1 Mayıs’ı, ha Taksim’de kutladın, ha Maksim’de

Ey sevgili sosyal-demokratlar… Sözüm; suya yazılan yazı, rüzgâra söylenen şarkı değil… Sözüm, doğrudan doğruya sizlere! İki gün sonra 1 Mayıs… Bir...

Ey sevgili sosyal-demokratlar… Sözüm; suya yazılan yazı, rüzgâra söylenen şarkı değil… Sözüm, doğrudan doğruya sizlere!

İki gün sonra 1 Mayıs… Bir kısmınız Taksim’e – Kadıköy’e ya da başka meydanlara yürümeyi deneyeceksiniz. Tomalar, gazlar, sular, plastik mermiler…

Sonra yazılıp çizilecek… Ahlar, vahlar… Devran yine dönecek.

Eksik nerede biliyor musunuz?

Siz, İşçi Sınıfı’nı unuttunuz.

Mavi yakalı işçileri kaybettiniz… Beyaz yakalı işçilerin ise farkına bile varamadınız.

Hiç sordunuz mu kendi kendinize - CHP, acaba neden bir türlü başarılı olamıyor diye… Nedeni gayet açık:

Örgütlü işçi sınıfına dayanmaktan vazgeçtiğiniz için başarılı olamıyorsunuz… NEO-LİBERAL diye adlandırılan anglo-sakson kapitalizmi’ne siz de TESLİM OLDUNUZ!.. Merkez Sağ’ın paralelinde bir sosyal-demokratlık oluşturdunuz.

İşte bu yüzden başarılı olamıyorsunuz!

SOL VE İŞÇİ SINIFI’IN HAREKETİ ZEHİRLENDİ!

Türkiye’deki sendikal hareketin gerilemesine gerekçe olarak hep 12 Eylül 1980 darbesinin işçi sınıfı üzerindeki fizikî tasallutu gösterildi. Kötüye gidiş, 24 Ocak kararları ile uygulanmaya başlayan gelişmelerin 'emek piyasası’nı radikal bir biçimde dönüştürmesine bağlandı.

Deregülasyon… Özelleştirmeler… Kayıtdışının artışı… Tamam da…

Sendikal hareketin gerilemesi, sadece bu faktörlerle izah edilemez.

Çünkü, evrensel değerler üzerinden mücadele vermesi gerekenler, marjinalleşti…

Siz, ulusal alternatif olmayla yetindiniz. Emek’ten koptunuz.

İşte asıl darbeyi vuran da bu oldu.

Rakamlara bir bakalım:

Aslında, bizzat Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı tarafından açıklanan iş kollarındaki işçi sayıları ve sendikaların üye sayılarına ilişkin istatistikler, her şeyi anlatıyor. Bakan, Temmuz 2013 itibariyle 11 milyon 628 bin 806 işçiden 1 milyon 32 bin 166 işçinin sendikalı olduğunu, Ocak 2014 tarihi itibariyle ise bu rakamın 1 milyon 96 bin 540 olduğunu belirtti.

Yani, diğer bir deyişle işçinin sadece ve sadece yüzde 10 kadarı sendikalı.

SINIF POLİTİKASI’NIN YERİNE KİMLİK POLİTİKASI YEMLEMESİ

Bu arada, sınıf politikası ile hiçbir ilgisi olmayan AKP, kimlik politikasına yöneldi. – İslâmiyet’i kullandı… Diğer iki muhalefet partisi de, etnisiteye takılı kaldı.

Sosyal-demokrat kitleler de, sendikaların yerine, çevreymiş-kadın haklarıymış gibi öznel değerleri savunan sivil toplum kuruluşlarından medet ummaya başladılar.

İş giderek sulandırıldı.

Beyler-Bayanlar… II. Dünya Savaşı’ndan bugüne, mavi yakalı işçilerin ücretleri ve satın alma güçleri düşüyor. Merak etmeyin, beyaz yakalılar da 40’ını geçer geçmez emekli ediliyor… Emekli maaşına kalıyor.

Bu arada, sermayenin kârlılık oranı ise artıyor. Kapitalizmin bulduğu çözüm son derece basit: Özel kredi borçlanmaları ile tüketim talebi oluşturan bir orta sınıf yaratılması… Bunda da başarılı oluyor.

Gelelim sadede: Ey Sevgili sosyal-demokratlar… 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamak için ısrardan daha da önemlisi, bu kutlamanın içinin ve geleceğinin nasıl doldurulacağı meselesidir.

CHP, mavi ve beyaz yakalı kol ve fikir işçilerinin sınıf mücadelelerinin tarafı olmadıkça, aldığı yüzde 25 oy oranına hiç şaşırmamak gerekir.

İster Taksim, ister Maksim… Eğer kafaları değişmezse, bir zamanlar Avrupalı sosyal-demokratlar için yapılan bir espri, bizimkilere tam uygun düşecektir:

‘Kimi zaman hata yapmak, insanlara özgü… Her zaman hataya düşmek ise sadece sosyal-demokratlara özgü bir özelliktir.’

İNTERAKTİF SOHBETLER

Misafir - kargidan6761: Başbakan her kim olursa olsun, atılması gereken bir adımdı.

Misafir – Çetin: Sayın Dostum, temelde ben de bu yazdıklarınızdan çok farklı bir şey söylemiyorum.

Misafir - Mustafa Inceefe: Teşekkür ederim. Yanlış anlaşılmalara yol açmamak için, izninizle bazı noktaları vurgulayayım: AKP ve RTE, bu aşamada hiç önemli değil. Bu kurumu ve bu şahsı ne kadar eleştirdiğimi biliyorsunuzdur… Böyle bir çıkış, kendisine empoze de edilmiş olabilir, burası başka bir tartışma konusudur. Son kertede biraz sertsiniz. Sorumlu olmayan, Türkiye Cumhuriyeti’dir. Bana göre Osmanlı da İttihatçılar da elbette sorumludur. Önemli olan takınılması gereken rasyonel tavırdır. Parasal talep ile ilgili polemikler uzar gider…

Misafir – ET: Tabii ki yok… Önemli olan, Türkiye Cumhuriyeti’ni töhmet altında bırakmadan neyi nasıl gündeme taşıyabileceğimiz konusunda fikir birliğine varmamızdır.

keriziz ya biz: İstesek de istemesek de, Osmanlı’nın takındığı tavrı irdelemek zorunda kalacağız diye düşünüyorum.

Misafir - manifesto123: Dilerim, bunu da kullanmaya kalkmaz…

1897Basel: Sevgili Dostum, bu kadar önyargılı ve niyeti tartışılır bir yorum epeydir görmemiştim… Darılmayın ama - ben ilkokul talebesiysem, siz de herhalde anaokulundan belgeli olmalısınız… Yazdıklarıma katılmayabilirsiniz, olabilir. Ama beklenen, işi şahsî karalamaya değil, sizce doğru olanları paylaşmanızdır.

Misafir – can: TerbiyeNE hayran oldum… Tesellim, SENİN türünde pek fazla kalmamış olması AYMIŞ adam!..

Muon: Son derece yerinde bir analiz… Sağolun.

Usak: İlginç bir yaklaşım…

METEden: Herhalde işin parasal tarafını konuşmazlar, ama katledilen Türkler konusu da mutlaka gündeme gelecektir.

Misafir - hanefi-maturidi: Dilerim artık görülmez…

Misafir - Yurtsever Demokrat: Yapmayın… AKP’yi de, ABD ve CIA’i de geneldeki bir değerlendirmede yerli yerlerine oturturuz... Ben, sadece Ermeni Meselesi özelini incelemeye çalıştım… Bu artık oy kullanmama kararınızı da, umarım bir kere daha gözden geçirirsiniz…

Misafir – DEMİRDAĞ: Samimiyetine inanmamız gerekmiyor. Bence, önemli TC için yararlı bir stratejik manevra olması.

Misafir – mİSAFİR: Uyanık olalım olmasına da, bu kradar öküz altında buzağı aramayalım.

Misafir - usta Türk: Gerekir… Ama zor gerçekleşir…

Misafir – kazako: Peki, öyle diyelim…

Misafir – kas: Diyoruz demesine de, korkarım pek etkili olamıyor.

Halit Kakınç

Odatv.com

taksim 1 mayıs arşiv