Haftanın filmi: Cennetten Gelen Çocuk

Nietzsche'nin '' Ne zaman dindar bir insanla konuşsam, ellerimi yıkayasım geliyor.'' sözü üzerine zaman zaman çok düşünmüşümdür… Din, Tanrı adına insan eliyle bir güç ya da bir otorite olarak uygulandığında, püriten davranış örüntüsü olmaktan çıkıp, tüm toplumsal oluşumlarda olduğu gibi; liderlik, yönetim ve iktidar ilişkilerine bürünür.

Haftanın filmi: Cennetten Gelen Çocuk

Bu hafta seyrettikten sonra elimi yıkama ihtiyacı hissettiren, dinsel pragmatizmi ve oportünizmi bol, seyirciyi gerilimin en üst tonunda tutmayı başaran bir politik gerilim filmi izledim.

''Cennetten Gelen Çocuk'' inanç düzleminde, pozitivizmin idealize ettiği dünyayı yerle yeksan eden bir film. Bunu yaparken de İslam dünyasının en önemli kalelerinden biri olan Mısır'da ki El-Ezher Üniversitesini filmin öznesi ve dekoru yapıyor.

Mısır asıllı, ancak İsveç' te doğup büyümüş olan yönetmen Tarık Saleh, geçtiğimiz yıl ilk kez katıldığı Cannes Film Festivali'nde en iyi senaryo ödülü aldığı filmi ile bana göre bu türde bir ilke imza atıyor.

Seküler dünya görüşünün ve politikanın hâkim olduğu iklimlerde, bir üniversiteden çok, devasa bir medrese olarak adlandırılan okulun özelliği; büyüklüğünde, ilim irfan öğretisinde ve binlerce yıllık tarihinde değil. İslami terör ve komplo teorilerinin üretim merkezi olarak görüldüğü için belli bir kesim uzak ve mesafeli duruyor El-Ezher'e. Bir diğer kesim ise, bir bakıma Sünni İslam’ın ve İslam ülkelerinin varoşlarından kopup gelenlerin kalesi ve merkez üssü olarak gördüğü için farklı bir anlam yüklüyor okula.

Fatımi Devleti'nin 4. halifesi ve 14. İsmailliye imamı Muiz tarafından 970 yılında kurulan okulun, filmi izleyene kadar özerk yapısını koruduğunu düşünüyordum. Filmi izlediğiniz zaman, devletle dinin uyumlu yürümesi gerektiği tezi ile “Gücün iki tarafı keskin bir kılıç olduğu; bazen onu tutan eli de kesebileceği gerçeğine inanmak zorunda kalıyorsunuz. Bu, senaryo gereği bir kurgu dahi olsa, içinde gerçeklik barındırmadığını düşünmek gerçekten çok zor.

Mısır'ın varoşlarından Adam'ın (Adem'in) hikayesi bu. Alt kültürde inanç ikliminin nasıl etkili olduğunu ve El Ezher Üniversitesine kabul edilmenin ne kadar ayrıcalıklı olduğunu anlıyorsunuz. Tanrı tarafından orada okumak için seçilmiş olmanın şan ve şerefinden bahsediliyor evin içinde. Rasyonellikten ve bilimsellikten uzak gibi duruyor belki; ancak toplumdaki genel kabulün beyazperdeye yansıması bu.

Her şeyden habersiz; sadece dini inançları ve tertemiz duyguları ile okumaya gelen, Kahire'nin kocaman dünyasında yalnızlığı ve dersleri ile yaşamaya çalışan Adam, aslında çatışmanın tam ortasına düşecektir. Okula adım atar atmaz, en yüksek rütbeli baş imam şaibeli bir şekilde ölür. Bu ölümün okula yansıttığı sevimsiz ve soğuk hava bir anda ürkütüyor sizi.

El Ezher' in kapılarının ardında bir çekişme hüküm sürmektedir. Yakında yapılacak olan baş imamlık seçimleri, devlet içinde de çok büyük önem kazanmaktadır. Albay İbrahim, devlet adına bu seçim harekâtında aktif rol oynamakta, devletle uyumlu çalışacak imamı seçtirebilmek için okuldan bir muhbir kullanmaktadır. Zizo adındaki genç imam adayı deşifre olunca, yerine birisini bulması için acil görevlendirilir. En temiz sicilli Adam ile arkadaşlık kuran Zizo, Adam' in adını Albay' a verdikten sonra da öldürülür. Adam bu cinayete şahit olur; ancak Albay İbrahim' in okula sözüm ona cinayeti araştırmaya gelmesi ile muhbir olarak seçildiğini ve nasıl bir batağa düştüğünü anlar.

Okula sızdığı düşünülen Müslüman Kardeşlerin gizli örgütlenme ağına dahil olması istenir. Bu ağın içindeki isimleri bulması için, zorlu ve tehlikeli bir işin içinde çırpınan Adam, aklı ve inancı ile ölüm kalım savaşı verecektir. Devletin en tepesinde, istihbarat örgütleri ve siyasilerin piyon olarak kullandığı bir figür haline gelen Adam, film boyunca ezik ve çaresiz bir kurban rolünü ezberlemiş gibi görünse de bu işin içinden sıyrılmayı başaracaktır. Ezberletilmiş çaresizlikten dinsel retoriklere sığınarak bulduğu çıkışın kadraja zekice yansıması, filmin ve senaryonun en başarılı yanı.

İstihbaratın ve imamların savaştığı ölüm kalım mücadelesinde bir çıkış yolu ararken, okuldaki kirli ilişkileri de lehine çevirmeyi başarır. Politik zekasını din ve ayetlerin üzerinden yeniden kurgulayıp yorumlayarak hem istihbaratı hem de imamları ters köşeye yatırır. Albay'ın işi bittikten sonra ortadan kaldırılmasına gönlü razı olmadığı Adam için de verdiği savaş, senaryoya bir başka halka olarak eklenince; tadına doyulmaz bir kedi fare oyunu, taktik düellosu ve gerilimi yüksek bir polisiye çıkıyor karşımıza. Mücadele, El Ezher' de yapılacak olan baş imamlık seçiminde ön plana çıkmak için birbiriyle yarışanlar arasında kıyasıya devam etmekteyken; istihbaratın içinde de Albay İbrahim ve acımasız amiri Suphi arasında da kıyasıya devam eder.

Tarık Saleh çok başarılı bir işe imza atarken, ülkesinin din ve politika üzerinden kıyasıya eleştirisini yaparak risk de alıyor; çünkü senaryoyu yazmaya başladığında Mısır' da Sisi yönetimi ile Büyük İmam Ahmet Tayyib' in giderek gerginleşen ilişkisi ne yazık ki kurgu değildi.

Okulun kocaman avlusunda kümelenen yüzlerce müminin ders yaptığı görüntülerin içinde, zaman zaman ezanın ve şerefeli minarelerin masmavi gökyüzüne yükseldiği manzaralarda huzur bulurken, cinayet ve komplo teorilerinin varlığı ile seyircinin gelgitler yaşadığını fark edebiliyoruz. Dini sorgulama ve inancın pekişmesi ikileminde sıkışan seyirci, beklediği katharsisi de yaşıyor. Bu arada, bu muhteşem görüntüleri çeken, alanında ödüllü Fransız görüntü yönetmeni Pierre Aïm' in başarısına bir alkış gerekiyor; lakin görüntülerin İsveç ve Türkiye' den olduğunu, hiçbir karenin Mısır' da çekil(e)mediğini belirtelim. Fransa, İsveç ve Finlandiya ortak yapımı olan filmin, İsveç' in Oscar adayı olduğunu eklemek istiyorum.

Uzunca bir zamandır NATO' ya üyelik için Türkiye'nin onayına ihtiyaç duyan İsveç ve Finlandiya'da, yakılan Kuran'ın ve İslam dinine yönelik provokasyonların gündemi meşgul ettiği şu dönemde bu filmi izlemek ilginç bir tesadüf oldu.

İnanç saflığının doruğunda bir mümin olan, balıkçının gariban oğlu Adam rolüyle beni fetheden Tawfeek Barhom ve diğer oyuncuları; Fares Fares, Mohammad Bakri, Makram Khoury, Mehdi Dehbi, Sherwan Haji, Ramzi Choukair' i bu müthiş başarılarından dolayı tebrik etmem gerekiyor. Herkes rolünü bir eldiven gibi giyerken, içselleştirmiş.

Bu haftanın en başarılı filmi olarak ön plana çıkan '' Cennetten Gelen Çocuk'' içeriği itibariyle bir ilk ve mutlaka izlenmeyi hak ediyor.

İyi seyirler diliyorum.

Özlem Kalkan

Odatv.com

kültür sanat film