TSK’NIN TAVRINI TÜRBAN MI BELİRLEDİ

İktidar da, medya da TSK komuta kademesinin Çankaya Köşkü’ndeki 29 Ekim resepsiyonuna katılmamasını getirip, “türban”a bağladı. Sağanak şeklindeki...

İktidar da, medya da TSK komuta kademesinin Çankaya Köşkü’ndeki 29 Ekim resepsiyonuna katılmamasını getirip, “türban”a bağladı. Sağanak şeklindeki eleştirilerle, halk indinde TSK bir kez daha “inanç” sorgulamasına tabi tutuluyor. Anladıklarımız ve anlatılanlar acaba doğru mu?

Evvela Çankaya Köşkü’ndeki resepsiyonun bir son sahnesine gidelim. Cumhurbaşkanı’nı görmeden ayrılmak istemeyen BDP’liler, Gül’ün yanına gider ve hoşbeşten sonra aralarında şöyle bir konuşma geçer:

“…Ama üniversitelerde Kürtçe için kürsümüz yok”

Gül: “Bakın bu konuları artık konuşabiliyoruz. Eskiden konuşulmazdı, özgüvenimizle, diyalogla, birlikte konuşarak her sorunu hallederiz. Ancak şiddet, kan ve ölüm olur’u olmaz yapıyor…”



Sırrı Sakık: “Sizin Meclis konuşmanız çok güzeldi”

Gül: “Ben konuşmamı kendim yazarım. Bu kadar uzun süre biriktirdik”

Şimdi bu sahnenin bir de Genelkurmay Başkanı Orgeneral Koşaner ve BDP’liler arasında yaşandığını düşünün. Bunu ilk kez Yeniçağ’dan Behiç Kılıç büyüğümüz dillendirdi, biz biraz daha açalım…

BDP’liler, ellerinin altında buldukları komutanları görmeden resepsiyondan ayrılmayıp, yanlarına giderek, “Kürtçe eğitim” talebini dillendirse… Hatta, “Operasyonları durdurun… Gerillalar ölmez, Kürdistan bölünmez” dese veya Baydemir ya da Ayna gibi küfür sallasalar, ne olurdu? BDP’lileri kim durdurabilir, Komutanlar ne diyebilirdi?

Birileri ısrarla kendilerini aldatıp, Komutanların, TBMM’nin açılış törenine gelmesini, “BDP boykotu bitti” zannetti… Sonra da TBMM resepsiyonu veya 29 Ekim resepsiyonuna katılmamalarına şaştı!.. Binlerce şehit vermiş bir kurumun Komutanlarının, örgütün sözcülüğünü yapanlarla yüz yüze gelip, konuşma mecburiyetinde kalacakları bir ortamda bulunmamaya kararlı olduğunu acaba ne zaman anlayacaklar?

RESEPSİYON ÖNCESİNE DİKKAT

Gül’ün geçmişteki, “2. Cumhuriyet tartışmaların olumlu buluyorum… Cumhuriyetin sonu geldi…” sözlerinin geçerliliğinin kalmadığını varsayalım. Ya Cumhurbaşkanlığına oturduktan sonra, “Kürt açılımı”nı başlatıp, “Biz çözmezsek, gelir başkaları çözer” demesi, “Kürdistan”ı tanıması, “Norşin” açılımıyla Said-i Nursi anmalarını ve Dersim isyanının elebaşının heykelinin dikilmesini tetiklemesi hemen unutulabilir mi?

Hadi bunlar da unutulmuş olsun… Resepsiyon öncesindeki son 1 haftada yaşananlar dikkate alınmamış olabilir mi?.. Neler mi?

Mesela, 24 Ekim Pazar günü PKK’nın Kandil’deki yöneticilerinden Duran Kalkan’ın, referandum sürecindeki eylemsizlik kararının, “çift taraflı mutabakat sonucu gerçekleştiğini ve kendilerine 6 konuda taahhüt verildiğini” açıklaması… Bu iddiaya, ne devletten (Başbakan Erdoğan görüşmeleri kendilerinin değil, devletin yaptığını söylemişti ya), ne AKP’den herhangi bir yalanlama gelmemesi.

25 Ekim Pazartesi günü Genelkurmay karargahında “fuhuş ve casusluk” araması yapılırken, Başkomutan Cumhurbaşkanı Gül Mardin Artuklu Üniversitesi’nin öğretim yılı açılış törenine katılması… Burasının özelliği şu; Anayasa’ya aykırı olarak, aynen türbanın üniversitelerde serbest bırakılması gibi, arkadan dolanarak “Kürtçe” bölümü açıldı. Cumhurbaşkanı da oraya giderek, Anayasa’ya aykırı bu işleme onay vermiş oldu!..

Gül’ün, 26 Ekim Salı günkü Batman temasları… Medyamız, dengbejleri dinleyip, “Çaylar benden” demesini gördü, ama nereye oturup, dahası neler söylediğini (Başlı başına bir yazı konusu olduğundan burada olanları daha sonra anlatacağız) görmedi… Bizim gördüğümüz ve anladıklarımızı, TSK görmemiş ve anlamamış olabilir mi?

Ve 27 Ekim Çarşamba günü yapılan MGK toplantısı… Milli Güvenlik Siyaset Belgesi değiştirildi. MGK’dan sızdırılan haberlere göre, “irtica” iç tehdit olmaktan çıkartıldı, dış düşmanlar yeniden belirlendi. En önemlisi, Yunanistan’ın Ege’deki karasularını 12 mil’e çıkarmasının “Casus Belli-Savaş Sebebi” sayılmasından vazgeçildiği müjdelendi(!). Hem de aynı saatlerde Yunan Hükümet Sözcüsü Yorgos Petalotis’ten, “Yunanistan’ın karasularını 12 mil olarak genişletme konusundaki tezinde değişiklik yok. Egemenlik haklarımızdan bir adım bile geri gitmeyeceğiz” açıklaması geldiği halde… Acaba bu hayati kararlar tereyağından kıl çeker gibi mi alındı?... Komutanlar hiçbir itirazda bulunmadı mı? Ve dahi Başkomutan Cumhurbaşkanı Gül hangi safta yer aldı?

Tahminimiz şudur ki, Komutanlar resepsiyon konusundaki nihai kararlarını o gece verdiler… MGK sonrası Gül ve Erdoğan’ın mini zirveler yapması veya TSK’nın alternatif resepsiyon düzenleyeceğinin tam da o gün duyurulmasının başka bir izahı var mı?

TSK’NIN 1 HAFTA ÖNCEKİ MESAJI

TSK’nın resepsiyon tavrı “türban”a mı, değil mi?.. Gözlerimizde bir başka sahneyi canlandırmadan önce Genelkurmay Başkanlığı’nın 22 Ağustos’ta yani resepsiyondan 1 hafta önce Hürriyet Gazetesi üzerinden yaptığı açıklamaya gidelim.

3 yıl rötarla, dönemin Ankara Garnizon Komutanı Aslan Güner’in Esenboğa’daki uğurlama töreninde Hayrünnisa Gül’le tokalaşmamak için değil, tören mangasının başına geçmek için protokolden çıktığı vurgulandı. Zamanlaması manidar bu açıklamayı hepimiz, “Türbana tavrımız yok, 29 Ekim resepsiyonuna katılacağız” diye okuduk.



Bugün anlıyoruz ki aslında 1 hafta önceden, hem Köşk ve iktidara, hem millete şu mesaj verilmiş; “Resepsiyona gitmeyebiliriz, ama bunun sebebi türban değil”!..

Komutanların tavrında “türban” hiç mi belirleyici olmamıştır. Olmuştur, ama şöyle:

Cumhurbaşkanı Gül’ün Mardin gezisiyle ilgili olarak Taraf Gazetesi, şu ana kadar yalanlanmamış, fotoğraflı bir iddiada bulundu. Güya Hayrünnisa Gül kırmızı halıda yürürken, tam askerlerin bulunduğu yere gelince, Mardin Valisi’nin eşiyle birlikte birden halıdan çıkıp, komutanlarla tokalaşmadan tören alanından ayrılmış!..

Böyle bir olay yaşandı ise komutanlar, Hayrünnisa Hanım’ın resepsiyonda da ellerini havada bırakabileceğini hesaplamış (Gözlerimizde canlandıralım dediğimiz böyle bir sahneydi) olamaz mı?!..

İkincisi; Alman Cumhurbaşkanını karşılama töreninde Hayrünnisa Hanım’ın kırmızı halıda yürümesinin bir zafer havasında, “Asker türbana selam durdu” diye sunulması… Üçüncüsü, Orduevlerinin de en kısa zamanda “kamusal alan” kapsamında “türban”a açılması teşebbüsünde bulunulması ihtimali not edilmiş olamaz mı?!..



İşte bu veriler bize, TSK’nın tavrını öncelikle “türban”a göre belirlemediğini söyletiyor.



Ne yapalım; Çıkmayan candan umut kesilmezmiş!..

Son bir not; Resepsiyonda Cumhurbaşkanı Gül; “Türkiye’nin bütün gerçeği, bütün farklılıkları, bütün renkleri burada”, Başbakan Erdoğan da, “Cumhur burada” demiş…

Emine Hanım hariç, gitmeyenlerin “defterden silindiğini” varsayalım… Ya çağrılmayanlar; Onlar ne zamandan beri “Türkiye’nin gerçeği veya Cumhur”dan sayılmıyor?!..



Müyesser Yıldız

Odatv.com

TSK 29 ekim resepsiyonu arşiv