekiştirme “mazereti” yaratacaktır. Böylece isteklerinin yeni anayasaya girmesi de kolaylaştırılmış olacaktır.

Yani bu olasılıkta, eğer AKP’ye güvenilirse, bir taşla iki kuş vurulmuş olacaktır.

Ya da, baraj HDP’nin de milletvekili çıkarmasına olanak sağlayacak bir orana düşürülecektir. Bu durumda da AKP+HDP milletvekili sayısı yine yeni bir anayasa yapmaya yeteceğinden, RTE’nin ve Kürt siyasal hareketinin isteklerini içeren yeni bir anayasa yapılacaktır.

YENİ ANAYASANIN KAPSAMI

Peki, yeni anayasada yer alması için AKP ve HDP’nin üzerinde anlaştığı konular nelerdir? AKP, daha doğrusu RTE ve HDP yeni anayasada nelerin yapılmasını istemektedir?

Önce HDP’nin isteklerine bakalım. Bunu, Meclis gizli oturumunda Kürt siyasal hareketinin dile getirdiği istekler ortaya koymaktadır. Bilindiği gibi CHP Sakarya milletvekili bu istekleri 6 başlıkta açıklamıştır. Nedir bu istekler? Özetle; Türkiye'nin 25 eyalete bölünmesi, eyalet başkanlarının TBMM'ye getirilmesi, özerklik verilmesi, her eyaletin kendi özerk güvenlik güçlerinin olması ve terörist başının serbest bırakılmasıdır.

Kuşkusuz bu istekler başından beri kamuoyu tarafından yakından izlenmekte ve bilinmektedir. Ama önemli olan bunun, “vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü koruyacağına” yemin etmiş (AY/m.81) milletvekillerinden oluşan; Anayasa’nın ulusal ve üniter devlet yapısını düzenleyen kurallarıyla bağlı TBMM çatısı altında ifade edilebilmiş olmasıdır.

Aslında hiç kuşkusuz istekler bunlarla sınırlı değildir. HDP, her isteklerine peki denildiğinde bir başka istekle karşımıza çıkmaktadırlar. Sanmayın ki, Kürt kimliğinin anayasaya girmesinden, anadilde eğitimden, yurttaşlık ve ulus tanımının değiştirilmesinden vazgeçmişlerdir. Onların sözü zaten alınmıştır ve şimdi istekler bir adım öteye götürülmektedir.

HDP’nin başından beri yeni anayasada yer almasını koşul gördükleri istekleri daha da somutlaştırırsak, bu isteklerin;

- Türk, Türk Bayrağı, Türk Devleti, Türk Milleti kavramlarının anayasadan çıkarılması,

- Kürt kimliğine yeni anayasada yer verilmesi; yani yeni anayasada Türk ile Kürt’ün birlikte anılması,

- “Türk yurttaşı” adının ve tanımının değiştirilmesi,

- Anadilde eğitime olanak sağlanması,

- Ulusal ve üniter devlet yapılanmasından ve ulusal birlikten vazgeçilip, bölgesel özerk yönetime, eyaletlerden oluşan federasyona geçilmesi,

Olduğunu görürüz.

Anayasa’da yer alması zorunlu olan bu istekler dışında terörist başının serbest bırakılıp, siyasal haklarına kavuşturulması da önemli istekler arasında yerini almıştır. Bu konuda da anlaşıldığı yavaş yavaş gün yüzüne çıkmaktadır. KCK Yürütme Konseyi üyesi Murat Karayılaın’ın, PKK’nın 12. Kongresi’ne terörist başının katılacağını söylemesi bu anlaşmaya dayanıyor olsa gerektir.

AKP iktidarı tarafından verilen ödünler karşı tarafı o kadar şımartmıştır ki, artık isteklerin “harfiyen” karşılanmaması durumunda iç savaştan bile söz edebilmektedirler.

ÖZERKLİK İSTEĞİ ALDATMACADIR

Özerklik isteğini toplumun iyi okuması gerekir. Bu isteğin arkasında bağımsızlık yatmaktadır. RTE’nin Eşbaşkanı olduğunu birden çok dile getirdiği Büyük Ortadoğu Projesi’nin hedefinde de bağımsızlık bulunmaktadır. Yani özerklik bağımsızlığa giden yolun ilk adımıdır. Diğeri kendiliğinden gelecektir. Bunun için uluslararası sözleşmelere güvenilmektedir.

“Bütün halkların kendi kaderini tayin hakkına sahip olduğu”, Birleşmiş Milletler “Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme” ile “Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme”nin 1. maddelerinde yazmaktadır. “Avrupa Yerel Yönetimler Şartı”nda da aynı düzenleme bulunmaktadır.

Bu uluslararası sözleşmelerin onaylanmasının uygun bulunmasına ilişkin yasalara konulan çekinceler, çıkarılan yasalarla tek tek hükümsüz kılınmaktadır. Kalanlar da bir yasayla ortadan kaldırılacaktır.

Birgül Ayman Güler’in anlatımıyla, Avrupa Yerel Yönetimler Şartı’na konulan on çekinceden sekizi, zaten AKP’nin çıkardığı yasalarla dolaylı yoldan kaldırılmıştır. Geriye idari denetim ve mali statüyle ilgili iki çekince kalmıştır ki, bunun için anayasanın değişmesi gerekmektedir. (Aydınlık, 21.09.2014)

Başbakan Ahmet Davutoğlu da, Milliyet’ten Serpil Çevikcan’ın sorularını yanıtlarken, “Önümüzdeki günlerde Yerel Yönetimler Şartı’ndaki çekincenin kaldırılması gibi adımlar mı göreceğiz?” sorusu karşılığında, “Aslında biz yerel yönetimlerle ilgili Cumhurbaşkanımızın Başbakanlığı döneminde 2004’te yönetimde reform bağlamında çok geniş bir çalışma yapmıştık… AB Özerklik Şartı’nın muhtevasına bakıldığında onlardan önemli bir kısmının yerine getirildiğini de görürsünüz” deyivermiştir. (Aydınlık, 25.12.2014)

Siyasal iktidar bununla da yetinmemiş, Birleşmiş Milletler’in, yine özerklikten bağımsızlığa gidecek yolu açan ve adları yukarıda yazılı iki uluslararası sözleşmesinin onaylanmasına ilişkin yasalarda (4868 ve 4867 sayılı yasalar) yer alan çekincelerin kaldırılmasına ilişkin yasa teklifini 2010 yılında Meclis Başkanlığı’na vermiştir. (Sayı 2/784)

İşin çarpıcı boyutunu anlayabilmek için Katalonya’da geçtiğimiz aylarda yaşanan olayı unutmamak gerekir. Katalonlara özerklik, eyalet yapılanması yetmemiş, bağımsızlık istemiyle yollara dökülmüşlerdir. İspanya Anayasa Mahkemesi’nin resmi referandum kararını iptal etmesi üzerine, gayri resmi kurulan sandıklardan bağımsızlık kararı çıkmıştır. Şimdi Katalonlar bu sonucu baskı aracı olarak kullanmaya başlamışlardır.

Bizde de özerklik aldatmacasını altında yatan budur. Nitekim daha şimdiden “federasyonla” yetinmediklerini ortaya koymuşlardır. Avrupa Parlamentosu’nca düzenlenen Kürt Kongresi’nde konuşan Selahattin Demirtaş, çok daha gevşek bir birliktelik olan “Konfederasyon” istemini açıkça dile getirmiştir.

PKK’nın “bölge meclisi” diye tanımladığı Demokratik Toplum Kongresi’nin 6 Eylül 2014’de toplanan 7. Olağan Genel Kurultayı’nda bir konuşma yapan Aysel Tuğluk’un,

- “Artık Türk Kürt ilişkisini özgür temelde anayasal ifadeye kavuşturmalıyız.”

- “Bölgelerin ve kimliklerin referandum hakkının tanınmasını istiyoruz.”

- “Çözüm esas olarak toplumun kendini örgütleme hakkına sahip olmasıdır.”

- “Özgür yaşam ve özyönetim gücüne tarihi bir fırsat yakalamışken, kendi kaderimizi tayin etme hakkımızı kullanmamızı kimse engelleyemez” söylemleri amacı açıkça ortaya koymaktadır.

İçişleri Bakanlığı’nın “Kürdistan Özgürlük Partisi”nin kuruluş dilekçesini kabul etmesi; Başbakan Davutoğlu’nun, Anayasa’da eşitlik ilkesi yokmuş ve Kürtler eşit yurttaşlar değilmiş gibi, “eşit yurttaşlık” kavramını kullanması; Diyarbakır’daki Kürtçe eğitim yapacak okula “özel okul” statüsünde izin verilmesi, üzerinde çok iyi düşünülmesi gereken gelişmelerdir.

RTE’NİN İSTEKLERİ

Bunların karşılığında Erdoğan da yeni anayasada,

- RTE usulü başkanlık sistemine geçilmesini,

- Laiklik tanımının değiştirilip, dinin toplumsal ve kamusal yaşama egemen kılınmasını,

- Atatürk ve Devrimlerin anayasadan çıkarılmasını istemekte, bu konularda Kürtlerin desteğini beklemektedir.

Beklenen destek kısa sürede gelmiştir. Terörist başının, “Başkanlık sistemini düşünebiliriz, RTE’nin başkanlığını destekleriz, biz AKP ile bu temelde bir başkanlık ittifakına girebiliriz” sözleri boşuna söylenmemiştir. (Milliyet, 28.02.2013, Namık Durukan; aktaran Yurt, 26.12.2014)

Ayrıca Türkiye Cumhuriyeti’nin laik eksenden çıkarılıp dinci eksene oturtulması Kürtleri zerrece ilgilendirmemektedir. Onları ilgilendiren kendi bölgelerindeki siyasal statüdür. Bu statüyü elde ettikten sonra toplumsal ve kamusal yaşamı kendileri belirleyeceklerdir.

FİİLİ DURUMLA YARATILAN SİYASAL SİSTEM

Aslında Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasal rejimi anayasayı ihlal suçu işlenerek fiilen değiştirilmiştir.

Terörist başının talimatıyla, 14 Temmuz 2011’de “demokratik” kandırmacasıyla “özerklik” ilan edilmiştir.

Siyasal iktidar, Türkiye’nin idari yapılanmasını eyalet sistemine çevirebilmek için bir dizi yasal düzenleme yapmıştır. Kamu Yönetiminin Genel İlkeleri, Büyükşehir Belediyesi Yasası, Kalkınma Ajansları Yasası bunların en önemlilerindendir.

Kalkınma Ajansları Yasası, tam da HDP’nin isteklerine uygun biçimde Türkiye’yi 25 bölgeye ayırmaktadır. Bunun 7’si KCK’nın özerklik ilan ettikleri bölgeleri kapsamaktadır. Çok ilginçtir, bu yasayla kalkınma ajanslarına yurt dışı anlaşma yapma yetkisi bile verilmiştir. Böylece, Kürt bölgelerindeki kalkınma ajanslarının, Irak’ın Kuzeyi ile Suriye’nin Kuzey Doğusu’ndaki Kürt yönetimleri ile anlaşma yapabilmesinin yolu açılmıştır.

Özerklik ilanından sonra Güneydoğu’da yaşananlar, orada adım adım ve fiilen bir Kürt devleti yaratıldığının kanıtlarıdır. KCK’nın meclisi ve yürütme organı vardır. Asayiş gücü oluşturulmuştur ve kimlik kontrolü yapılmaktadır. Vergi örgütü, mahkemeler ve karakollar kurulmuştur. İş, kaymakam ve vali atamasına kadar vardırılmıştır.

Siyasal ve yargısal sorumluluk taşıyanlar olayları yalnızca seyretmektedirler. İçişleri Bakanı’nın süreçte “alan hâkimiyetini kaybettikleri” zamanların olduğunu itiraf ederek, “Kırsalda terör baskısı arttı, şehirlere inmeye, hâkim olmaya başladılar” demesi; PKK’nın Kandil’deki liderlerinden ve KCK Eşbaşkanı Cemil Bayık’ın, AKP’nin Türkiye’nin Güneydoğu ve doğu bölgelerinde kamu düzeninin sağlanması için KCK’dan yardım talep ettiğini iddia etmesi, Devlet’in düşürüldüğü durumu gözler önüne seren kahredici örneklerdir.

Bölücülük fiilen gerçekleştirilmiştir de gericilik ondan geride mi kalmıştır. Kuşkusuz hayır. Laikliğin tanımı, Anayasa Mahkemesi’nin de yardımıyla değiştirilmiş, devletin sosyal, siyasal, ekonomik ve hukuksal yapısı dini kurallarla düzenlenmeye başlanmış; din ve dince kutsal sayılan değerler politikaya alet edilerek siyasal sistem Atatürk Cumhuriyeti’nden İslam Cumhuriyeti’ne dönüştürülmüştür. Anayasa ve Devrim Yasaları yok edilmiştir.

RTE tipi başkanlık rejimine fiilen geçildiğini ise bilmeyen kalmamıştır. RTE Cumhurbaşkanlığı yanında Başbakanlığı ve AKP Genel Başkanlığını sürdürdüğünü eylem ve söylemleriyle ortaya koymaktadır. Cumhurbaşkanlığı’nda “paralel hükümet” oluşturulduğu, Bakanlar Kurulu’nu başkanlığı altında toplantıya çağıracağı açıklanmış; böylece başbakanlık fiilen sona erdirilmiştir.

Yeni anayasa ile yapılmak istenen, gericilik, bölücülük ve başkanlık konularında AKP iktidarında yaratılan fiili durumun anayasal zemine oturtulmasından ibarettir. Bununla sağlanmak istenen amaç ise hukuksal ve siyasal sorumluluktan kurtulmaktır. Ancak bu iktidar, mevcut anayasaya darbe yaparak gerçekleştirdiği fiili durumun sorumluluğundan hiçbir zaman kurtulamayacağını bilmelidir.

YENİ ANAYASA YAPILAMAZ

Ne var ki tüm bunların anayasaya nasıl yansıtılacağı bilinmezliğini sürdürmektedir. Çünkü çok kısa anlatmak gerekirse, varlığı ve meşruiyeti mevcut Anayasa’ya dayalı olan, bu nedenle anayasal kurallarla bağlı bulunan TBMM yeni bir anayasa yapamaz. Çünkü bu Anayasa Meclis’e yeni anayasa yapma yetkisi vermemiş ve bu konudaki yetkisini kesin biçimde sınırlamıştır.

Anayasa’da Meclis’e yalnızca anayasada değişiklik yapma yetkisi verilmiştir. Meclis, Anayasa’nın değiştirilemez kuralları ve ilkeleri dışında tüm maddelerini değiştirilebilir. Buradaki tek sınırlama “değiştirilemez”, hatta “değiştirilmesi teklif bile edilemez” kurallardır.

Nedir bu kurallar? RTE ve Kürt siyasal hareketinin isteklerine karşılık olanları vurgularsak, laiklik, Atatürk milliyetçiliği, Devlet’in “ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü”, Devlet dilinin “Türkçe”, bayrağının “beyaz ay yıldızlı al bayrak”, milli marşının “İstiklal Marşı”, başkentinin “Ankara” olduğudur.

Siyasal iktidar eğer, yetkisi içinde bulunmayan RTE ve HDP’nin isteklerini kabul edip bir anayasa değişikliği yapmaya kalkışırsa, bu anayasal suç olur.

“Bizim siyasal gücümüz var, biz anayasayı takmıyor ve yetkimizi de kendimiz belirliyoruz” denirse, o zaman da bunun adı anayasaya karşı darbe olur ve yapılan anayasa meşru olmaz.

Böyle bir darbe anayasasını önlemenin yolu da, 2015 seçimlerinde RTE ve HDP’ye yeni bir anayasa yapacak gücü vermemekten geçmektedir.

Bülent Serim

Odatv.com

bülent serim yeni anayasa arşiv