-IMF'nin kucağına düşmemiz için bekliyorlar -Tehdidi bertaraf etmenin yolu Suriye ile resmen barışmaktır -Bize macera değil akıl lazım

Volkan Özdemir ile gerçekleştirdiğimiz söyleşide...

Volkan Özdemir’in yeni kitabı “Yenilenen Dünya Eskimeyen Türkiye” adlı kitabı Destek Yayınları’ndan çıktı.

Daha önce “Rusya’nın Kodları” ve “Doğalgaz Piyasaları-Türkiye Enerji Güvenliği Üzerine Tezler” kitaplarını kaleme alan Özdemir yeni kitabında, yenilenen dünya düzenine ve bu düzende Türkiye’nin yerine değindi.

Özdemir, dünyadaki para sahiplerinden ABD hegemonyasına, neoliberalizmden küreselleşmeye, Yeni-Osmanlıcılık’tan eskimeyen Türkiye kavramlarına kadar birçok konuyu ele aldı.

Odatv olarak Volkan Özdemir ile yeni kitabında ele aldığı konular üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.

İşte o söyleşi:

-Hırvatistan’da bir taksi şoförüyle aranızda geçen konuşmada taksi şoförünün Yugoslavya dönemini özlemle andığını, o dönemin daha iyi olduğunu anlattığından bahsediyorsunuz. Tarih yazımında anlatılanın aksine o dönemi yaşayan bir insanın Yugoslavya dönemini daha iyi olduğunu söylemesi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Kitabın Hırvatistan’da geçen bir diyalogla başlaması büyük ideolojik tartışmaların, hayatın pratiğinden gelen ve farklı dönemlerde yaşadığı için sistemleri karşılaştırma imkânı olan insanların gözünde ne ifade ettiğini göstermesi içindi. Taksi şoförü Yugoslavya, iç savaş, bağımsız Hırvatistan ve AB dönemlerinde yaşamış biri. Söylediği önemli: ‘Ben sıradan bir insan olarak hayatımın en güzel, huzurlu ve rahat dönemini Yugoslavya’da yaşadım’. Bu saptamayı önemsiyorum. Doktoralı taksici, Yugoslavya döneminde iki kere tatil yapabildiğini, ücretsiz ve kaliteli bir eğitim aldığını, çalışma koşulları ve sosyal hakları özlediğini söylüyordu. Daha kötüsü şimdi bunları çocuklarına sunamamaktan yakınıyor, ek iş yapmaktan ve yurtdışında mesleği dışındaki işlerde çalışmaktan şikâyet ediyordu. Bu durumun kökenine indiğimizde çok derin bir tartışma var. Kitapta da anlatıldığı gibi dünya son kırk yılını esas olarak Anglo-Sakson ülkelerinde konuşlu finans-kapitalin kendi çıkar alanını genişletmek için kullandığı neoliberal dönemde geçirdi.

Neoliberalizmin getirdiği değerler her yerde tek ve tartışmasız doğru olarak kabul edildi. Ancak günün sonunda fark ediliyor ki, bütün bunlar aslında birkaç ülke ile finans merkezli küresel sermayenin insanlığın geri kalanını sömürmesi için ‘evrensel’ adıyla yutturulan söylemlerdi. Finans oyunlarının dar bir zümrenin nemalandığı sanal bir dünya yarattığı görüldü. Küreselleşme, yeni dünya düzeni denerek hem ülkeler arası hem de ülkeler içinde zenginin daha zenginleştiği bir düzen kuruldu. Bu yalana kapılan gelişmekte olan ülkeler yapısal iktisadi krizlere ve etnik çatışmalara sürüklendi.

Yugoslavya da istisna değildi. Bence taksicinin dediği gibi liberalizm tarihi gelişimi nedeniyle bir İngiliz, bir Amerikalı ve hatta bir Alman için iyi olabilir ama Balkanlarda yaşayan halklar için değil. Başka ulus ve gruplar için yararlı olan fikirler/ideolojiler her bünyeye oturmuyor. Bu nedenle taksicinin eskiyi özlemesi sebepsiz değil ve tecrübesine kulak vermeliyiz.

-“Jeopolitiğin bazı demir yasaları vardır: Bir devletin temel işlevi, ne pahasına olursa olsun bekasını ve bağımsızlığını korumaktır, bu yolda yeri geldiğinde her yol mubah görünür” ifadeniz üzerine; Türkiye’nin, Suriye politikası hakkında ne düşünüyorsunuz? Türkiye, “jeopolitiğin demir yasaları”na göre mi politika izliyor?

Perde önünde kendini pek hissettirmese de dünya üzerindeki her olayın perde arkasında jeopolitik etmenler bulunur. Jeopolitik, ideolojinin önündedir. Jeopolitik bakış açısına göre olayları değerlendirdiğimizde dediğiniz gibi öncelikle bu disiplinin bazı temel yasalarını hatırlatıyorum. Türkiye’nin Suriye politikası iç savaşın başladığı 2011’den 2016 yılına kadar bence yanlışlarla dolu bir başarısızlık dönemidir. Batı’nın iteklemesiyle o dönem kendine dost olan Esad rejimini devirmek amacıyla yola çıkmış olan Türkiye, güneyinde sınır boyunca HTŞ, IŞİD ve PKK gibi terör yapılanmalarıyla karşılaşmış ve nihayetinden devlet yetkililerinin de açıklamalarına göre bir beka sorunu yaşamıştır. İran, Rusya, Çin destekli Esad direnmiş ve kazanmıştır. Suriye, Ukrayna ile birlikte dünyada ABD tek kutupluluğunun askeri-siyasi açıdan bitmeye başladığını göstergesidir. Türkiye için 2016 dönüm noktasıdır. Ankara, Astana süreciyle Suriye’de Batı müttefikleri yerine jeopolitik iş birliğini Rusya ve İran ile birlikte sağladığı için olumlu gelişmeler yaşanmıştır.

Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı Harekatları ile bir nebze de olsa hatadan dönülerek terör koridoruna darbe vurulmuştur. Ancak tehdit Fırat’ın batı ve doğusunda devam etmektedir. Bu tehdidi tümden bertaraf etmenin yolu bölgenin merkezi hükümetleri ile iş birliği yapmak ve Suriye ile resmen barışmaktır. Üstelik Suriye ile ilintili olarak Türkiye, Doğu Akdeniz’de de yine ABD orkestra şefliğinde bir kuşatma altındadır. Başını İsrail, Yunanistan ve GKRY’nin çektiği Doğu Akdeniz Gaz Forumu Türkiye’yi dışlanarak henüz kurulmuştur. Ülkemiz dışında dışlanan diğer devletler ise Lübnan ve Suriye’dir. Hal böyleyken ortak çıkarlara sahip olduğumuz Suriye ile hala neden barışmadığımızı anlamakta güçlük çekiyorum. Politikacılar, jeopolitiğin demir yasalarını kavrayıp ona göre politika izlerlerse devletleri kazanır. Aksi durumlar için uzağa gitmeye gerek yok Suriye savaşının başlangıç yıllarına dönmek yeterlidir.

- Kitabınızda, kimi zaman para sahiplerinin devletleri kimi zaman da devletlerin para sahiplerini kullanabildiğinden söz ediyorsunuz. Peki bu durum Türkiye’yi nasıl etkiliyor, Türkiye’de son dönemde yaşanan ekonomik sıkıntılar hakkında ne düşünüyorsunuz?

Kitapta, yıllardır bize sanki birbirinden ayrıymış gibi gösterilen ekonomi, siyaset ve dış politika arasında bir bağlantı kuruyor ve ‘jeopolitik ekonomi’ perspektifini işliyorum. Gelişmeleri analiz ederken salt iktisadi terimler veya siyasi değerlendirmeler yerine bence ikisi arasındaki etkileşimi ve bunun uluslararası güç dengelerindeki yerini bir bütün olarak ele almak en açıklayıcı olanı. Kaba bir örnekle Türkiye’de TL’nin dolar karşısındaki değerini Merkez Bankası’nın faiz kararından çok, Trump’ın iki tweeti ve Brunson davası gibi dış politik meseleler belirliyor.

Jeopolitik ekonomi anlayışla konulara bakarsak devletler haricinde küresel sermaye ve onun en önemli ayağı olan finans-kapital yani ‘para sahipleri’ politika yapım süreçlerinde hayli etkili. Türkiye gibi uluslararası sermaye hareketlerine karşı korunaksız ve yıllardır izlediği yanlış liberal ekonomi politikaları nedeniyle Batı merkezli ekonomik sisteme kırılgan bir yapıyla eklemlenen ülkeler için ise bu tespit çok daha geçerli. Unutmayalım ki her zaman sermaye ve devlet simbiyotik bir ilişki içerisinde. Türkiye diğer bazı gelişen ekonomilerde olduğu gibi yıllardır Batı kaynaklı parasal genişlemenin doğurduğu likidite bolluğunda sanal bir refah yaşadı. Ancak musluklar kesilince gerçekler ortaya çıkmaya başladı. Buna ilaveten son iki yılında farklı bir jeopolitik yol izlemeye başlayınca ekonomisi Batı kaynaklı saldırılara maruz kaldı. Şunu iyi kavramak gerekiyor: Türkiye ekonomisin gelmiş olduğu olumsuz durum ve krizler ilkin içerideki yanlış politikaların sonucudur. Bunun neticesinde anahtarı dışarıda olan finans kapital zafiyeti kullanmıştır. Hem batıdan yoğun para akışıyla ayakta durup hem de Batı karşıtı politikalar izleyince para sahipleri cezayı kestiler. Şimdi de IMF’nin kucağına düşmemiz için bekliyorlar. Kötüleşecek ekonomiye IMF desteği karşılığında perde arkasında S-400’lerin iptali gibi şartlar öne süreceklerdir. Ancak Türkiye doğru adımlar atabilirse çaresiz değildir. İlkin ekonomik sıkıntıları aşmak için Türkiye’nin sıcak paraya bağımlı finans ağırlıklı politikaları terk etmesi gerekir.

Anı kurtarmak çözüm değil, bir uyuşturucu müptelasının anlık morfin alması ile geçici süre rahatlaması ama sonrasında durumunun daha kötüye gitmesine benzerdir. Kriz başlamıştır ve uzun sürecektir ama bunu fırsata çevirmek de yine Türkiye’nin elinde. Her ekonomik krizin bir politik çözümü vardır. Türkiye, yenilenen dünya gerçeklerinde Asya’ya kayan dünya ekonomisinin dinamiklerini iyi kavrayıp, içeride yeniden sanayileşmeyi hedefleyen üretim ekonomisine geçmedikçe ne krizlerden ne de Batı’nın tehditlerinden kurtulur. Çare Atatürk döneminde uygulanan karma ekonomi modeliyle tekrar kalkınma olmalıdır.

- Halkın geniş kesimlerinin toparlanması için tam bağımsızlıkçı ulusal sol parti, sağ kanatta ise her şeyiyle milli, içinde küreselcilerin olmadığı bir partiye ihtiyaç duyulduğundan bahsediyorsunuz. Bu şu anki Türk siyasetinde mümkün mü, geçmişte bu ihtiyacı karşılayan partiler var mıydı?

Siyaset, kırk yıllık neoliberal dönemin her yerde sunduğu gibi küresel finans oligarşisinin isteklerini yerine getiren partilerle sadece göz boyamaya indirgenmiş durumda. Çok seslilik görünümü altında tek seslilik var. Birbirinden güya farklı olan partiler aynı ekonomi programlarını ve dış politika yönelimlerini savunuyor. Türkiye’de de durum farklı değil. Türkiye’nin her şeyden önce, başkalarının doğruları yerine kendine özgün bir milli düşünceye ihtiyacı var. Çünkü mevcutta biri iktidar diğeri de muhalefette özdeşleşen iki fikir akımı olan İslamcılık ve Batıcılık bugünün dünyasında kaybetti ve artık Türkiye için bir çare değil. Kitapta bu eksende bir tartışmayla yeni milli düşünce tartışmasına değiniyor ve Atatürk Türkiye’sinin neden eskimediğini, neden günümüzde dahi geçerli olduğunu vurguluyorum. Türkiye, ondan uzaklaştıkça siyaseten ulus-devlet ve laiklikten, iktisaden karma ekonomiden ve dış politikada tam bağımsızlık ilkesinden ayrıldı ve hep geriye gitti.

Bugün ise uluslararası konjonktür yıllar sonra ilke defa çok kutuplu dünya düzeniyle bu durumu terse çevirme imkânı veriyor. Dünya ekonomide tutunabilenlerle tutunamayanlar, politikada küreselcilerle ulusalcılar arasında ayrışıyor. Türkiye’de mevcut partiler tükenmişi temsil ediyor. Bugünün dünyasında hala dağılma aşamasına gelen AB’yi bir hedef olarak deklare edebiliyor.

Bunun yerine ortak payda olarak küreselleşme karşıtı gerçekten yerli ve milli düşünceler ve onun altında toplumun hem seküler hem de muhafazakâr kesimlerinin temsil imkânı bulacağı partiler oluşmalı diyorum. Kültürel kodlarla kullanıldığı için sol-sağ dedim yoksa bu kavramların da içi boşaltıldı. Şu anki Türkiye siyasetinde pek mümkün gözükmüyor ama koşullar değişince bu da değişecektir.

Atatürk’ün kurduğu parti bile bugün onun ilkelerine yabancılaşmış durumda. Türkiye’de benim de içinde olduğum laik kesimlerin çoğu maalesef celladına yani Batıya aşık çünkü şikâyet ettikleri toplumdaki dincileşmenin, tarikat ve cemaatleşmenin hamisi de yine Batı! Türkiye 2. Dünya savaşından sonra Batı kampında yer aldığından beri durum bu ve bu gruplar Batı tarafından bilerek destekleniyor. Buna karşı çözüm için okuyuculara Nazarbayev’i incelemelerini öneririm. Ayrıca bu durum kader değildir ve özgün fikirler ile Türkiye’nin bu konudaki seçeneklerini kitapta bulacaklardır.

-Son olarak şunu sormak istiyoruz: son dönemde yükselen Osmanlıcılık hakkında ne düşünüyorsunuz?

Yeni-Osmanlıcılık, 70 yıldır siyasetine ağırlıkla Batı’nın yön verdiği ülkemize yine Batı düşünce merkezlerinde hazırlanan bir proje olarak sunuldu ve Türkiye’nin başını büyük belalara soktu. Ben son dönemde bunun yükseldiği fikrine katılmıyorum. Nitekim Suriye’de bu proje kaybetti. Her kaybeden proje yerine yenisini tedavüle sokuyorlar. Bu konuya dikkat etmek gerekli. Son otuz yılda önce Adriyatik’ten Çin Seddi’ne Türk dünyası, sonra AB vizyonu derken peşine Yeni Osmanlıcılık çıktı.

Batı’nın o anki jeopolitik çıkarlarına göre bu fikirler dolaşıyor. Halbuki Türkiye büyük emelleri hayata geçirebilecek ve aktif dış politika izleyebilecek büyüklükte bir ülke değil ve o denli kaynaklardan da yoksun. Dünya ekonomisi ve nüfusunun sadece yüzde biriyiz. Bize macera değil akıl lazım. Önce evimizin içini toparlayarak güçlenmemiz gerekir. En önemlisi de Türkiye, bir gün Batı boyunduruğundan tamamen kurtulup kaderini tekrar kendi ellerine alırsa kendi ulusal çıkarlarına yönelik jeopolitik projeleri elbet ortaya çıkarabilir.

Söyleşi: Furkan Karabay

Odatv.com

-IMF'nin kucağına düşmemiz için bekliyorlar -Tehdidi bertaraf etmenin yolu Suriye ile resmen barışmaktır -Bize macera değil akıl lazım - Resim : 1

Volkan Özdemir söyleşi Suriye ekonomi para piyasası arşiv