Ahmet Davutoğlu iflah olmuyor

AKP’nin üçüncü iktidar döneminde Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin elinde şekillenen yeni dış politika çizgisi “komşularla sıfır sorun” olarak lanse...

AKP’nin üçüncü iktidar döneminde Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin elinde şekillenen yeni dış politika çizgisi “komşularla sıfır sorun” olarak lanse edildi. “Proaktif” olarak nitelendi. İşler Mısır’da ve Irak’ta olduğu gibi komşuların iç ihtilaflarında taraf olmaya; hatta iç savaşa tutuşan Suriye’de çok karanlık boyutları da olan muhaliflerden yana tavır almaya kadar vardı.

Giderek bu politika iflas edince ‘değerli yalnızlık’ limanına sığındı Başbakan Erdoğan danışmanı Kalın aracılığıyla. Onu takiben Dışişleri Bakanı Davutoğlu da “komşularla sıfır sorun”dan aslında “halklarla sıfır sorun”u kastettiklerini belirtme gereği duydu.

BOŞUNA ZORLAMAYIN, İFLAH OLMAZ BİR ÇİZGİ DÜZELMEZ

Ne zaman ki CHP ana muhalefet olarak dış politikada devreye girdi, AKP şaşırdı ve palas pandıras bir telaşla yalnızlık edebiyatını bırakıp bazı adımlar atmaya başladı. Hükümetin kalemşorları bir yana, rehine durumdaki ana akım medyada da dış politika yazarları iyimser yazılar kaleme aldılar. Milliyet’te Sami Kohen “ ‘Sıfır sorun’ için yeni adımlar” başlıklı makalesinde başarısızlıkların ve sıkıntıların nedenlerini kendince sıraladıktan ve kötü tabloyu ‘nezaketle’ ortaya koyduktan sonra şöyle dedi:

“Nitekim Dışişleri Bakanı dahil, hükümet yetkilileri bunun farkına varmış olacaklar ki, son olarak dış politikayı bir ‘revizyona’ tabi tutmak ve yeni duruma göre bazı ‘ayarlamalar’ yapmak ihtiyacını duymuşlardır.

Şimdi yeni bir yaklaşımla tekrar ‘komşularla sıfır sorun’ politikasına dönmek için birtakım adımlar atılıyor.” (23 Kasım 2013, Milliyet)

Aslı Aydıntaşbaş da “Restorasyon dönemi” başlıklı makalesinde “… Ankara dış politikada usul usul bir ‘toparlanma’ dönemine girdi. ‘Değerli yalnızlık’ yerine, Cengiz Çandar’ın (diplomat Temel İskit’ten ödünç aldığı terimiyle) dış politikada ‘reset’ dönemi başladı. (…) Dışişleri Bakanı Davutoğlu, sessiz sedasız dünyanın çeşitli yerlerine giderek Ankara’nın son dönemde arasının açıldığı ülkelerle arayı düzeltmeye çalışıyor.” diye yazabildi! Aydıntaşbaş, durumu hükümetin dış politikada kriz yönetimi ihtiyacı hissetmesi olarak da değerlendirdi. (24 Kasım 2013, Milliyet)

Tabii, Kohen ve Aydıntaşbaş gibi dış politika analistleri bu yorumları yaparken dış politikadaki Erdoğan-Davutoğlu karakteristiğini ne kadar dikkate aldılar? Alsalar, bu kadar büyük falso verir ler miydi? Onlar yukarıdaki değerlendirmeyi yapar yapmaz Mısır’da ve Irak’ta işler peş peşe tersine dönmeye başladı. Döner, çünkü AKP’nin izlediği güya proaktif dış politika uçuk kaçık ve hayallerle dolu, Türkiye’nin gücünü abartan ve tosladıkça toslamaya elverişli bir iflah olmaz çizgiyi ifade ediyor.

“NE KADAR DÜŞMAN, O KADAR ŞEREF, ŞAN!”

Nilgün Cerrahoğlu’nun Cumhuriyet’teki “Mısır Büyükelçisinin Kovulması ve Değerli Yalnızlık” başlıklı makalesi ise son dönemdeki AKP’nin dış politika çizgisini netlikle ortaya koyuyor. Söz konusu makalede Cerrahoğlu Mussolini’nin ünlü sözünü naklediyor; “Ne kadar düşman, o kadar şeref, şan!”. (24 Kasım 2013, Cumhuriyet)

Başbakan Erdoğan, Putin’le ŞİÖ üzerine ‘esprili’ sohbetinde Türkiye’yi küçük düşürürken Mısır’a ilişkin ‘lakırdı’ da ederek Mısır Hükümetinin Türk Büyükelçisi Botsalı’yı “istenmeyen adam” ilan etmesine ve diplomatik ilişkilerin maslahatgüzarlık düzeyine indirgenmesine neden oldu! Mısır Dışişleri Bakanlığı özetle şu açıklamada bulundu:

“Bu beyanat, yüce Mısır halkının iradesine yönelik meydan okuma, tercihlerini küçümseme ve iç işlerine doğrudan müdahale niteliği taşıyan kabul edilemez bir ısrarın son halkasını teşkil ediyor. (…) Türkiye, uluslararası toplumu Mısır aleyhine tahrik etmeye, ülkede istikrarsızlığa yol açmaya çalışan kuruluşlara yardıma ve Mısır halkının 30 Haziran’da ortaya koyduğu iradeyi küçümsemeye devam etti.” (24 Kasım 2013, Cumhuriyet)

(Tabii onların büyükelçisi de bu kez zorunlu olarak aynı muameleye tabi tutuldu) Güya, CHP heyetinin Mısır’a gitmesinden hemen önce tek yanlı olarak Ankara’ya çağırdığı büyükelçimizi Mısır’a göndererek bir adım atmıştı. Bir ileri, iki geri diye buna denir herhalde! Bir çuval incir böylece berbat edilmiş oldu. Diplomasinin incelikleriyle mesafe almak yerine züccaciye dükkanına girmiş fil gibi davranırsanız olacağı da budur. Acı olan ise, ortaya çıkan sonuçları sadece AKP Hükümeti yaşamıyor, bütün Türkiye yaşıyor…

IRAK’TA DA MISIR GİBİ BİR İLERİ İKİ GERİ!

Başka bir “bir ileri iki geri” durumu da Irak’la ilişkilerde yaşanıyor. Burada da CHP’nin Merkezi Irak’a yaptığı kapsamlı ziyaret sonrasında AKP Hükümeti ilişkilerde normalleşme için güya düğmeye bastı. Başbakan düzeyinde görüşme koşulları olgunlaşırken bir de ne görelim! AKP Hükümeti Kuzey Irak Kürt Bölgesel Yönetimi ile yeniden Bağdat’ı ekarte eden enerji anlaşmaları imzalıyor; Irak Merkezi Hükümetinin yorumladığının dışında Irak Anayasasına yorumlar getiriyor… Ankara açısından yapılması gereken, önce Maliki ile anlaşmak, sonra da üçlü anlaşma için adım atmak. Ancak, Erdoğan-Davutoğlu ikilisi ille ‘proaktif’ müdahalede bulunacak! Yok, önce Kuzey Irak’la anlaşacaklar, sonra bunu Maliki’ye dikte ettirecekler! Varılan sonuç; bugün itibarıyla Irak Merkezi Hükümeti Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın Kuzey Irak’a yapacağı ziyareti engellemek için hava sahasını uçuşa kapattı! Bilindiği gibi bir süre önce de Taner Yıldız’ın Erbil’e inişine izin verilmemiş ve o da gerisin geriye Kayseri’ye inmek zorunda kalmıştı. AKP Hükümeti, Türkiye’yi uluslararası arenada bu kadar ‘madara’ ediyor! Atılan yanlış adımlar Türkiye’nin itibarını ayaklar altına alıyor! Artan enerji ihtiyacını çeşitli kaynaklardan sağlamak isterken, başına bela almamak da gerekiyor. Türkiye’nin Bağdat olmadan baş ağrısız şekilde Kuzey Irak petrol ve doğalgazından yararlanması imkansıza yakındır. Bağdat’a karşı bazı mahfillerden alınan cesaret ve yönlendirmelerle Kuzey Irak’ın hamiliğine girişmek bitmek tükenmek bilmez bir dehlize girmekle eş anlamlıdır.

Öte yandan, AKP Hükümetinin Merkezi Irak Hükümetine karşı izlediği politikadaki en büyük yanlışlarından birisi de maalesef yine mezhepçi bir bakıştan kaynaklanmaktadır. AKP’nin ulusal çıkarlarımıza aykırı bir şekilde Şii Maliki Hükümetine ‘ısınamadığı’ ortadadır. Oysa AKP Hükümeti bu tutumuyla Maliki yönetimindeki Irak’ı ister istemez rekabet içinde olduğu İran’a yaklaştırmaktadır. Halbuki yapılması gereken İran ve Irak Şiileri arasındaki çelişkiyi lehimize çevirmektir. Ne var ki Ortadoğu’daki “Sünni Blok” tavrı AKP Hükümetini Barzani ile ilişkileri merkeze almayı beraberinde getirmektedir (Türkiye’nin laik yaklaşımının egemen olduğu dış politika ise etnisite ve inançları değil, ulusal çıkarları merkeze almayı getiriyordu).

Bu noktada anlaşılamayan bir nokta da AKP Hükümeti açısından; İran’la, Merkezi Irak’la ve Suriye’de PYD ile sorunları olan Barzani yönetiminin elinin Türkiye’ye ne kadar mecbur olduğudur.

(Irak Merkezi Hükümetine göre, Irak’ın neresinde olursa olsun, Anayasanın 11. Maddesine göre bölgenin tek başına petrol veya doğalgaz ihraç etme yetkisi yoktur.

Barzani yönetimi ise kendi otoritesindeki topraklardaki doğal kaynakları işletmek ve satmak hakkına Bağdat’a da payını vermek kaydıyla sahip olduğunu düşünüyor.)

İLK DÖNEM AKP’Sİ MUMLA ARANIYOR

Bitirirken, yeniden Aslı Aydıntaşbaş’ın yukarıda sözünü ettiğim makalesine döneceğim. Aydıntaşbaş, Cengiz Çandar’a nazire yaparak soruyor; “Merak ettiğim, dış politikada ‘reset’ yapılıyorsa, tam olarak hangi dış politikaya dönüyoruz? Bir dostumun ifadesiyle ‘Davutoğlu’nun komşularla sıfır sorun politikasına mı, yoksa Abdullah Gül dönemi dış politikasına mı?’”

Yanıtı da şöyle veriyor Aydıntaşbaş:

“Bu durumda rasyonel olan ikinci seçenek. Rotayı Ak Parti’nin ilk dönemi, yani Abdullah Gül’ün dışişleri bakanlığında istikamete çevirmek lazım. Bu da, Türkiye’yi yeniden Avrupa’ya çapalamak, içeride ‘Batılı’ demokrasi ve insan hakları normlarını yeniden hakim kılmak (…) demek.”

Aylardır bu köşede dile getirdiğimiz ve Erdoğan-Davutoğlu ikilisiyle Yakış-Babacan-Gül’ün dış politikasının bile taban tabana zıt olduğunu ifade eden yaklaşımlarımızı Aydıntaşbaş’ın satırlarında da güçlü bir şekilde görmeyi nasıl okuyalım, bilmiyorum… Ancak, bildiğim tek şey bu iflah olmaz dış politikanın AKP Grubunda da artık kolay kolay hazmedilemeyeceği…

İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu da geçenlerde Cumhuriyet’ten Duygu Güvenç’e verdiği mülakatta Mısır’da olsun Suriye’de olsun AKP Hükümetiyle ters düşmeyi sürdürdü. Ters düşmek derken, tabii kastettiğimiz İhsanoğlu’nun gerçekçi çizgide durması, buna karşılık AKP Hükümetinin gerçekçilikten, ulusal çıkarlardan ve diplomasinin gereklerinden uzak tutumu nedeniyle oluşan makas… İhsanoğlu, Mısır’da demokrasi için takvimin makul bir şekilde yürütüldüğünü düşünüyor ve bu konuda anlayışlı olunması gerektiği kanısında. Suriye’de ise geçiş döneminin BAAS ve Esad’la ad olabileceğini, zaten Cenevre-1’de de bunun teyit edildiğini düşünüyor. (26 Kasım 2013, Cumhuriyet)

İhsanoğlu’nun görüşlerini neden aktarmak istedim? Çünkü, İTT Genel Sekreteri Gezi ve yaşam tarzına müdahale vb. konularda olsun, dış ilişkiler alanında olsun Erdoğan-Gül ikilisi gibi değil, Cumhurbaşkanı Gül gibi düşünüyor. Aralarında bir paralellik görülüyor.

M. Ayhan Kara

Odatv.com

Ahmet Davutoğlu arşiv