Aklımızı başımıza almazsak gökkubbe tepemize çökecek

Soner Yalçın yazdı...

Büyük yazar Marcel Proust, “Albertine Kayıp” kitabında “aklın” önemine işaret eder; “gerçeği kavramak için en uygun, en güçlü araçtır akıl.”

Biz; aklı ve itibarıyla gerçeği kaybeden ülke olduk!

Bilinçdışı sezgicilikle hareket ediyoruz.

Önyargılarımızla hareket ediyoruz.

Etnik kimliklerimizle hareket ediyoruz.

Bu nedenle artık kimse kimsenin acısına ortak olmuyor.

Bu nedenle artık kimse kendi teröristini-kendi canlı bombasını kınamıyor.

Ölen kendi “etnik kimliğinden” olmayınca aldırmaz oluyor; kayıtsız kalıyor.

Bu, barbarların Orta Çağ'ıdır.

Ve kaç kez yazdım; ülke “teşhisi” konusunu; tekrar etmeye gerek var mı? Biliyorsunuz. Yaşıyorsunuz.

Evet. “Tedavi” konusunda ne yapacağımızı ivedilikle konuşma zamanı geldi. Görüyorsunuz; siyasal partiler, günlük tepkisel laf üretmek dışında “seçenek” ortaya koyamıyor!

Peki…

Bizler bu karanlık süreçten nasıl çıkacağız?

Önerim var. Öncelikle…

Ortak iyiliğin simgesi “yurttaş” kimliğini acilen tekrar ortaya çıkarmalıyız.

Bilmem ne tarikata…

Bilmem ne cemaate…

Bilmem ne mezhebe…

Bilmem ne örgüte-partiye…

Ya da bilmem ne etkin kökene aidiyeti değil; ülkesine-ulusuna bağlı yurttaşı tekrar oluşturmalıyız.

Toplumsal ilişkilerin merkezine -herkesin statüsü olan- yurttaş kimliğini koymalıyız.

Kaç parçaya bölünmüş ülkeyi -zenginliği ve yoksulluğu paylaşan- yurttaş kimliğine sarılarak bir arada tutabiliriz; toplumsal ilişkileri ancak böyle düzenleyebiliriz.

Yurttaş, her türlü Efendi'yi yok eder çünkü…

Bireyi özgürleştirir…

KÖKTENCİ PİYASA

Sadece bizde değil; dünyada da öyle: Dünya siyasi tarihi; en az gelişmiş ülkelerden, en gelişmiş ülkelere kadar etnik temelli çatışmalara sahne oluyor!

Bunun sebebi ne?

Sebep, küresel güçlerin ekonomik sistemi olan neoliberalizm/vahşi kapitalizmin daha çok kâr hırsı!

Bu politik iklim; siyasal örgütlenmelerden, siyasal taleplere kadar çok şeyi değiştirdi.

Örneğin… Bunlar, küreselleşme ve liberal söylemlerle birlikte yerel, bölgesel etnik grupların kültürel unsurlarını ön plana çıkararak; ulus devletin vatandaşlık anlayışını ciddi şekilde sarstı.

Yurttaş yerine bireyci zihniyeti inşa etti.

Çünkü…

Bu azgın piyasadan pay alamayan ve yoksullaşanlar ne yapacaktı? Doğal olanı ezilenlerin, bu kanlı pazara baş kaldırmasıydı.

Bu mücadeleyi yapmamaları için, ezilenlere sarılacakları etnisite seçeneği sunuldu.

İletişim teknolojileri kullanılarak “Beni ezen piyasa değil” düşüncesi hakim kılındı.

Ve böylece yoksullar; vahşi kapitalizmin pazarına karşı değil; kendi inancından-kimliğinden olmayan-öteki'ne karşı mücadeleye başladı!

İşte… Yaşadığımız budur. Örnekleri çok:

– AKP, IŞİD hakkındaki meclis araştırma önergelerini reddediyor.

– Demirtaş, canlı bomba Kürtleri hedef alınca sesini çıkarıyor.

– FETÖ, darbeye kalkışıyor.

– Nakşiler, Menzilciler devlet kadrolarına adam sokmak için yarışıyor.

Aynı kafalar, “Bizim imam hatipten terörist çıkmaz” diyor!

Oysa. Hepsi aynı kapıya çıkıyor.

Bu “kamplaşma anlayışı” ülkeyi bölüyor! Bakınız…

Bizi PKK bölemez.

Bizi FETÖ bölemez.

Bizi IŞİD bölemez.

Bizi ancak bu örgütleri büyüten, köktenci iktisadi sistem olan vahşi kapitalizm böler/bölüyor.

IŞİD ya da PKK… O canlı bombalar aslında vahşi kapitalizmin müridi-militanı idiler! Bu küreselci hakim ideolojinin sonucudur yaşadığımız etnik savaşlar.

Bu sürdürebilir ortak yaşam değildir.

HERKESİN HERKESLE SAVAŞI

Filozof Kant, ahlakı, her türlü çıkardan vazgeçme olarak tanımladı.

Çıkar değil ödev önemliydi. Ya da sorumluluk diyeyim.

Her yurttaş, -içinde bulunduğu grubun değil- yaşadığı toplumun çıkarını gözeterek adım atmalıydı. Doğruyu ve iyiyi bağdaştıran, insanileştirilmiş bir ilerleme ancak böyle mümkündü.

Oysa ülke aynasında ne görüyoruz:

Sünni Müslümanların partisi AKP…

Alevilerin partisi CHP…

Türk milliyetçilerinin partisi MHP…

Kürtlerin partisi-örgütü HDP-PKK…

Cemaatin yuvası FETÖ…

Aynada görülenleri sıralamayı sürdürebiliriz.

Cumhuriyet'in “çimentosu” yurttaş kimliği böyle yok ettirildi!

Hâlâ… “Üst akıl”ın; yok FETÖ'yü, yok PKK'yı ya da yok IŞİD'i kullandığını-yönettiğini söyleyenler bu oyuna nasıl getirildiklerinin farkında bile değil.

Evet, sizin farkınız nedir? Aynı ayrıştırmayı sürdürüyor musunuz?

Latince bir söz vardır:

“Bellum omnium contra omnes.” Yani…

“Herkesin herkesle savaşı” demek.

Kimlik siyaseti herkesi bu hale getirdi.

Ancak…

Umutsuzluğa kapılmaya gerek yok.

15 Temmuz darbesi en azından hepimizin hepimizle savaşmasına son verme umudunu ortaya çıkardı. Umarım bunu başarabiliriz.

Evet, bunun yolu yurttaşlığa dayalı toplumsallaşmaktan geçer.

Bu, devletin demokratikleşmesinin de önünü açar.

Yoksa…

Başa geleni çabuk öfkelenen tevekkülle karşılayarak…

Bunun kader-yazgı olduğunu söyleyerek…

Sorunlarımızı çözemeyiz.

Kendimizi kandırmayı bırakarak gerçekle barışmalıyız.

Gerçek, ancak ona boyun eğilerek bulunabilir.

YAZININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ

Odatv.com

Aklımızı başımıza almazsak gökkubbe tepemize çökecek - Resim : 1

soner yalçın odatv arşiv