ABD KANDİL’İ BOŞALTACAK MI?

Vakur Kayador yazdı

Kürt Açılımı

Bir “Kürt açılımı”dır gidiyor. Toplum sürekli bu konuyla ilgilenmeye zorlanıyor sanki. Hükümetin çok ciddi girişimlerinin ve tasarımlarının olduğu anlatılmaya çalışılıyor, dünyaya yeni bir model sunulacağı belirtiliyor. Bu arada hafta içinde Ankara’da Türkiye, Kuzey Irak ve ABD heyetlerinin toplantısına merkezi Irak’tan bir nota geliyor, bu toplantının Irak’ın bütünlüğünü sarsacağı bildiriliyor. Aslında doğru söze ne denir, biz baştan beri Irak’ın toprak bütünlüğünü savunmuyor muyduk, bizim ulusal çıkarlarımız bunu gerektirmiyor muydu? Ona kuşku yok, elbette bizim çıkarlarımız bu yöndeydi ama ABD’nin çıkarları bu doğrultuda değildi. Sorun da buradaydı işte…Gerçekte Bağdat’tan gelen nota ABD’nin güç kaybının bir başka göstergesiydi ve kendi güdümündeki Bağdat yönetimini de-artık- tam anlamıyla kontrol edemediği anlaşılıyordu.

Açılımla birlikte Kürt halkına verilecek haklardan ve demokratikleşmeden söz ediliyor. Bunlar zaten 1999’da AB uyum yasaları çerçevesinde verilmemiş miydi? Ortada yeni olan ne var? Olağan koşullarda bunlardan rahatsızlık duymak için bir neden de yok elbette. Sorun başka yerde, bu hakların hayata aktarılamamasında… Peki bu neden böyle?..Soru doğru yanıtlandığında sorun ortaya doğru konmuş olacak…Çünkü PKK silahlarını teslim edip çatışmadan vazgeçmiyor. Buna bağlı olarak, Kürt kökenli yurttaşların bir bölümü ayrılık düşüncesini kafasına yerleştiriyor. Çok yanlış biçimde dönemsel koşulların buna uygun olduğunu düşünüyor. Çünkü kanaat önderleri, kendileri emperyalizmin oyununa geldikleri için, çok karmaşık olan konjonktürü doğru değerlendiremiyorlar. Halk da bu insanlardan, etkileniyor ve sorun büyüyor.

Geçen yazımda, ABD’nin Irak’ı terk etmesinden sonra bölgenin ve Kürt özerk yönetiminin güvenliğinin ABD tarafından Türkiye’ye ihale edildiğini öne sürmüştüm.. Bunun en kuvvetli olasılık olduğunu ısrarla iddia ediyorum. ABD’nin–ayrıca- PKK’yı yasallaştırmak ve bir genel af çıkartmak niyeti de olabilir ve bu da kuvvetli bir olasılıktır. Ancak tek amacının bu olduğunu, ardından Kandil’i boşaltma politikasından vazgeçeceğini düşünenler de var. İşte bunun kuvvetli bir olasılık olarak görmüyorum. ABD’nin Kandil’i boşaltmak konusunda kararlı olduğunu kanısındayım..

PKK’nın nedir, ne değildir?

Bütün bu tartışmalar-eninde sonunda-gelip PKK gerçeğine dayanıyor. O nedenle bu örgütün ne olduğunu ortaya koymak ve genel değerlendirmesini yapmakta yarar var. Bu yazıda şu çok önemli nokta üzerinde duralım…PKK nedir; bölge halkının demokratik ve haklarını elde etmek için mücadele eden bir kuruluş mudur, yoksa öncelikli amacı ayrılmak ve Bağımsız Kürdistan’ı kurmak olan bir tedhiş örgütü müdür?...Bunu, çok önemli iki tarihsel durumu ortaya koyarak çalışalım ve örgütün kuruluş zamanlamasına özellikle dikkat edelim.

Bunun için birazcık tarih bilgimizi yoklamamız gerekecek. XIX.yüzyılda ve XX:yüzyılda Cumhuriyet öncesinde on dokuz Kürt ayaklanması görüyoruz. Osmanlı’nın gücünü yitirmesiyle,-haklı olarak- sürekli ihmal edildiklerini düşünen bu insanların karşı çıkışlarını anlamak mümkün. Cumhuriyetin İlanı’ndan sonra yaşanan isyanlar ise, bütünüyle Batılı emperyalist güçlerin kışkırtmalarıyla gerçekleşmişler. Lozan’da Musul konusunda direnç gösteren Türkiye’ye-bir anlamda-“Ayağını denk al, bu konuda inatçı olma” iletileri gönderilmiş. Emperyalizm-ayrılıkçı- şeriatçı üçlüsü Türkiye yurtseverlerinin çok iyi tanıdığı bir sacayağıydı aslında…1950’den sonra bu başkaldırıların kesildiğine tanık oluyoruz. Çünkü Demokrat Parti döneminde, ulusal kalkınma politikaları terk edilmiş, yabancı krediler ve borçlar ülkeye akmaya başlamıştı. Dışa bağımlı kapitalizmin bütünüyle hayata aktarıldığı yıllar yaşanmaktaydı. Bu ortamda yabancı sermaye ve yatırımlar-doğal olarak-en kârlı bölgelere yönelmişti. Marmara en şanslı coğrafya olurken, Ege ve -bir ölçüde- İç Batı Anadolu yatırımlardan sınırlı düzeyde pay alabilmişti. Diğer bölgeler ihmal edilmiş, Kürt kökenli yurttaşların yaşadığı Doğu ve Güneydoğu cazip yatırım alanları olmadıkları için-adeta-yok sayılmışlardı. Bu yıllarda buralarda yoksulluk ve sefalet diz boyu idi ve bu insanlar dışlandıklarını haykırırken-asla-haksız değillerdi. Ancak Türkiye DPT tasarımları uyarınca 1980’li yıllardan sonra bölgeye yatırım yapma kararı almış ve ihmal politikalarından vazgeçtiğini ortaya koymuştu. Burada bir noktaya dikkat çekmekte büyük yarar var. Gerçekten bölgenin yok sayıldığı, sefalete terk edildiği yıllarda bölgede isyan girişimleri olmamıştır. Demokrat Parti gibi ekonomik ve siyasal alanda Batı’nın bütün isteklerini yerine getiren bir hükümeti zora sokmanın anlamı yoktu. Buradan bölgenin en öncelikli sorununun dış dinamikler ve onların provokasyonları olduğu sonucu çıkmıyor mu?

Tam yatırımların başladığı zaman…

Yeniden konumuza dönebiliriz. Türkiye 1982 yılında GAP’ın ihalesini yapmakla bölgede tarımı canlandırmayı, ardından tarıma dayalı sanayi’i ve gerçek sanayi’i geliştirmek amacında olduğunu vurgulamıştı. Böylelikle ülkenin doğu ve batısı ekonomik yönden bütünleşecekti. Bu ekonomik canlılık yoksulluğu ve bütün sorunların birincil kaynağı feodaliteyi aşabilecekti. Dış dinamiklerin bölgede dilediği gibi at oynatması iyice güçleşecekti. Burada gAP’ın daha başka hangi nedenlerle projelendirilmiş olacağına ilişkin tartışmaları bir kenara bırakalım. Bu ayrıca ele alınması gereken bir konu. Gerçi GAP beklenen yararları-halâ-sağlayabilmiş değil. Ancak öyle anlaşılıyor ki bu proje bazı çevreleri çok ciddi biçimde rahatsız etmişti.

PKK’nın kuruluşuna ilişkin de çok karışık, ancak ciddiye alınması gereken iddialar var. Bunlara da şu anda girmek mümkün değil. 1978’de kurulan örgütün Türk siyasal hayatında varlığını hissettirmesi 15 Ağustos 1984’de Eruh kanlı baskını ile gerçekleşmişti. PKK o günden beni Türk siyasal hayatında gündemin birinci maddesidir. Hemen altını çizerek belirtelim. PKK bölgenin ihmal edildiği dönemde değil, tam tersine Türkiye’nin bölgeye yatırım yapma kararı aldığı, ihmal politikasını reddettiği dönemde ortaya çıkmıştır. Ondan sonra bölgeye gönderilen memurlar, mühendisler, doktorlar, öğretmenler katledilmeye başlanmış, iş makineleri yakılır olmuştur.Bölgenin kalkınarak ülkeyle bütünleşmesi.Türkiye’yi parçalamak konusunda kararlı olan Batılıları harekete geçirmiş ve devreye derhal PKK sokulmuştu.

ASALA’nın bitişi ve PKK

İkinci tarihsel gelişme de, zamanlama da hayli ilginç. Bu kez 1973 yılına, Los Angelos’a uzanalım.Bu tarihte elçilik görevlilerimiz Mehmet Baydur ve Bahadır Demir, Ermeni ASALA örgütü tarafından katledilmişlerdir. Ermeni soykırımının tanınması ile başlayan ASALA talepleri tazminat ve toprak isteklerine kadar ulaşacaktı. Bu istekler kimi zaman resmi kimi zaman gayri resmi Ermeni makamlarınca dile getirilecekti. ASALA terör eylemleri, birçok hariciyecimizin ve elçilik görevlimizin yaşamını yitirmesinden sonra, 1984’te Orly Havaalanı baskını ile sona ermişti. Batı kamuoyunun sempatiyle yaklaştığı bir örgütün sivil bir havaalanında çocukları ve kadınları hedef alan bir eylem düzenlemesi aklın alacağı şey değildi. Belli ki Batı için ASALA’nın son kullanım tarihi geçmişti ve intihar ettirilmesi gerekmişti. Zaten bir süre sonra Türk Emniyet birimleri örgütün Lübnan’daki karargâhlarını etkisiz hâle getireceklerdi.

Bunların ilginç ve konumuzla bağlantılı yanı şurası: ASALA terörünün bitmesiyle PKK’nın harekete geçmesi hemen hemen eşzamanlıydı. ASALA Anadolu’da kitlesel tabanı olmadığı için, ihaleyi PKK’ya kaptırmıştı. Başka bir olasılık da,Batı’nın ASALA ve PKK’yı artzamanlı kullanmış olmasıydı.Türkiye’yi parçalama operasyonunun yurtdışı kanadını ASALA üstlenirken,yurtiçi eylemlerde görev PKK’ya verilmiş olabilirdi.Ancak bu daha düşük bir olasılıktı

Bu son derece anlamlı iki zamanlama gerçeği, daha başlangıç noktasında PKK’nın iplerinin kimin elinde olduğunu, göstermiyor mu? Bu gerçekler ışığında, örgütün öncelikli amacının, hatta biricik amacının “ayrılıkçılık” olmadığı söylenebilir mi?.

Bir sonraki yazıda konunun bir başka boyutuna eğilelim, PKK’nın gücünü değerlendirmeye çalışalım.

Dr. Vakur Kayador

Odatv.com

kürtler kandil ABD PKK arşiv