'2015 yılının önemi fark ediliyor mu'

Bu yazı gecikmiş bir yazı değildir. Bir eksikliği gidermek gibi bir iddiası ise hiç yoktur. Hakkında o kadar çok yazı çıktı ki “Ermeni Sorununu...

Bu yazı gecikmiş bir yazı değildir. Bir eksikliği gidermek gibi bir iddiası ise hiç yoktur. Hakkında o kadar çok yazı çıktı ki “Ermeni Sorununu Anlamak” kitabının, bu yazı sadece bir hatırlatma niteliğindedir.

Uluç Gürkan’ın 2011 tarihinde ilk baskısını yapan kitabının, Başbakan’ın “Ermeni taziyesi” içerikli açıklamasından sonra, üstelik soykırım iddialarının 100. yılına az bir zaman kalması nedeniyle hatırlatılması ihtiyacı doğmuştur. Burada kitabın tanıtımından ziyade, kitabın temel dayanağı olan tezler ele alınırsa Başbakan’ın taziyesi ve Ermeni Soykırımı iddialarına karşı, kitabın alt başlığı olan “önyargıları aşmak ve nefretten arınmak” çerçevesinde hareket edilebilir. Eser aslında nehir söyleşi biçiminde hazırlanmış. Söyleşiyi Serdar Palabıyık yapmış. Yalnız bu söyleşi belgelere dayanan bir nitelikte ve eser, Okay Bensoy tarafından hazırlamış. Peki, kitap ne diyor? Dediklerinin önemi nedir?

2015 YILININ ÖNEMİ FARK EDİLİYOR MU?

2015 yılı, Ermeni Soykırımı iddiaları konusunda bir dönüm noktası. Çünkü; özellikle Ermeni Lobisi, “Soykırımın 100. Yılına” özel hazırlıklar yapmakta. Gelecek sene bu aylarda, Türkiye siyaseten ciddi bir uluslararası kıskacın içerisinde bulunacaktır. Bu konuda ülkemizin sistemli çalışma yaptığına dair kamuoyunda bir algı olmadığı açık. Daha doğrusu yapılan çalışma varsa da kamuoyu ile paylaşılmamaktadır. İlginçtir, Uluç Gürkan devletin bu konudaki yetersizliğini bizzat yaşaması üzerine Ermeni sorunu üzerine çalışma yapmaya başlamıştır.

3 DAKİKADA ERMENİ SORUNU ÜZERİNE TEZ İLERİ SÜRMEK

Türkiye kamuoyu, Ermeni Soykırımı iddialarına ilişkin çok karmaşık, dağınık ve sistemsiz bilgiyle doldurulmakta, doğal olarak ileri sürülen savlar üzerine net ve kısa bir görüş sahibi olunamıyor. Bunun Ermeni Lobisi’nin hâkim yapısıyla ilgisi olup olmadığı, ayrıca araştırma gerektiriyor. Çünkü; bu ülkede “soykırım yoktur, olmamıştır” dediğiniz an “faşist, ırkçı” damgasını kendiliğinden yiyorsunuz. Belgeye dayanarak, üstelik temelde hangi din, dil, ırk, mezhepten olursa olsun, 1 insanın saçının teline zarar gelmesi konusunda hassasiyet göstermeniz yetersiz kalıyor.

Ermeni Soykırımı iddialarına karşı 3 dakikalık özetleme için Gürkan’a başvurmak, yerinde bir hamle olacaktır. Kitap temelinde 3 dakikalık bir özet şöyle yapılabilir:

· Hukuki Çerçeve: 1948 tarihli BM Soykırım Sözleşmesi’ne göre; bu suç tüzel kişilere değil, gerçek kişilere yönlenmelidir. “Ermeni Soykırımı vardır” iddialarını savunanlar “Türkler ve/ya Türkiye soykırım yaptı” derken, aslında “nefret suçu” işlemektedir.

· Soykırım Kararını Verecek Yetkili Makam: Soykırım var ya da yok kararını hangi makam verecektir? BM Soykırım Sözleşmesi bunun adresini “yargı organları” olarak göstermiştir. Tarihimizde unuttuğumuz ve “inkılâp tarihi” kitaplarında kopyala-yapıştır biçiminde yer alan eksik-yanlış bildiğimiz Malta Sürgünleri olayı burada karşımıza çıkmaktadır. Sevr Antlaşması’na göre, İttihat ve Terakki yöneticilerinden pek çoğu üç yıla yakın süre “Ermenilerin toplu katliamı” gerekçesiyle Malta’da tutulmuş, Londra’daki İngiliz Kraliyet Başsavcılığı, İngiliz, Osmanlı ve ABD arşivini de araştırarak, “hukuki geçerliliği olan hiçbir katliam/kırım kanıtı bulamamıştır.” Bu nedenle “kovuşturmaya yer olmadığı” hükmünü vererek, Malta sürgünlerini serbest bırakmıştır. Malta Mahkemesi, Yahudi Soykırımı yargılamasının yapıldığı Nürnberg Mahkemesi ile aynı koşullarda çalışmıştır.

· Tehcir Konusu: Tehcir, 1949 tarihli Cenevre Sözleşmelerinin 1977 tarihli Ek 2 Protokolü uyarınca “askeri gereklilik” kapsamında değerlendirilmektedir. 1. Dünya Savaşı koşullarında, Osmanlı Ermenilerinin isyanı ve Osmanlı topraklarını işgal eden Çarlık Rusyası’nın yanında savaşa katılmaları, Van’ı işgal etmeleri “askeri gereklilik” bağlamında değerlendirilmelidir. Yahudi Soykırımı ile Ermeni iddialarını bir tutanların, Almanya’da Yahudilerin ne isyanı ne de silahlı direnişinin olmadığını unutmamaları gerekir.

“24 Nisan’ın bu yılki yıldönümünde Başbakan’ın taziyede bulunmasının nedenleri nelerdir?” Kamuoyu bu sorular üzerine epey tartıştı. Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki taziye dediğimiz kavram için kim, ne ve nerede soruları önemli değildir. Bu nedenle taziyede bulunmanın elbette bir zararı olmadığı gibi, duyguları, acıyı paylaşmak anlamında yararı vardır. Bu taziye hassasiyetinin her alanda, her kesimden insanlara gösterilmesi de ayrı bir gerekliliktir.

“ABD’de, ‘1915 olaylarında ölen Ermenilerin mirasçılarına sigorta şirketlerine dava açma hakkı” veren Federal Temyiz Mahkemesi’nin Aralık 2010’da, bir yıl önce verdiği kararı bozarak aldığı karar ya da Arjantin’de Yargıç Norberto Oyarbide’ın ‘Türkiye 1915-1923 yılları arasında vatandaşı 1,5 milyon Ermeni’yi sistemli bir biçimde yok ederek soykırım suçu işlediğine’ dair kararı soykırımla ilgili uluslararası hukuk kurallarını çiğnemektedir. Evrensel yargı yetkisi, ‘belli bir ülkede işlenmiş olmasına karşın, aslında bütün insanlığa karşı işlenmiş sayılan suçların cezasız kalmasını önlemek için bütün ulusal mahkemelerin yetkisinde bulunan suçların faillerinin, suçun yerine, fail ya da mağdurun vatandaşlığına bakılmaksızın yargılanabilir olması’ anlamındadır. Uluslararası hukuka göre, evrensel yargılama yetkisi hiçbir koşulda soykırım ve savaş suçlarını kapsamamaktadır. 1948 tarihli BM sözleşmesi de uluslararası mahkemelere atıf yapmaktadır. Bu yetki genelde Lahey’deki Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi’ne özelde ise BM’nin belirleyeceği yerel savaş suçları mahkemesindedir.”

“Lahey’deki Uluslararası Adalet Divanı 3 Şubat 2012’de Türkiye’yi ilgilendiren çok önemli bir karara imza atmıştır. Almanya, İtalya yerel mahkemelerinde alınan II. Dünya Savaşı sırasında ‘insanlığa karşı işlenen suçlar’ nedeniyle açılan davaların hukuka aykırı olduğunu iddia ederek Divan’a başvuruda bulunmuştur. Divan, Almanya’yı haklı bulmuş ve ‘insanlığa karşı işlenen suçlarda bir devletin eyleminin farklı bir devletin yerel mahkemesinde görüşülemeyeceğine’ hükmetmiştir.” Bu kararın, uluslararası alanda Türkiye açısından önemi büyüktür. Benzer biçimde başka bir karar daha var: “Avrupa Ermeni Derneği ile iki Ermeni kökenli Fransız vatandaşı 10-11 Aralık 1999’da Helsinki’de Türkiye’ye karşı aday üyelik statüsü verilmesi nedeniyle Avrupa Adalet Divanı’nda, Avrupa Birliği Konseyi aleyhine dava açmışlardır. Ermeni Soykırımı tanınmadan Türkiye’ye aday statüsü verilmesini AB hukukuna aykırı olduğunu iddia etmiş, Avrupa Parlamentosu’nun 18 Haziran 1987 tarihli kararıyla Türkiye’nin AB üyeliğinin ‘Ermeni Soykırımı’nı tanıma koşuluna bağladığını’ hatırlatmış ve bu nedenle zarara uğradıklarını söyleyerek tazminat talep etmişlerdir. Divan’da, İlk Derece Mahkemesi 17 Aralık 2003 tarihli kararıyla temyiz sonucunda Dördüncü Derece Mahkemesi 17 Nisan 2004 tarihli kararıyla reddetmiştir. Kararda ‘Avrupa Parlamentosu kararlarının siyasi nitelik taşıdığı, hukuki alanda hiçbir geçerliliği olmadığı’ belirtilmiştir. Karar AB üyesi ülkeleri bağlamaktadır ve emsal niteliğindedir.”

İÇ HUKUKTA YARGILAMALAR YAPILMIŞTIR

Divan-ı Harb-i Örfi adıyla kurulan askeri nitelikteki mahkemeler, tehcir sırasında ihmali olanların yargılanmasını öngörmüştür. İttihat ve Terakki’nin etkinliğinin tam kırılmadığı dönemde, Padişah Vahdettin ve Hükümetler, suçu İttihat ve Terakki’ye yıkarak hem ortamı yumuşatmak hem de İttihat ve Terakki etkinliğini kırmak amacıyla buna sıcak bakmıştır. Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey, tehcir esnasında ölümlere sebebiyet verdiği gerekçesiyle Yozgat İstinaf Mahkemesi’nde yargılanmış ve suçsuz bulunmuştur. Buna rağmen tekrar yargılanarak Uluç Gürkan’a göre bir hukuk skandalına neden olunmuştur. Hatta, adil bir yargılama olacağını belirten Hâkim Hayret Paşa, idam isteyen başta Sadrazam Damat Ferit Paşa’nın baskılarına dayanamayarak görevi bırakmak zorunda kalmış, yerine gelen (Nemrut) Mustafa Paşa, üstüne düşeni yapıp, idam kararını vermiştir.

İstanbul’daki mahkeme Enver, Talat ve Cemal için (Mustafa Kemal için de ilerleyen zamanda idam isteyen mahkeme) de idam kararı vermiştir. Bu mahkeme haricinde, genellikle göz ardı edilen olay, 1915-1916 yıllarında İttihat ve Terakki dönemi yargılamalarıdır. 28 Eylül 1915 tarihli İçişleri Bakanı Talât Paşa’nın tezkeresi ile Hükümet, soruşturma komisyonları kurma kararı almıştır. Kararda, sevk ve iskânda yasa dışı yollara sapanların Divan-ı Harb’e verileceği belirtilmiştir. Çok sayıda sancak tespit edilerek, üç heyetin yollanması da kararda yer almıştır. Tehcir bölgelerindeki araştırmalar, soruşturma komisyonlarının verdiği raporlar üzerine 1673 kişi tutuklu yargılanmıştır. Bunlardan 528’i güvenlik, 170’i kamu görevlisiyken, 975’i halktandır. 1916 yılına kadar Divan-ı Harblerde yargılananlara ilişkin verilen kararlar şöyledir: 67 ölüm, 524 hapis, 68 kürek, para, kale hapsi, pranga ve sürgün, 227 beraat ve yargılama reddi cezalarıdır.

Ali Mert Taşçıer

Odatv.com

Ermeni sorunu 2015 recep tayyip erdoğan arşiv